Fiziksel sağlığımız kadar ruhsal sağlığımız da çok önemli.
Ruh sağlığımızı korumak içinse sarılmak en iyi ilaçlardan biri.
Dokunmak iyileştiriyor. Sarılmak gençleştiriyor. Peki, siz nasıl kucaklaşanlardansınız?
Ya da soruyu şöyle sormak gerekiyor. “Siz nasıl kucaklaşanlardandınız?”
“Dokunun kucaklaşın iyileşin” sözleri tarihe karıştı. Yeni dünyamızda sarılmaya yer yok.
Artık hiç kimse sarılmıyor. Biz artık mucize doktor dizisindeki Ali Vefa karakteri gibi iki elimizi kendi bedenimizde göğsümüz üzerinde çaprazlama yapıp karşımızdakiyle sarılıp kucaklaşanlardanız. Yalnız kendinizi bir tek kendinizi sevincilerin isteği gerçek oldu sayılır. Neredeyse bir seneye yakındır sevdiklerimizle sarılmıyoruz. Oysa benim ve çoğu insanın ilk ve öncelikli sevgi dillerinden biridir sarılmak. Sevdiklerine dokunmak. Onlarla yan yana bir arada olmak.
Sevgi dilinden bahsetmişken aklıma geldi şu an, duymamış okumamış olanlar için Garry Harman’ın Beş Sevgi Dili adlı kitabını da önerip öyle devam edeyim konuya.
Birçok psikolog sarılmanın depresyon ve strese iyi geldiğinde hem fikir. Yalnızlığa, öfkeye, empatiye, bağışıklık sistemini güçlendirmeye, zihin sağlığına hatta ağrıları hafifletmeye birebir.
Sarılmak huzur verir. Güven duygusunu artırır. Ne zihin sağlığımız yerinde artık ne güven duygumuz. Kaçıyoruz herkesten köşe bucak. Kendimizle baş başayız.
Artık yalnız kendimize sarılıp habire meditasyon yoga yapıyoruz yine de ne yapsak bedenimizi ve ruhumuzu rahatlatamıyoruz.
Bir zamanların olmazsa olmazları arasında bulunan sarılmak dokunmak bir arada yaşamak daha çok sosyalleşmek çocukluğumuzda bizi en çok mutlu eden şeylerden biriydi. Ah o eski günler derken neleri özlüyoruz eskiye dair? Kasetli teypleri, bayram harçlıklarıyla alınan gazozları, İşlemeli mendilleri mi? Yoksa o mendili bize uzatan sıcacık eli mi? Anları paylaştığımız içten samimi hep elleri omuzlarımızda bakkalımızı komşumuzu arkadaşımızı, sıcak büyük aile sofralarımızı mı?
Mahallemiz dediğimizde duyduğumuz o sıcaklık sokaklarda arkadaşlarımızla koşup oynadığımız yakalamacalar körebeler. İlla bir el bir ele değer. Tedirginsiz, sonsuz güven duygusuyla. Bakkal amcamız kasabımız kasetçimiz. Çoğul takıldığımız çoğul takılarımız. Bize ait olan bizim ait olduğumuzu hissettiğimiz. Şimdi bakkal yok denecek kadar az kasetçi zaten yok. Marketimiz yok marketler var. Geçtim dostluğu sohbeti kocaman bir Aile gibi olmayı, derdin olsa çözüm bulacak muhatap yok, ulaşacağın kimse yok. Tek cevap duyarsın ‘’Ben çalışanım abla’’
Zaten uzun zamandır halattaki düğümleri tek tek çözüp hazırdık tek ip kalmaya.
Gel bakalım bir sarıl dedene amcana teyzene diyen komşular yoktu çocuklara. Çocuklarımızı koruyalım diye kimi zaman aman dokunma çocuğumun yanakları pörsür aman bu devirde babana bile güvenilmez vs. diye diye herkesten kaçırdık önce çocuklarımızı. Sonra biz kaçmaya başladık. Sıkılır olduk her şeyden. Herkesten. Kimseyle muhatap olmayayım tanışmayım yüz bulmasın beni durmadan rahatsız edip çat kapı gelmesin aramasın beni yolda lafa tutmasın. Sadece yeni insanlardan değil tanıdıklarımızdan da kaçar olduk. Aman evim kirlenir kimse gelmesin yatılı misafir mi olur habersiz mi gelinir dışarıda buluşalım kim uğraşacak çaydı börekti bulaşıktı derken git gide uzaklaştık. Önce evlerden kına geceleri sonra doğum günleri sonra günler ziyaretler derken bayramlarda aman tatilimi el öpmeyle geçiremem misafirle uğraşıp yorulamam deyip kaçarken sonunda istediğimiz oldu. Evimizle aramıza kimse giremez oldu. Rahatladık ya da biz öyle sandık.
Hepimiz agresif sinirli ve mutsuzuz. Hepimiz korkuyoruz. Çünkü güvende olsak da yalnızız.
Bebekler kucak ve sarılma olmazsa gelişemez diyor ruh bilimciler.
Sarılmak sadece bebeklerin değil herkesin ihtiyacı. Hepimizin ihtiyacı.
Kaybetmekten korkup kaybettik kendimizi ruh sağlığımızı ve her şeyi
Sadece yaşarken değil cenazelerimizde bile yalnızız.
Geçmiş olsun. İstediğimiz oldu. Öylece tek başına p.ç gibi kaldık ortada.
Bir cevap yazın