Hastanenin kapısının önünde taksiden indi, aceleyle koridoru geçip ilerledi. Lobideyim demişti.Hah orda işte! Dalmış gitmiş gene.Ne çok kahrımızı çekti, canım benim.Omuzları çökmüş resmen.Arkadan yaklaşıp sarıldı.Gülizar boş bulunup sıçradı yerinden, sonra şaşkın, yorgun baktı bir süre.
-Geldin mi kuzum?Ben de öbür kapıdan gelirsin diye.
Gözleri nemli, sevgi ve şefkatle sarıldı genç kadına.
-Geldim annini. Geldim de bu annem niye böyle yapıyor?.Aklı sıra beni üzmek istemiyor ama böyle daha perişan oluyorum.Semra teyzem, annen ameliyattan çıktı mı diye sormasa haberim bile olmayacaktı.
-Çocuklar nerede?
-Çocuklar Hakan’la yani evdeler.
-Güzel kuzum, Özgür’üm anneni bilmez misin, senden başka kimi var.“Tatilini yarım kesmesin, hastaneden çıkınca ararız onu” dedi. Ben söyleyelim dedim, ama dinletemedim. Sana kıyamaz biliyorsun.Yemin ettirdi söyleme diye.
-Ah!.Bilmez miyim?Kıyamadığı için de her şeyi benden saklar.Sonra da daha çok üzer.
Özgür’ün sözleriyle Gülizar’ın gözleri iyice doldu.
-Az önce ameliyata aldılar, metanetliydi. Sabahtan apar topar geldik ama, başka acil ameliyat çıkınca ikindiyi bulduk. Üç dört saat sürermiş, burada beklemeyin, lobide bekleyebilirsiniz dediler.
– Peki durumu nasılmış?
-Ameliyat sırasında vaziyete göre gerekirse komple rahmini alacaklarmış.
-İnanamıyorum ya, daha bir ay önce geldiğimde gayet iyiydi, hiçbir şeyi yoktu.Nasıl bu hale geldi?
-İşte, ne zamandır sıkıntısı varmış da, bana da demedi. O gün çok şiddetli kanama, tetkikler falan derken…
-Ahh annem ahh… Çok korkuyorum annini. Ona bir şey olmaz di mi?
-Olmaz kuzum, sen merak etme bir şey olmaz ona. Öyle bir inat var ki onda, herkese, her şeye kafa tutar. Sen de inatta ondan aşağıya kalmazsın ya.
-Aman annini, bana takılmadan duramıyorsun değil mi?
Özgür, Gülizar a sevgiyle sarıldı.
-Annemi nerede bekleyelim.
-Bilmem ki? Odaya çıkartınca haber veririz dedilerdi ya sen bilirsin.
-O zaman ben, kendime kahve, sana da çay alayım, bir kafamızı toplayalım. Sonra, ne yapacağımıza karar veririz. Sen dışarıda gölge, boş bir masaya geç.
Gülizar, kasaya doğru yürüyen Özgür’ün ardından sevgiyle baktı, mendiliyle gözlerinden akan yaşları sildi.
Özgür, uzaktan eliyle başka bir şey ister misin diye sordu ama yaşlı kadın gözlerini karşı duvara dikmiş, dalıp gitmişti, görmedi. Eski hatıralar. Bilge’yi ilk tanıdığı zamanlar… Ne kadar çabuk geçivermişti zaman, oysa, daha dün gibiydi onu, çatıda yaralı bir kuş gibi bulduğu… Mırıldandı kendi kendine. Benim cefakâr kızım, bu da gelsin gitsin, bir an evvel sağlığına kavuş, sana bir şey olmasın. Dayanamam. Onlarla birlikte aile olmuş onlarla birlikte nefes almaya başlamıştı. Nefesi daraldı, içi sıkıştı. Onu bulduğu gün…
Süt ve ekmek almak için bakkala girdiğinde, bakkalın sevimsiz çırağı müşterilerden birine, yerdeki kan izlerini göstererek, çatışmayı, polislerin goministin birini nasıl göğsünden vurduğunu, sonra da yaka paça götürdüklerini neredeyse şehvetle anlatıyordu. Midesi bulanmış, bir an evvel kaçmak istemişti oradan. Severdi o solcu çocukları. Daha birkaç ay önce, ta oralara kadar gelip sendikadan bahsetmişler, ha babam anlayamadıkları bir şeyler anlatıp durmuşlardı. Anlamasa da atıldıkları bu izbelikte birilerinin onlarla ilgilenmesi çok hoşuna gitmişti. Birkaç gün gizli saklı gelip gitmişlerdi öyle. Eve geldiğinde her zaman ki gibi banyoya girmemiş, önce bütün pencereleri sonuna kadar açmış, sonra da hınç alırcasına bitkin düşene kadar arap sabunlarıyla bütün evi kırklamıştı.
Özgür, elinde, tepsiyle gelip başında dikildi.
-Geçmemişsin dışarıya, bak şurası boş.
Sıçradı yerinden Gülizar.
-Akıl mı kaldı bende, geçelim hadi.
-Bak sen seversin diye ıslak kek de aldım bize. Seninkiler kadar güzel değildir ama idare edeceğiz artık.
Oturdular, isteksizce keklerini didiklerlerken, caddenin karşısında bir hareketlilik oldu, kornalar çaldı, arabalar yanaştı, kalabalık toplaşmaya başladı. Derken, davulcu,zurnacı kemancı çoşkuyla ,kendilerinden geçercesine, İstanbul çifte tellisi çalmaya başladılar, önce siyah takım elbiseli genç bir erkek utangaç oynamaya başladı,bir süre sonra da başka delikanlılar oyuna katıldılar.Eski model, çiçeklerle süslenmiş gelin arabası cadde de park yeri bulamadı,tekrar tekrar önlerinden geçti,davullar hep çaldı…
Özgür’ün gözleri nemlendi. Gelinlik, babasızlık, kanadı kırık kuş çırpınışı, yüce gönüllü Kamil Baba…Gözlerindeki hüznü fark edip,“senin baban artık benim kızım “demesi…Pendik’teki ana okulu,babalar çocuklarını okula bırakırlarken yaşadığı boğulma hissi, iç sızısı…
Gülizar,gözleri damadın üzerinde görünse de aslında, o da, şimdi kendi düğününde…. Kasaba çalkalanıyor, Salih Bey’in sinema kış vakti, Cüneyt karnını şişiriverince ele güne karşı rezil olmayalım diye mi? Yoksa kız daha on altı yaşında, oğlan ceza almasın diye mi? Apar topar düğün yapılıyor, görümceden kalma bir beden küçük gelinliğin sırt dikişleri patlayınca, üzerine soğuk bahanesiyle beyaz bir hırka atılıverilmiş. Zengin insanlar, ama anlaşılan evlatlık kızla ipsiz sapsız oğlumuza yeter bu kadarı demişler. Kolundaki beş bileziğin ışıltısı gözünü alıyor. Sadece şaşkın, mutluluk ne bilmiyor henüz, mutsuzluk ne onu da… Önünde yeni bir hayat var onu biliyor, daha birkaç ay önce evlatlık olduğunu öğrenmişti oysa. O yüzden mi Cüneyt’e teslimiyeti onu da bilmiyor. Davullar durmadan çalıyor defalarca hep aynı şarkı,dans ediyorlar.Parayla saadet olmaz bu dünya sana kalmaz söylemiştim sevgilim parayla saadet olmaz…Bir an evvel düğün bitsin evlerine İstanbul’a gelsinler istiyor.
-Kekini bitirmemişsin.
-Ben de senin gibi perhiz yapıyorum artık Özgür kız.
Özgür, Çantasını karıştırdı, sigara paketini çıkardı, çakmağını arandı uzun bir süre, sonunda buldu, tam yakacaktı ki Gülizar’ın kafasını salladığını gördü.
-Ya öyle bakma. İçmiyorum her zaman, gerildim şimdi.
-Eee o zaman ver bakalım bir tane de bana.
-Sen içiyor muydun?
-Ben bu zıkkımı, otuz beş sene önce bıraktım. Hoş geldin Özgür, güle güle sigara.
Özgür elindeki çakmakla Gülizar’ın sigarasını yakmak isteyince sigarayı geriye çekti yaşlı kadın.
-Böyle elimde dursun şimdilik.
Özgür, sigarası bitince, oturduğu koltuktan kalktı, Gülizar’ın yanına gidip kalkmasına yardım etti.
-Annini, hadi önce ameliyathaneye inelim, öğrenelim bakalım ne zaman çıkacak, oradan da odaya gideriz.
Kantinden asansöre doğru yürürlerken, Gülizar mırıl mırıl dua okuması Özgür’ü gülümsetti. Onun gülümsediğini gören Gülizar duasını içinden okumaya devam etti. Özgür, asansörün kapısını açtı, kimse yoktu, oyalanmadan eksi ikiye indiler. Bekleme salonuna girdiklerinde, yüzleri endişeli genç bir adamla kadına, selam verip içeriye geçtiler. Boş koltuklardan birine Gülizar’ın oturmasını bekledi. Kendisi, bariyere doğru ilerledi, bir müddet durdu, bakındı. Sonra, bariyerin diğer tarafına duran, beyaz önlüklü kısa boylu zayıf biriyle bir şeyler konuşup, endişeli bir yüzle dönüp Gülizar’ın yanındaki boş koltuğa oturdu.
-İçeriye girip, haber getirecek hasta bakıcı, biraz bekleyelim.
Gülizar elini Özgür’ün elinin üstüne koydu. Kuzum, bahtsız kuzum. Gerçi çok şükür, işi de iyi kocası da çocukları da. Ne güzeldir o yavrular diye geçirdi içinden. Burnunun direği sızladı. Elini çekti bu kez omzunu sıvazladı Özgür’ün.
-İyi ki siz varsınız.
-Sen de iyi ki varsın. Sen olmasan ne yapardık biz?
Özgür, bariyerin öbür yanında beliren hasta bakıcıya doğru ilerlerken, Gülizar, eski günlere gitti yine…
O , nohut oda bakla sofa ev, her şeye rağmen sığınağımdı diye düşündü. Hüzünlendi. Özgür adı gibi onu da özgürleştirmiş, bambaşka birine dönüştürmüştü. Kuzum o kuzum. Onu ilk kucağıma aldığım anda, o mis kokusunu duyduğumda bildim, artık başka biri olacağımı. Yirmi yıl önce havalı, ipsiz, piç kurusu geberecesi Cüneyt, geberdi gerçi ya… Uyuşturucu parası için, hiç acımadan, üstelik nikâhlı karısıyken neden, nasıl olduğunu anlayamadan, onu o pis bataklığın içine pat diye itmişse, Özgür’de öyle ansızın, artık her şeyden umudunu kestiği anda gün yüzüne çıkartıvermişti Gülizar’ı.
– Konuştum ameliyat iyi gidiyormuş. Annemin çıkması iki saati bulurmuş. Biz odaya çıkalım, sen biraz uzan.
Gülizar’dan cevap gelmediğini görünce ayağa kalktı, baktı Gülizar oturmaya devam ediyor.
-Oo. Nerelere daldın gene Gülizar Sultan.
-Hı .Yok, gözüm daldı öyle.
Kıpırdandı, dalmıştı ya. Eee kolay mıydı, az zaman debelenmemişti o bataklıkta.
-Ananı düşünüyorum, tam rahat edeceği zamanda…
-Ben ona bakarım, çabucak ayağa kalkar sen merak etme aniniciğim.
Özgür, Gülizar’a yeniden sarıldı.
-Sen bana annemle nasıl tanıştığınızı anlatacaktın hani, hadi anlat artık.
-Aman Özgür’üm şimdi sırası mı?
-Sırası sırası hem vakit geçer,ama önce odamıza çıkalım..
Gülizar bacaklarını toparlayıp zorlukla ayağa kalktı.
-Şu ayaklarımda eskisi gibi yürüyüverse, hiç bi şeyciğim yok,napalım buna da şükür.
Gülizar, Özgür’ün koluna yaslandı, asansörün gelmesini beklediler. Asansör kalabalıktı, zorlukla sığıştılar, altınca katın düğmesine bastı Özgür. Önce eksi bire indiler sonra neredeyse bütün katlarda durarak,altıncı kata geldiler.
-Gel annini koridorun sonunda galiba.
Yürüyüp kapısı açık olan odaya girdiler. Özgür camı açtı.
-Uzanmak mı yoksa koltuğa oturmak mı istersin? Televizyonu açayım mı?
Kanepeye oturup ayakkabılarını çıkartıp, ayaklarını uzattı Gülizar.
-Böyle iyi, televizyonu da açma. Bir de üst baş işini napıcaz? Annen bir şey aldırmadı gelirken.
-Ben yolda, Sevim’le konuştum, bize bir şeyler ayarlayacak, şimdi birazdan Hakan gelir, getirir.
-Bana?
-Sen Hakan’la eve döneceksin, tabii önce annem ameliyattan çıksın, kendine gelsin, birbirinizi görün, ondan sonra.
Gülizar suratını astı, hiç kıpırtısız karşı duvara baktı kaldı. Özgür sandalyesini yanaştırıp, ellerini tuttu.
-Sana kıyamıyorum, bu akşam ben kalırım, hem çocuklar da özledi seni, beni üzme.
Bir müddet sessiz kaldı Gülizar, dudaklarını büzüp, öylecik bekledi ta ki Özgür ona yeniden sarılana kadar
-Oraları görmek, bilmek istersen bir gün götürürüm seni. Mahalle boktandır, ama o ev var ya o ev sığınağımdı benim. İçeriye girdim mi, şehrin bütün kiri, pası ardımda kalırdı. Görüyor musun bak?Oralardan bahsedince bile dili değişiyor insanın.Kutu gibi,küçücük…Salonun penceresinden,boğaz,odanın penceresinden Galata kulesi ,İstanbul ayaklarının altında oh mis gibi…Çok sıkıntılı olduğumda gemilere bakar,hayal kurardım.Martılar uçardı,hele ki gece, lacivert deniz üstünde her şey daha efsunlu görünürdü…
Bir yandan Gülizar’ı dinliyor, bir yandan da anini de yaşlandı artık, aklım annemde zaten doğru dürüst dinleyemiyorum dediklerini, cümleleri birbirine ekledikçe ekliyor diye düşünüyordu.
-Bu gidişle esas konuya gelemeyeceksin.
-Muzursun sen. Sabret biraz. Neyse, o gün, işten geldim, hemen evi temizlemeye koyuldum, ardından, banyoya girdim, çıktığımda ,gün yavaş yavaş inmeye başlamıştı, gökyüzü her zamankinden daha kızıldı, sonra karanlık usul usul her yanı sardı.Ay, bütün haşmetiyle ağır ağır kocaman bir altın top gibi gökyüzünde yükseldi.Gümüşî martıların, ay ışığı altındaki danslarını seyre daldım. Bir elimde çay, bir elimde sigara, önümde İstanbul, karşıda dolunay…Sonra bir ses duydum.Dolunayın sesi olur mu?…Hışırtı gibi,hızlı alınan nefes gibi, hıçkırık gibi…Açık camdan baktım,bir şey göremedim,pencereden çatıya çıktım orada, hemen oracıktaydı.Yaralı bir martı gibi kıpırtısız, iki büklüm…Ogün eve gelirken bakkalın çırağı bir çatışmadan bahsetmişti,o geldi hemen aklıma.Çatışma filan,yaralı mı? Kim? Yanına çömeldim, ellerini tuttum, alev gibiydi, kısık kısık nefes alıp veriyordu. Sorduğum sorulara cevap vermedi, öyle boş boş yüzüme bakıp durdu.”Korkma benden sana zarar gelmez” dedim çekiştire çekiştire camdan içeriye soktum. Garibim öyle şaşkındı ki.
Özgür ağzı bir karış açık dinliyordu.Bu hikayeden bihaberdi. Zaten yirmi yaşına kadar Gülizar’ı gerçek anneannesi zannediyordu.Ta ki…
-Yani tanımadığın birini evine almışsın, ya başın belaya girseydi.
-Hatırlıyor musun?Büyük depremin haftasıydı, fırtına başlamak üzereydi, mutfak penceresinin pervazına bir kanarya konmuştu camı açınca içeriye girmişti.Depremde yıkılan bir evden kaçtığını düşünmüştük, sonra yıllarca bakmıştık ona.Sen kuşlardan korkardın halbuki. Kapımıza gelmişti. Başka türlüsünü düşünemedik. İşte öyle kapıma gelmişti. Onu öyle nasıl bırakırdım.
-Sen çok iyi bir insansın be anninim.
Sarıldı Gülizar’a.
-Hemen banyodaki küçük tüpün üstüne kazanı suyla doldurup koydum, sonra önüme oturtup bir güzel yıkadım. O zaman anladım yeni doğum yaptığını. Göğüslerine süt dolmuş ondan çıkmış ateşi. Seni emziremeyince. Banyoda, havluyu sıcak suyla ıslattım, göğsündeki sütleri sağdım güzelce, benim geceliklerden birini giydirdim. Domatesli şehriye çorbam vardı, ,yudum yudum, bebeğe verir gibi, zorla içirdim. Bir bardak çay verdim ardından. O gece içim öyle huzurla doldu ki anlatamam sana. Sanki yıllardır çektiğim çileler, sadece bu an içinmiş gibi geldi. Dolunay, o akşam benim yüreğime doğdu. Ananı, kendim doğurmuşum gibi sarmaladım. Uyuyuverdi garibim. Gece yarısı ağlama sesine uyandım, sarıldı ellerime bir beni Özgür’e götür diyor bir Sadık’a. Zor yatıştırdım, daldı sonra. Sabah, biraz kendine geldi, ama hiçbir şey anlatmadı, gitmek istedi. Kuş kadar hali vardı zaten kırk kilo var yok. O gün üstünden kapıyı kilitleyip işe gittim, sonraki gün için güç bela izin aldım.
Gözlerinden akan yaşları durduramıyordu Özgür. Bu nasıl bir çileymiş anneminki…
-Nasıl yani üstüne kapıyı kilitleyip mi gittin.?
-Napsaydım a kuzum. Belalı bir durum olduğu belli, ananın kafa gitmiş, aklım kaldı tabii ama napim.
-Çok heyecanlı. Ne cesur kadınsın sen.
-Sözümü kesme anlatayım bitsin. O akşam, annen biraz daha kendine geldi, olanı biteni anlattı. Seni yanlarında kaldığı aileye emanet edip, babanı görmeye gelmiş, buluştukları evi polis basmış, damdan dama atlayarak, benim çatıya kadar gelmişler, ötesine bu garibim geçememiş. Bizim evden sonra, biraz boşluk vardı. Baban atlamış gitmiş “Ben geri dönüp seni alacağım bir yere ayrılma demiş”.Sonra tabanca sesleri gelmiş çok uzun süre, ardından her yanı derin bir sessizlik sarmış, martıların bile sesi kesilmiş.
Çalan telefonun sesi konuşmayı böldü, Özgür çantasının içinde bir müddet arandı, sonunda telefonu bulup konuştu.
– Hakan, çıkıyormuş, başka bir şey istiyor musunuz diye soruyor.
-Yok, kuzum ne isteyeyim sağlığınız.
-Annini, aşağıya inelim mi? Sigara içmek istiyorum, devamını orda anlat.
-Bana da verirsen olur.
Asansörden inip daha önce oturdukları yerin dolmuş olduğunu görünce, kameriyenin dışındaki masalardan birine oturdular, gece çökmeye başlamış, güneş kaybolmuştu.
– Sana sigara içirdiğimi duysa, biliyorsun, annem beni kıtır kıtır doğrar. Bu bir sır tamam mı? Peki sonra ne oldu?
Gülizar’ın mavi gözlerinden hüzün, keder, sevgi, huzur peş peşe akıp geçti. Sigarasından çıkarttığı dumanı, sanki otuz beş yıl önce bırakmamış da, hala günde iki paket içermiş gibi, Özgür’ün şaşkın bakışları altında afili afili havaya savurdu. Sonra devam etti anlatmaya.
O sabah, elimde ananın verdiği adres, düştüm yollara, Şişli’ye gittim. Ona buna, Sora sora adını unuttum şimdi, dediği fırını buldum. Usta, çırağına işaret verdi, çırak önde ben arkada, ara sokaklarda bayağı bir dolaşıp bir apartmanın zemin katındaki kapıyı çaldık. İçeriye girmeden seni dayayıverdiler kucağıma…Kırk iki günlükmüşsün öyle söylediler.Mis gibi kokuyordun, sıcak ekmek pudra karışımı bir şey.Yine dolana dolana gitmemi söylediler.Bir de artık babası,o yiğit çocuk artık yok, ona iyi bakın dediler. O zaman iyice sım sıkı göğsüme bastırdım seni . Para vermek istediler almadım. Anladım ben onları, çok korkmuşlardı ama iyi insanlardı. Yol boyu, anana babanın ölümünü nasıl anlatacağımı kurdum kafamda, en sonunda anlatmamaya karar verdim. Nasıl anlatılır ki yeni doğum yapmış kadına… Yarası öldürücü değilmiş ama hastane yerine karakola götürünce kan kaybından…
Özgür’ün yüzü allak bullak oldu. Hiç değilse babamı bir kerecik görebilseydim diye düşündü. Kocaman siyah gözleri gölgelendi. Başı sıkıştığı zamanlarda hep yaptığı gibi konuyu değiştirmek istedi.
-Sen nerde çalışıyordun annini?
-Anlatırım sonra dedim ya gülüm.
-Hep sonra diyorsun ama, ne iş yapıyordun hadi söyle.
Buruk bir gülümseme ilişti? dudağının kenarına.
– Annenin dediğine göre dünyanın en eski mesleğiymiş…
İstanbul…Ama hangi İstanbul?.Topkapı’da otobüsten inmeleri.Kalabalık, keşmekeş, Cüneyt’e sokuluşu, pis bakışlar… Zeyrek, bir göz oda, boş, dolu içki şişeleri, yayları bozuk somya…Hiç bitmeyen huzursuzluk,tükenen paralar, satılan bilezikler,nereden geldiğini,kim olduğunu bilmediği yaşlı bir kadının yardımıyla evde doğum… Yalnızlık, iki aylıkken zavallı İnci’sinin kollarından kayıp gidivermesi sonra biraz daha debelenme,bataklık…Özeti buydu.
-Annini daldın yine ooo.
-Hı…Yok şimdi ben annenin yanında kalmayacağım ya..
-Geçtik onları Gülizar Sultan! Biliyor musun. Annem hem sanşlı, hem de çok şanssız. Babamı kaybettiğinde daha yirmi bir yaşındaymış, düşünsene tanışıp aşık olduklarında annem on yedi, babam yirmi yaşındaymış, çok gençler….Üstelik bir de her ikisinin de anası babası onları reddetmiş.Ben çocuklarıma kesinlikle böyle bir şey yapamam hep onların arkasında olurum sırf onunla aynı görüşte değil diye insan çocuğunu reddeder mi?Ama sonra ben doğmuşum,seni tanımış ne güzel. Sen bizim ailemizsin annini. Benim canımsın, anne demeden önce annini demişim bir kere, düşün artık ne kadar sevildiğini.
Beş yaşında çocuk sevimliliğiyle sırnaştı Gülizar’a. Sev beni der gibi başını göğsüne soktu. Sonra, devam etti.
– Annemin söylediğine göre sen de çok acılar çekmişsin. İkiniz birbirinizin yarasını sarmışsınız. Ben de merhem olmuşum.-Biliyor musun? Karar verdim sizi de alıp,İzmir’e götüreceğim.
Gülizar ses etmedi. Elini tuttu Özgür’ün. Öyle kaldılar bir süre.
Bir an gözlerini kapattı Özgür, çocukluğunu düşündü. İki kadın nasıl da sevgiyle ilgiyle büyütmüşlerdi onu. Babasını trafik kazasında kaybetti diye biliyordu yıllar yılı, üniversiteye gidiyordu, yirmi yaşındaydı gerçeği tesâdüfen internetten öğrendiği zaman. Nasıl kırılmış, günlerce ağzını bıçak açmamıştı. Bir süre sonra annesinin karşısına geçmiş,“babam utanılacak bir şey mi yaptı ki, sen onun devrimci olduğunu sakladın benden. Halkı için savaşmış yiğit, korkusuz bir adam olduğu için onunla gurur duyarım ben.Namussuz değil ,hırsız değil uğursuz değil.”ardından Kapıları çarpıp gitmiş,neredeyse iki ay Semra teyzesinde kalmıştı.Ancak çocuğu olduktan sonra anlamıştı annesinin onu korumak istediğini…
-Annini, ben sizi artık burada bırakamam.
-Tamam kuzum, tamam melaikem, annen çıksın bir hayırlısıyla da. Artık, o ne derse o.
-Gidelim mi ameliyathanenin önüne.
Asansör kalabalıktı bu kez, bekleme salonu da. Daha önce gördükleri çift, yaşlı bir kadınla genç adam, yanlarında yedi sekiz yaşlarındaki kız çocuğuyla orta yaşlı bir çift. Neredeyse oturacak yer yoktu. Boş olan koltuğa Gülizar’ı oturttu, kendi oturmadı huzursuzdu , beklemeye başladılar.Salonda çıt yoktu.Herkesin yüzü endişeliydi.On on beş dakika sessizce bekledikten sonra, bir hareketlilik oldu asansörden inen iki doktor neredeyse koşarak ameliyathaneye girdi.Bekleyenler bakışlarını o yöne çevirdi.Yaşlı kadının yanındaki genç adam bankoya doğru ilerledi. Gülizar’ın göğsünün üstüne bir taş oturdu, Özgür’ün boğazı düğümlendi. Göz göze geldiler bir an. Gülizar özgür’ün kulağına fısıldadı.
-Anan güçlü kadın bir şey olmaz ona. Ne acılar gördü o ne ihanetler yaşadı, aslanlar gibi savaştı, ikimizi de aç açık koymadı. Yok, bir şey olmaz ona.
Sıkıca tuttu Özgür’ün ellerini. Tek vücut gibi yavaşça ayağa kalktılar, az önce konuştukları, hasta bakıcı bariyeri atlayarak çıktı. Soran gözlerle baktılar, gözlerini kaçırıp, soru sormalarına fırsat vermeden asansöre binip gitti. Bir kaç dakika sonra bariyeri atlayan başka iki doktor başları eğik fısır fısır konuşarak, asansörün önüne geldiler.
Gülizar tanımıştı doktoru, yüreğinin üstüne oturmuş taşı kaldırmak istercesine can havliyle seslendi.
-Doktor Bey!
Gülizar, Özgür’e döndü.
-Annenin doktoru.
İkisi de soran gözlerle doktora baktılar. Doktor gözlerini kaçırmak istese de kaçıramadı.
-Siz
-Kızıyım ben.
-Üzgünüm, her yana yayılmış, kalbini de zayıflatmış maalesef…
Özgür de Gülizar da doktorun söylediklerini anlayamayacak kadar şaşkındılar.
-Yani…
-Başınız sağ olsun.
Anneeeee diye bir haykırış koptu, Özgür’ ün boğazından. Ameliyathanenin bekleme salonunda oturanlarr yerlerinden fırlayıp, yanlara koştular anında., her kafadan bir ses çıkarken, Gülizar, yere çökmüş, fısıltı halinde, yaralı martım, yaralı kuşum ne yaptın sen bize ne yaptın sen bize diye söyleniyordu. karanlık çökmüştü, ay yoktu…
Bir cevap yazın