Bir gece dört haham bir melek tarafından ziyaret edilmiş, uyandı rılıp Yedinci Göğün Yedinci Katındaki Yedinci Kubbe’ye götürül müş. Orada kutsal Ezekiel Çarkı’nı seyretmişler.
Pardes’ten [Gök’ten] Yeryüzü’ne inerlerken, yolun bir noktasında, böylesine bir ihtişama tanık olan hahamlardan biri aklını kaybetmiş, öldüğü güne kadar ağzından köpükler saçarak dolanıp durmuş. İkinci Haham son derece sinikmiş: “Ezekiel’in Çarkı’nı sadece düşümde gör düm, o kadar. Aslında bir şey olmadı,” demiş. Üçüncü Haham gördük lerini tekrar tekrar kafasında canlandırmış, çünkü tamamen saplantılı hale gelmiş. Okuyup durmuş, bütün bunların nasıl yapıldığını ve ama cının ne olduğunu düşünmekten kendini alamamış… ve böylece yolun dan sapmış ve inancına ihanet etmiş. Bir şair olan dördüncü Haham eline bir kâğıt kalem alıp pencerenin kenarına oturmuş; akşam kumru suna, beşiğindeki kızına ve yeryüzündeki bütün yıldızlara övgüler yağ dırarak şarkı üstüne şarkı yazmış. Geçmiştekinden çok daha iyi bir ha yat yaşıyormuş artık.
Göğün Yedinci katındaki Yedinci Kubbe’de kim ne gördü bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki, Özler’in bulunduğu dünyayla kurulan temas, insanların işittikleri olağan şeylerin ötesinde bir şeyler bilmemizi sağ lar ve bizi aynı zamanda bir genişleme ve azamet hissiyle doldurur. Bi len’in sahici temeliyle temas etmemiz, en derinlerdeki bütünsel doğa mızdan tepki vermemize ve ona göre hareket etmemize yol açar.
Öykü şunu önerir: Derin bilinçdışını yaşantılamanın en iyi yolu ne çok fazla büyülenme, ne de çok az büyülenmedir, ne çok fazla huşu ne de çok fazla sinizm hissetmektir; bu yaşantı cesaret ister, evet, ama ih tiyatsızlık değil.
Jung, muhteşem denemesi “Aşkın İşlev”de Benliğin peşinde gider ken bazı kişilerin Tanrı ya da Benlik yaşantısını aşırı estetize edeceği, bazılarının bunu değersizleştirirken bazılarınınsa aşırı değer vereceği ve hazır olmayan bazılarının ise bundan incineceği uyarısmda bulunur. Ama bazıları her şeye karşın Jung’un “ahlâki yükümlülük” dediği şeyi yaşatmanın ve Vahşi Benliğe inerken ya da çıkarken öğrendiklerini ya şatma ve ifade etmenin yollarını bulmasını bilir.
İster psişik Elysian kırlarında, isterse ölüm adalarında, psişenin ke mik çöllerinde, dağın yüzünde, denizin kayalıklarında, bereketli yeral tinda-La Que Sabe’nin üzerimize üflediği, bizi değiştirdiği her yerde bulunsun, onun sözünü ettiği ahlâki yükümlülük, algıladıklarımızı ya şamak demektir. Üzerimize düşen, bize üflendiğini göstermektir – onu sergilemek, ilan etmek, şarkısını söylemek, bedenden, düşlerden ve her tür yolculuktan gelen ani bilgiler yoluyla aldıklarımızı yukarı dünyada yaşatmaktır.
(Bu öyküyü bana teyzem Tirezianany anlatmıştı. Bu öykünün “Cennete Giren Dört lü” adlı Talmud’daki versiyonunda dört haham kutsal gökteki gizemleri incelemek için Pardes’e [Cennet’e] girerler, Shekhinah’a [kadim kadın Tanni] bakarken içlerinden üçü şu ya da bu şekilde çıldırır.)
Bir cevap yazın