Yolsuzluğu yol bildiği hangi düşünsel söylem ispatlayabilirdi ki aksini… Mağdur kılındığına mı yansın mazlumluğunun yansıttığı o boynu bükük ve yadsımaz tavrı mı çeksin dikkatini haricindekilerinin…
Bir kez baş koymuştu bu yola en çok kayıtsızlılığı mesken edinmişken benliği hele ki şekillendirirken kader günbegün artık demiyordu ki ‘’haksızsınız.’’
Ümidini yitirdiği günlerin ardından şunun şurasında ne kadar zaman geçmişti ki? Pervasızdı alabildiğine cabbardı önceki kimliğine nazaran. Tutuk da değildi dili sadece konuşmak istemiyordu hele ki oğlunu toprağa verdiği o günden beri hele ki bir ömür boyu susturulmuş olmanın acısı nasıl da çöreklenmişti.
Görünürde değişen bir şey yoktu oysa. Her şey sıradan, o zaten hepten yoksun kılınmış iken şimdi yokluğunun acısını çıkarıyordu varlık addettiği değerlerden.
Yirmi seneye yakın hizmet vermişti öğretmen kimliğiyle. Gitmediği köy, belde yaşamadığı sefalet kalmamıştı. Sabahın kör saatinde az yakmamıştı hani sobayı bir gün evvelinden öğretmen kürsüsünün dibine yığdığı tezekle. Bir kez dahi yakınmamıştı da. Kaç kez donma tehlikesi geçirmişti soğuğun hezimetine uğrayıp.
Lakin oğlu gittikten sonra mesleğini de terk etmişti. Mademki hayat onu gözden çıkarmıştı hiçbir şey umurunda değildi artık. Düzen ona ayak uyduramadığına göre üzerine düşendi düzensizliğin peşi sıra gitmek.
Henüz beş yaşındaydı Okan lösemi ile tanıştığında ve altı yaşını görme fırsatını kaçırmıştı bu illet yüzünden.
Yoklukla mücadele ettikleri yıllara denk düşmüştü Okan’ın rahatsızlığı. İmkânsızlığın dibine vurmuşlardı her ne kadar adam varını yoğunu oğlu için heba etse de. Neye ya da kime ne ölçüde yetmişti ki bu güne kadar hele ki şimdi?
Geç kalınmışlığın ve imkânsızlığın bedelini ufacık bedeniyle ödeyecekti küçük çocuk lakin ödemişti de. İmkânlar dâhilinde kalmak yetersiz gelmişti ve aile gitgide dibe vururken. Şartları değiştirmek için sahip oldukları güç solda sıfırdı kaderin acımasızlığının yanında.
Her şey sonlanmış olsa da görüntüde aslında sonun başlangıcıydı olup biten…
İçine girdikleri borç batağından çıkmak şöyle dursun daha büyük bir çıkmaza gireceklerdi.
Olanları hatırlamak ve çözüm olamamak idi adamın sık sık aklından geçirdiği. Düşünmek acı verse de zihninin ücralarında takılı ne varsa kendine uyguladığı en büyük işkenceydi Remzi Karaoğlu’nun. Kapkara bir sayfaya gözlerinin önünde asılı asla beyazı görme ihtimalinin olmadığı.
Acımaklı bakışların baskıcı ve eleştirel yansıması idi tek duyumsadığı. Görmekten hicap ettiği ne ve kim varsa her gün karşılaşıyordu ve yaşıyordu aynı duyguları elinde olmadan üstelik ve tek kelime söylemeden geçip gidiyordu mahallelinin önünden.
Borçlarını ödemek şöyle dursun katlanarak artan rakamlardı yirmi dört saat zihnini işgal eden. Çaresizliğin getirdiği çökkünlük bir yana olup bitenin tek sorumlusu yine adamın kendisiydi ve ne yazık ki karısı her şeyin tek sebebi olarak ilk günden beri onu zan altında bırakmıştı.
Mucizelere asla inanmasa da Remzi dini bütün bir mümindi ta ki oğlunu toprağa verene kadar. Çocuğun hastanedeki son gününe hatta son saate kadar hep ümit etmişti uygun iliğin bulunup oğlunun iyi olacağını. İnancını saklı tutmuştu son saniyeye kadar.
Sayısız hastanın iyileştiğine tanık olmuştu hastanede geçirdikleri süre zarfında ve hep de yürekten dilemişti Okan’ın iyi olmasını sadece Tanrı’dan istemiş ve beklemişti.
Bu vesile ile o da kan ve doku örneği vermişti pek çok insan gibi. Mademki hayat bir alış verişti herkes sırasını beklemeliydi mutlu olmak için ki herkesin bunu hak ettiğine yürekten inanıyordu.
Son üç gündür aynı şeyleri düşünüp düşünüp kımıldamadan yatıyordu en azından haz etmediği bakışlardan ve insanlardan uzaktı odasında ve başucundaki şişeler çoktan dibini bulmuştu yine. Unutabildiği kadar unutmak istiyordu ve karışmak yokluğa. Kararını çoktan vermişti aslında da cesaretini toplamak mümkün olmuyordu.
Yaşama tutunması için tek bir neden dahi kalmamıştı ki. Vadesinin dolacağı günü kestiremediği için beklemek de istemiyordu artık. Her geçen saniye daha da acıyordu canı daha kanıyordu oysa doya doya sevememişti, öpememişti meleğini.
O kadar çok arzu etmişti ki aklını hepten kaybedip tek hamlede kendini boşluğa bırakmayı. Kafasında şekillendikçe intihar fikri bu sefer yöntemini saptamaya çalışıyordu aklı sıra. Acı çekmek istemiyordu ruhunu teslim etmeden ve garantili şekilde son vermek istiyordu hayatına. Lakin cesaretini toplamaya dahi yoktu gücü.
Oysa ne basitti ölmek. Bir avuç ilaç bitirirdi işini. Büyük ihtimalle vücudu uyuşacak ve acı çekmeden son verecekti tüm acılarına. Üstelik haber vermesi gereken kimse de yoktu. Karısını en son cenazede oğlunun tabutuna sarılıp ağlarken görmüştü. O günden beri ne aramış ne sormuştu adamı sadece ara sıra hakaret ve taciz yüklü mesajlar atıyordu kadın. Öyle ya, her şeyin tek sorumlusu idi adam. Acı acı güldü Remzi. Bu saatten sonra neyi değiştirmeye yeterdi ki gücü.
Üç beş meslektaşı vardı eskilerden kalan onların da yüzüne bakacak cesareti yoktu hele ki içine gömülü o borçlar telef etmişken. Kısaca herkes elini eteğini çekmişti adamdan hele ki karısının ailesi ilk günden beri haz etmemişti çulsuz diye de az hakir görmemişlerdi hani.
Sersem sepelekti günlerden içtiği içkinin etkisiyle.
‘’Vakit geldi oğlum, buraya kadarmış’’ deyip ilaç şişesini olduğu gibi boşalttı avucuna. Nasıl da masum görünüyordu her biri o pembe renkleri ile.
Kelime-i şahadet getirme ihtiyacı hissetti aniden ve tüm bildiği duaları okumaya başladı ansızın.’’Cehennemden çıkamayacaksın ne de olsa’’ diye mırıldansa da alıkoyamıyordu kendini dua etmekten.’’Âmin’’ deyip içinde iki parmak kalmış bira şişesine uzandı. Yine alamadı kendini besmele çekmekten.’’
‘’Vay be, amma dini bütün adammışım’’ deyip acı acı gülüyordu bir yandan.
Lakin hala ilaçlar avucundaydı belli ki aklı sıra geciktiriyordu malum sonu.
‘’Gazı da mı açsam’’diye geçirdi içinden. İyi de ya tüm apartman havaya uçup bir de onca insanın katili olursa… Vazgeçti bu fikrinden. Baka kalmıştı avucundaki ilaçlara.
‘’Kes olayı dramatize etmeyi. Hadi yut artık şu lanet olasıca hapları’’dese de vücudu tir tir titriyordu. Bir yandan da telkin ediyordu kendine:’’Kolay olacak hem de tahminimden çok kolay olacak. Canım da yanmayacak üstelik. Bak Okan nasıl da beni çağırıyor yanına.’’
Telefonun çalmasıyla zıpladı yattığı yerden.
‘’Zamanı mı şimdi’’ deyip okkalı bir küfür savurdu. Tek hamlede yuttu ilaçları. Rahatlamıştı işte.
Yine de tadı zehir gibiydi ağzının.’’Ih’’ dedi usulca.
Telefon ısrarla çalıyordu.
‘’Kesin zebanidir arayan. Hadi çabuk tut elini bak kontenjan dolmak üzere, diye haber verecek aklı sıra’’ demesine kalmadı ki kalan içkiyi de dikti ağzına.
‘’Bak ne kolay oldu’’ diye sevinmeye bile başlamıştı. Saat tutmalıydı şimdi. Bakalım ilaçlar kaç dakikada etki edecekti?
‘’Saatin kaç olduğuna bakmalıyım. Ardından da yüze kadar geri sayacağım ve sıfıra geldiğimde kendimi cehennemin kapısında bulacağım.’’
Telefona tam yönelmişti ki ısrarlı çalışı iyice sinir etti adamı.
‘’Ulan, arayacak zaman mı şimdi’’demesine kalmadı hışımla cevap verdi gelen çağrıya:’’Ne istiyorsun?’’
‘’Remzi Bey.’’
‘’Benim ya sen kimsin?’’
‘’Hastaneden arıyorum efendim. Okan’ın babasısınız değil mi?’’
‘’Borcum için arıyorsunuz değil mi… Sizi açgözlüler sizi…’’
‘’Hayır efendim. Sizin bize artık tek kuruş borcunuz yok zira sıfırlandı hesabınız.’’
‘’Şimdi dalga geçmenin sırası mı? İliğime kemiğime kadar kuruttunuz yetmedi şimdi de kafa mı buluyorsunuz?’’
‘’Remzi Bey, dinleyin lütfen. Müjdeli bir haber vermek için arıyorum ben sizi.’’
‘’Git başımdan kardeşim. Oğlumu toprağa vereli şunun şurasında kaç gün olmuş ne müjdeli haberinden bahsediyorsun sen?’’
‘’Remzi Bey, oğlunuzla aynı serviste yatan çocuklarımızdan biri ile doku örneğiniz tutuyor. En azından bu acıyı başkaları da yaşamayacak sayenizde. Yarın sabah hastaneye uğrayabilir misiniz diye aramıştım. Sanırım uygunsuz bir zamanda aradım.’’
‘’Anlamadım!’’
‘’Kayıtlısınız efendim bilgi bankamızda. Verdiğiniz kan ve ilik örneği hastamızınkiyle uyumlu. Kısaca bir çocuğumuza hayat olacaksınız.’’
‘’Ne yani, uygun donör olduğumu mu kast ediyorsunuz?’’
‘’Aynen öyle Remzi Bey. Evet, sizin için zor olacak biliyorum ama bir hayat kurtaracaksınız. Alo, alo. Orda mısınız? Sizi duyamıyorum. Remzi Bey…’’
‘’Tanrım, lütfen. Lütfen bana yeni bir şans ver. O zavallı çocuğa bir şans ver.’’
‘’Alooo…’’
Mucize çağrının ertesinde koşa koşa banyoya gitti adam. Ne var ne yoksa boşalttı midesini. Yuttuğu ilaçları ve son yirmi dört saatte yediği içtiği ne varsa istifra etti.
Yaşadığı son beş dakika içinde gidip gelmişti cehennem ve dünya arasında.
Yeniden hızlıca ve tutarken böğrünü yöneldi salona, kaptı telefonu.
‘’Orda mısınız Remzi Bey? Alo, alo iyi misiniz?’’
‘’Evet, buradayım.’’
‘’Bir an gittiniz sandım.’’
‘’Evet, gitmiştim. Gerçekten gitmiştim ama geri geldim. Yarın görüşmek üzere…’’
Bir cevap yazın