Kollarından tutan iki kişi onu odaya girdirdi. Odanın büyük bir kısmını kaplayan masanın arkasında oturan beyaz gömlekli birinin, önündeki kâğıtlara bir şeyler yazdığını gördü. Duvara muntazam bir şekilde asılmış üzerinde adamın resminin olduğu belgelere bakılırsa bu adamın, başarılı ama bir o kadar da sonunu hazırlayıp onu ölüme bile götürebilecek bir karakter bozukluğuna sahip, küstah tavır ve davranışlar sergileyen bir komiser olabileceğini düşündü. Korkudan yüzüne bakmıyor, görüş açısındaki karartısını görmek ona yetiyordu. Onu getirenlerin direktifleriyle masanın önünde duran kahverengi koltuklardan birine geçip, büzülerek oturdu. Sonra bir anda odanın içini kapladığını düşündüğü yüksek tonda söylenmiş bir söz kulaklarında çınladı.
“Çabuk olanları anlat!”
Korku ile harmanlaşmış duygularıyla bitap halde titreyerek “Tamam! Anlatıyorum bağırma!” diyerek adama doğru döndü ve hızla konuşmaya başladı.
“Bundan bir sene önce, cinayet mahallinde buldukları bir kızı görmem için muayenehaneme getirdiler. Kızda bedenin kötü bir ruh tarafından ele geçirildiğine yönelik bir patolojik inancın etkileri görülüyordu. Bu nedenle kitap veya diğer basılı materyalleri ve medyaları merasimle yok ediyor, aynı zamanda saçlarını hiç kestirmiyordu. Bulunduğu evdeki herkes öldürülmüştü. Öldürülenlerle karşılaştırmak için öncelikle genetik yapısını inceledim. Orta parmağının ucunda bulunan bir anatomik merkezi nokta dışında her şey normaldi. Fakat ruhsal durumu için aynı şeyi söylemem pek mümkün değildi. Çünkü karşılaştığı tüm olaylar onda şok edici ama aynı zamanda büyüleyici bir etki bırakmıştı.”
Gözleri masanın üzerinde duran siyah kalemliğe sabitlemiş hiç durmadan konuşmaya devam ediyordu. Masada oturan adam ise onu dikkatle inceliyor, aynı zamanda önünde bulunan kâğıtlara sürekli notlar alıyordu.
“Hiç bir şey konuşmuyordu. Her şey ona tarif edilemeyecek veya söylenmeyecek kadar kötü bir ifade veya sözmüş gibi geliyordu. Hiç bir şeye hatta gözlerimin içine bile bakmıyor, nazar etkisi yaratabileceğine inanıyordu. Önce ondan çok korktum ve Ktenology ile ilgili uygulamalar yapmayı düşündüm.” derken birden duraksadı. Gözlerini karşında duran adamın gözlerine odaklayarak “Yani onu öldürmeyi düşündüm.” diyerek sessizliğe gömüldü. Sonra gözlerini yine kalemliğe odaklayarak uzun süre yüzünde beliren gülümsemesiyle öylece donup kaldı. Masada oturan adamın söylediklerini duymuyor, hiçbir şeye tepki vermiyordu. Beyaz teni ile bütünleşmiş beyaz gömleğiyle koltukta yerleştirilmiş bir heykele benziyordu adeta. Sonra biranda iplerini tekrar kontrole aldığı bir kuklayı oynatır gibi hareketlendi. Bedeni yumuşadı, gülümsemesi yerini tebessüme bıraktı. Boyunu büküp, büyülü alçak bir ses tonu ile konuşmaya başladı.
“Fakat fazlasıyla zayıf, ince ve çelimsiz bedeni, duru güzelliği ile beni büyülemeyi başarmıştı. Bu nedenle verdiğim talimatlar ve raporlarla tüm suçlamalardan kurtulmasını sağladım. Ama o ne yaptı biliyor musun? Anında beni unuttu. Oysaki ben serbest kaldığı günden o güne kadar, daha doğrusu beni yakaladığınız o güne kadar onun peşini hiç bırakmadım.”
Masada oturan adam babacan bir tavırla bezediği davranışlarına zıt ciddi bir tavırla sordu. “Yani tüm bunların suçlusu o kız mı?”
“O mu?” dedi tek nefeste, sonrasında tekrar suskunluğa boğuldu. İçine gömüldüğü suskunluğun onu daha derinlere götürdüğünün farkında olan adam elindeki kalemi masaya bırakıp arkasına yaslandı. Kollarını önünde kavuşturup vurgun yemeden onu yüzeye çıkartmak istercesine yeni bir soru yöneltti. “Biraz önce anlatmamıştın. Peki, senin tabirinle serbest kalır kalmaz o ne yaptı?”
Havada uçuşan kelimelere yeni kelimeler karışarak oda dolarken gittikçe rahatlıyor, olayları yeniden yaşarcasına heyecanla anlatıyordu. “Serbest kalır kalmaz ne yapacak dağ tepe demeden durmadan dolaşmaya başladı. Muayenehanemdeki işlerin çok yoğun olması nedeniyle onu takip edemiyordum. Bu nedenle tanıdığım herkese onun nerede, nasıl olduğuna, neler yaptığına dair bana bilgi vermelerini istedim. Ama ne olduysa bir süre sonra hepsi suskunluğa boğuldu. Çok geçmemişti ki onu takip etmek için kullandığım tüm yöntemlerdeki bilgi üretimlerini almamam için beni engelledi, bilgisayarım bile bir anda bozuldu. Hatta daha sonrasında da bile bir sürü doğaüstü işaretlere neden olan olayla karşılaştım. Ama yinede onu bırakmadım. Tüm işimi bir kenara bırakma kararı aldım ve onu takibe başladım. Bu nedenle her şeyimi kaybettim ya zaten.”
“Pişman mısın peki?”
Ama sorulan soruyu duymamıştı bile. Sinirle, kafasını sallıyor, söylediklerini destekleyici hareketler yaparak konuşmaya devam ediyordu.
“Birkaç gün sonra bıyıkları, sakalı, favorileri yani yüzdeki kılları uzatma eylemi içindeki bir adamla buluştu. Adam ona on dokuzuncu yüzyılda bir süre siyasi bir hakaretin sembolü olarak da kullanılan, tahtadan bir oyuncak verdi. Bu hediyeye çok sevinmiş olacak ki ona sarılarak karşılık verdi. Başımdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi oldum. Hemen koşarak evime gittim. Günlerce odama kapandım. Şiddetli bir yazma arzusuna sahiptim. Her yere yazılar yazmaya başladım. Kapılara, duvarlara, masalara, çarşaflara, döşemelere ta ki etrafta yazacak bir yer kalmayıncaya kadar durmadan yazdım. Arkadaşlarım kapıyı aralayarak beni fark ettirmeden izliyorlardı. Ama ben onları bağırarak uzaklaştırıyordum. Aylar sonra nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde bir anda duraksadım. Bu seferde kontrol edilemez şekilde dans etmeme yol açan hastalığın etkisine girdim. Sürekli alkol alıyor, etrafa çarpıyor, dokunduğum her şeyi deviriyordum. Bir süre sonra daha fazla kapalı yerlerde kalamayacağımı anladım, hemen kendimi sokağa attım. Deli gibi dans ediyor, birini gördüğümdeyse ona bilgim dışında konularda görüşler, tavsiyeler veriyordum. Herkes bana garip garip bakıyor, arkamdan konuşuyordu. Hastalığım peşimi bırakmıyor, her gün bir karabasan gibi üzerime çöküyordu.“
“Peki, bu durumdan kurtulmayı hiç denemedin mi?” dedi adam. Onu zorlayarak konuşturmak istiyor, görevinin gerektirdiği gibi onu yönlendiriyordu.
“Benim kimseden böyle bir talebim olmadı. Ama baharla birlikte daha fazla insan sokaklarda dolaşmaya başladığından bende belki yorgun düşer bir yere yığılır kalırım da biri beni götürür, tedavi eder diye düşünmedim diyemem. Kafam iyice karışmış, tepemde taşıdığım bir yığın kütle haline gelmişti. Bu efsunla kaplanmış yorgun bedenimi o sokak senin bu sokak benim taşıyor, bilinçsiz bir şekilde geziniyordum ki hiç ummadığım bir anda onla karşılaştım. Karşı kaldırımda tüm güzelliğiyle belirdi. Sonra da her zaman ki gibi benden kaçacak diye düşünürken üzerime doğru yürümeye başladı.”
“Seni rahat bırakmadı yani desene”
“Nerede… Beni görmedi bile. Yanımdan geçip arkamdaki o pis sakallı adama doğru yaklaşıp, onu dudağından öptü.”
“Bu nedenle ona saldırdın yani?”
“Ben ona saldırmadım!” diye bağırarak koltuktan fırladı. Sonra birden sakinleşip yine büzülerek yerine oturup sakin bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü. “Ona saldırmam ki ben! Zaten şok olmuştum. Yapacağım ne olursa olsun her kararımın veya hareketimin bir soruna yol açacağını biliyordum ama kendime hâkim olamıyordum ki. Hem ne yapabilirdim! Sadece hızla yürüdüm. Ani bir hamleyle onu kolundan tutup kendime doğru çevirip, öptüm.”
“Eeee? “dedi adam merakla “Sonra neler oldu?”
“Ona saldırmadım ben.” dedi kısık bir sesle. Adam tekrarladı. “Tamam, saldırmadım. Ama anlat hadi sonra neler oldu?”
Uzun bir sessizliğin ardından konuşmaya başladı. “Sonrasında dünyadaki tüm kulakları sağır edebilecek güçte bağırdı. Avazı çıktığı kadar, içimi delercesine… Sesinin yankısı, yüzünün şekli, tavırları, etraftakilerin bakışları, üzerime yürüyen sakalın kılları etrafımı sardı. Kelimeler havada uçuşuyor, en ağır olanları ise kulaklarımdan yol bularak içime girip kalbimi sıkıştırıyordu. Sonra bir anda gündüz gece oldu. Yüzler kayboldu. Kendimi burada buldum. Gördüğünüz gibi her şey tam tersine döndü biranda. Artık o serbest, bense cezalıyım.”
Masada oturan adam ayağa kalktı. Köşede bekleyen görevlilere kafasıyla koltukta oturan solgun yüzlü adamı götürmelerini işaret etti. Duygularının ağırlığı çökmüş bedenini zorlukla taşıyordu. Koluna giren görevlilerin yardımıyla odadan çıkarılmasını sessizce yüreği burkularak izleyen adam masada duran ses kayıt cihazını alarak pencereye doğru yürüdü. Ağaç dallarında rüzgarla sallanan yaprakları izledi önce. Sonra dalından kopup aşağı düşmüş olanlara kilitlendi bir süre gözleri. Yapraklara dikkat etmeden üzerlerine basarak geçen insanları dağıttı algısını. Ağzına yaklaştırdığı kayıt cihazının düğmesine bastı.
“Hasta, ortama yabancı, söylenenleri duymuyor, olduğu koşulların farkında değil, olmayan sesler duyuyor, zihinsel ve duygusal olarak mesafeli, dalgın, korkuyor. Yaşadığı sarsıntının etkileri sürmekte! Tıp fakültesinden atılmasının yükünden, ağır öğrencilik günlerinin ve yaşadığı platonik aşkın etkisinden hala kurtulamamış. Kendisini suçlu görüyor. Saldırdığı düşünülen kişi için nefret duygusu barındırmıyor. Durumunda hiçbir düzelme yok! Üç ay daha müşahede altında tutulmaya devam edildikten sonra durumu tekrar kontrol edilecek.“ Söyleyeceklerini bitiren adam düğmeye basarak kaydı durdurdu. Kendi öğrencilik günlerini düşünerek derin bir iç çekti tekrar sonra kapıdaki hemşireye seslendi.
” Sıradaki…”
Diydem Deniz KOÇ
Bir cevap yazın