İnsan ömrünün en güzel ve verimli dönemlerinden biri olan 20’li yaşlarımı Bizans tarihi ve sanatıyla iç içe geçirmiş biri olarak, hem bu uygarlığın bize çok şey kattığını; hem de çalkantılarıyla, sansasyonlarıyla, ilginç imparatorları ve imparatoriçeleriyle günümüz edebiyatına ve sanatına da bol bol veri sağlayacak nitelikte olduğunu hep düşünmüşümdür. Özellikle de, tarih kayıtlarına “son Romalı” sıfatıyla geçen Iustinianus (Jüstinyen), uzun süren imparatorluğu döneminde yaşanan olaylar, askeri başarıları, Konstantinopolis’teki görkemli inşaat faaliyetleri, hukuki ve idari reformları, isyanları ve fahişelikten imparatoriçeliğe yükselen hırslı eşi Theodora ile iyi bir ilham kaynağıdır. Iustinianus devri, Erken Bizans Dönemi’nin altın çağı olarak nitelenebilecek düzeydedir. Bu kadar önemli başarılara imza atmış bir imparatorun döneminin güllük gülistanlık olması gerektiği düşünülebilir; ancak bu pırıltılı başarılar buzdağının sadece görünen kısmıdır, görünmeyen asıl büyük kısımdakiler ise zamanla birikerek patlamış ve yüzyıllarca unutulmayacak Nika ayaklanmasının yaşanmasına neden olmuştur. Dönemin iki önemli tarihçisi Prokopios ve Ioannes Malalas bu ayaklanmayı ayrıntıları ile naklederek tüm bilgilerin günümüze ulaşmasını sağlamıştır.
Iustinianus 482 yılında Balkanlar’da yer alan küçük bir köyde doğmuş, imparatorluk ordusundaki önemli komutanlardan biri olan amcası Iustinus’un isteği ile küçük yaşta Konstantinopolis’e gelmiştir. Amcası imparator olmayı başarınca Iustinianus’un da önlenemeyen yükselişi başlamış; Iustinus kendisini pek çok konuda yeğeninin önderliğine bırakarak geri planda kalmayı tercih etmiştir. Iustinianus, geçmişte hipodromdaki gösterilerde çalışan bir aktris ve başkentin ün yapmış fahişelerinden biri olan metresi Theodora ile evlenebilmek için, senatör ve diğer yüksek rütbeli memurların oyuncularla evlenmesini yasaklayan yasayı, tövbe etmiş bir aktrisle evlenilebilir şeklinde değiştirerek Theodora ile evlenmiştir. Iustinus’un 527 yılındaki ölümünden sonra da Iustinianus’un otuz sekiz yıl sürecek hakimiyeti başlamıştır. İmparatorluğu süresince Theodora da devlet yönetiminde etkin rol oynamış ve tüm kararlarında etkili olmuştur. 395 yılında Batı ve Doğu Roma olmak üzere ikiye ayrılan Büyük Roma İmparatorluğu’nun mirasını yeniden canlandırmak gayesinde olan yeni imparator, Roma’nın tek ve bölünmez olduğuna ve bunun Hıristiyanlığın siyasi yansıması sayıldığına inanmaktadır. Bu nedenle ilk amacı batıdaki toprakları, özellikle de Roma kentini geri alarak yeniden o büyük imparatorluğu inşa etmektir. Ancak tahta çıkışının ikinci yılında başlayan Pers (bugünkü İran) savaşı bu planı bir süreliğine ertelemesine neden olmuştur. 532 yılında Perslerle imzalana ‘Sonsuz Barış’ antlaşması ile imparatorun yıllık 5.000 kg ağırlığında altın ödemesi kararlaştırılmıştır. Bu imparatorluk hazinesi için ciddi bir yüktür. Öte yandan imparatorun başkent için, çoğu I.Konstantinus tarafından yaptırılmış olan yıkık kiliselerin yeniden inşaası ve pek çok yeni yapının yapımı gibi oldukça geniş çaplı ve masraflı bir inşaat planı da vardır. Bunları karşılayabilmek için tasarruf ve vergi toplama sistemiyle ilgili sıkı tedbirler alma yoluna gidilmiştir. Bu tedbirlerin uygulanması için atanan memur Kapadokyalı Ioannes, ordunun iaşesinde sıkı tasarruflar yapmış, var olan vergilerin miktarını arttırmış ve yeni vergiler koyarak belki de ilk defa zengin toprak sahiplerinin de yoksul köylüler kadar çok vergi ödemesini sağlamıştır. Yine bir tasarruf tedbiri olarak devletin halka yaptığı geleneksel yardımlar azaltılmıştır. Iustinianus, soylu bir kökene sahip olmadıkları için kendisini ve eşi Theodora’yı küçümseyen asillerle uğraşmayı da ihmal etmemiştir. Asillerin ve eyalet memurlarının gücü hatırı sayılır ölçüde azaltılarak imparatorluk merkezileştirilmiştir. Bu tedbirlerin halkı maddi açıdan bunaltmasının yanı sıra, Kapadokyalı Ioannes’in vergi toplarken çok acımasız davranması; servetini sakladığını düşündüğü kişilere işkence etmesi, hatta hapsetmesi de gerilimi tırmandırmıştır. Bu dönemde Ioannes kadar tepki toplayan bir diğer memur da 529 yılında imparatorluğun en yüksek hukuk makamı olan kutsal saray hakimliğine atanan ve gelecekte Iustinianus’un meşhur Roma hukuku derlemesinin (Codex Iustinianus) mimarı olacak olan hukukçu Tribonianus’tur. Dönemin ünlü tarihçisi Prokopios’un Savaşlar Tarihi adlı eserinin birinci cildinde kendisini “Para kazanmak için adalet satmaya daima hazırdı” şeklinde tanımladığı ve para aldığı kişilerin ihtiyaçlarına göre kimi yasaları yürürlükten kaldırmak ya da yeni yasalar çıkarmakla itham ettiği de göz önüne alınırsa halk arasında neden sevilmediği de anlaşılacaktır. Tüm bu yaşananlara mevkilerini kaybeden yöneticileri ve vergi reformlarının sonucu olarak hileli işleri duraksayan bazı soyluları da ekleyince haklın her tabakasını kapsayan genel bir hoşnutsuzluk kaçınılmaz olmuştur.
Bu hoşnutsuzluğu dışa vurulmasında fitili ateşleyen ise dönemin iki karşıt grubu olan Maviler ile Yeşiller’dir. Peki bu iki grup kimlerden oluşur ve kökeni nedir? Bunun cevabı için dönemin en büyük eğlencelerinden olan hipodromdaki yarışlara göz atmak gerekir. Bizans’a antik Roma uygarlığından miras kalan ve hipodromda düzenlenen atlı araba yarışlarında etkin olan, her biri yarışlar sırasında giydikleri kıyafetin rengiyle isimlendirilen dört ana grup/takım vardır: Maviler, Yeşiller, Kırmızılar ve Beyazlar. Her grubun kendilerini tuttukları ekibin rengiyle özdeşleştiren çok sayıda taraftarı da vardır. Bunlar giydikleri kıyafetlerin rengi ve farklı saç kesimleriyle ait oldukları grubu dışa vurmuşlardır. Öte yandan yarışların heyecanının zaman zaman hipodrom dışına taşması nedeniyle iki grup arasında büyük çaplı sokak kavgaları da yaşanmaktadır. Iustinianus döneminde, Kırmızılar ve Beyazlar yok olmuş, sadece Maviler ile Yeşiller kalmıştır. Zamanla sadece sportif faaliyetlerle ilgilenmekle yetinmeyip siyasi bir nitelik de kazanan bu iki grup, imparatorlukla ilgili siyasi, dini, idari pek çok konuda taraf olmaktan çekinmemiş, hatta yarışlar arasında politik isteklerini tezahüratlarla imparatora duyurmaya başlamıştır. Iustinianus ve Theodora Maviler’in taraftarıdır. Hatta Iustinianus tahta çıkmadan önce bu grubun desteğini almak için çok çabalamıştır. Ancak imparator olup tahtını güvenceye aldıktan sonra, tıpkı aristokrat kesime yaptığı gibi, onların da nüfuzundan kurtulmak isteyerek ayırım gözetmeksizin her iki grubu da bastırmayı denemiştir. İki grubun da ayrıcalıkları kısıtlanmış ve hipodrom dışına taşan şiddet olayları çok sert cezalarla durdurulmuştur.
Nika isyanının çıkış noktası da işte bu iki grup arasında yaşanan ve başlangıçta çok basit görünen bir olaydır. 10 Ocak 532 tarihindeki yarış sonrasında Maviler ve Yeşiller arasında çıkan kavga imparatorluk birlikleri tarafından bastırıldıktan sonra, olayın yedi elebaşı yakalanarak idam cezasına çarptırılmıştır. Bunlardan son iki tanesinin idamı sırasında ip kopunca mahkumlar kaçarak Aziz Laurentius Manastırı’na sığınmıştır. Tesadüf eseri, mahkumlardan birinin Maviler, diğerinin Yeşiller yanlısı olması bu iki hizip grubu aynı amaç altında birleştirmiş ve bu iki mahkumun affı için birlikte gösterilere başlanmıştır. Üç gün sonraki hipodrom yarışları sırasında af istekleri yine imparatora iletilmiş, kabul görmemesi üzerine de “Nika” (Zafer) tezahüratıyla birlikte arenaya inen taraflar karşılarına çıkan askerleri öldürerek ilerlemiş, ayaklanma kısa sürede hipodrom dışına taşmıştır. Hapishanedeki bütün mahkumları serbest bırakarak binayı ateşe veren bu iki gruba, Iustinianus’un savurgan politikasının bedelini vergilerle ödemekten bıkmış halk da katılınca olay durdurulamaz bir hal almıştır. Zeuksippos ve Aleksandros hamamları, Aya İrini ve Ayasofya kiliseleri ile sarayın ana girişi olan Khalke (Tunç Ev) ateşe verilmiştir. Tam bu sırada sahip oldukları imtiyazları kaybettikleri için Iustinianus’tan hazzetmeyen aristokratların da isyana katılımıyla olay imparatorun şahsına yönelik bir başkaldırıya dönüşmüştür. Durumun ciddiyetini anlayan Iustinianus, isyancılarla uzlaşmaya karar vererek, onların isteği üzerine Kapadokyalı Ioannes, Tribonianos ve kentin valisi Eudaimonos’u görevden aldığını duyursa da, isyanı sonlandıramamıştır. Bunun üzerine Belisarios komutasındaki imparatorluk birliği isyanı bastırmakla görevlendirilmiş, ancak başarısız olmuştur. 18 Ocak günü yeniden hipodromda isyancıların karşısına çıkan imparator, yaşanan kargaşanın tüm sorumluluğunu kendisinin üstlendiğini ve ayaklanmaya son verilirse herkesin affedileceği sözünü vermiştir. Fakat gelen tepkiler karşısında linç edilme korkusuyla alelacele sarayına çekilmiştir. Bizans tahtında Iustinianus gibi Trakyalı bir köylü yerine, soylu bir imparator görmek isteyen senatörler ve aristokratların da yönlendirmesiyle isyancılar eski imparatorlardan Anastasius’un yeğeni Hypatius’u imparator ilan ederek hipodromda taç giyme töreni yapmıştır. Bu sırada sarayında danışmanlarıyla görüşen Iustinianus da bu koşullar altında yapabileceği tek şeyin canını kurtarmak için maiyetiyle birlikte kaçmak olduğunu düşünmektedir. Ancak tarihçi Prokopios, bu sırada Theodora’nın araya girerek “Her insan dünyaya geldiği gibi er ya da geç ölecektir; bir imparator kaçaklığı nasıl olur da kendisine reva görür? İmparatorluk erguvanı giysilerimi asla kendi rızamla terk edemem, unvanımı taşıyamayacağım günü de asla görmeyeyim. Efendim, eğer sen canını kurtarmak istiyorsan, bunu rahatça yapabilirsin. Zenginiz, işte deniz, gemilerimiz de orada. Fakat kurtulduğun zaman, ölümü seçmediğine pişmanlık duyup duymayacağını iyi düşün. Ben her halükarda eski söze bağlı kalacağım: Erguvan en soylu kefendir” dediğini ve bu etkili konuşma ile imparatoru kalmaya ve mücadele etmeye ikna ettiğini anlatır. Bu konuşma, imparatorun ve imparatorluğun kaderini değiştirdiği gibi, binlerce insanın canına mal olacak bir kıyımın da başlangıcı olmuştur.
İsyanın bastırılması konusunda ise Prokopios ile Ioannes Malalas’ın yazdıklarında bazı farklar vardır. Malalas, Xhronographia adlı eserinde, imparatorun komutanları Belisarius, Mundus ve ünlü hadım Narses ile bir toplantı yaparak kurnaz bir plan kurduğunu anlatmaktadır. Bu plan gereğince, imparatorun verdiği altın dolu bir çanta ile tek başına ve silahsız olarak hipodroma giden Narses, Maviler’in yanına giderek grubun liderleriyle görüşmüş; Iustinianus’un da Maviler taraftarı olduğunu, imparator ilan ettikleri Hypatius’un ise Yeşiller yanlısı olduğunu anımsatarak akıllarını çelmiştir. Getirdiği altınları da Maviler’in ileri gelenler arasında dağıtmıştır. Bunun üzerine kendi aralarında konuşarak isyandan vazgeçme kararı olan Maviler taraftarlarıyla birlikte hipodromdan ayrılmıştır. Onların çıkışıyla birlikte hipodroma dalan imparatorluk birlikleri de tüm Yeşiller grubunu öldürerek ayaklanmayı noktalamıştır. Prokopios ise bu kurnaz plandan hiç bahsetmez. Onun anlatımına göre, sorunu zor kullanarak çözmeye karar veren imparator, bu iş için komutan Belisarios ile Mundus’u görevlendirmiştir. Saraydan gizlice çıkarak askerlerini toplayan ve dolambaçlı yollardan ayrı ayrı hipodroma yürüyen bu komutanlar hipodromdaki isyancılara saldırmıştır. Emrindeki askerleri ana çıkış kapılarına yerleştirmiş olan Narses de, kaçmaya kalkışan herkesi öldürmüştür. Böylece hipodrom içinde sıkıştırılan tüm isyancılar, Maviler-Yeşiller ayırımı gözetilmeksizin topluca katledilmiştir. Ölü sayısı konusunda ise Malalas ile Prokopios mutabıktır: Hipodromda öldürülen insan sayısı maalesef 30.000 civarıdır. Iustinianus, yakalanıp huzuruna getirilen Hypatius’u, aslında hiç imparatorluk hırsı olmadığını bildiği ve olaylara kapılıp sürüklendiğini tahmin ettiği için affetmeye niyetlenmiştir. Ancak Theodora buna engel olmuş, her zamanki gibi eşinin sözünü dinlemeyi tercih eden imparator da Hypatius ile kardeşi Pompeius’u ertesi gün idam ettirerek cesetlerini denize attırmıştır. Sadece birkaç hafta sonra da Tribonianos ile Kapadokyalı Ioannes eski görevlerine dönmüştür.
İsyancıların “Nika” sloganından esinlenilerek ilerleyen yıllarda “Nika Ayaklanması” olarak adlandırılan bu başkaldırı hareketinin, bu olaydan sonra daha temkinli davrandığı ve ağır vergileri devam ettirmesine rağmen vergi toplanmasında birazcık daha insaflı olduğu göz önüne alınarak Iustinianus’a iyi bir ders olduğu düşünülebilir. Ancak asıl yük yine halkın omuzlarına binmiştir. Ayaklanmanın bilançosu ağırdır. 30.000 kişilik can kaybı zaten başlı başına büyük bir felakettir. Diğer yandan, Konstantinopolis harabeye dönmüş, başta Ayasofya olmak üzere birçok önemli yapı yıkılmıştır. Bu nedenle imparatorun ünlü imar planı acilen ve genişletilmiş olarak yürürlüğe girmiştir. Ayasofya’yı yeniden inşa ettirmekle işe başlayan Iustinianus, o güne kadar görülmemiş büyüklükte ve güzellikte bir kilise yaptırmayı tasarlamış ve beş yıllık bir inşaat döneminden sonra, 537 yılında günümüz İstanbul’unun simgelerinden biri olan o muhteşem yapı ibadete açılmıştır. Aya İrini Kilisesi de Ayasofya’ya benzer tarzda yeniden inşa edilmiştir. Ayrıca, Nika ayaklanmasında zarar gören surlar, saray ve kamu binaları da onarılmıştır. Doğu sınırlarındaki sorunlar ve Nika ayaklanması nedeniyle ertelenen batı seferi de yeniden başlamış, uzun yıllar süren savaşlar sonucu Kuzey Afrika, İspanya’nın güneyi ve kıyı kesimi, İtalya, Sicilya ve Roma ile Dalmaçya kıyıları imparatorluk topraklarına dahil edilmiştir. Tüm bu inşaat ve fetih faaliyetlerinin maliyeti tahmin edilebileceği gibi çok yüksek olmuş; Iustinianus 565 yılında öldüğünde geride gücünün doruğunda görkemli bir imparatorluk, ancak aç bir halk ve bomboş bir hazine bırakmıştır. Bu geniş imparatorluğun sınırları ardılları tarafından korunamamış; İspanya, Sicilya ve İtalya’daki topraklar hızla kaybedilmiştir. Böylece Büyük Roma İmparatorluğu’nun diriltilmesi hayali de yarım kalmıştır.
Nika ayaklanmasının, isyanların çok sık yaşandığı 6.yüzyıl tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Sonuçta bu ayaklanma imparatorun vergi toplama ve vergi açıklarını kapatmak için yürüttüğü baskıcı tutuma karşı bir tepkidir. Daha önceki imparatorların bu iki zıt gruptan birinin taraftarı olması, birleşerek imparatora karşı gelmelerini engellemişken, Iustinianus ile Theodora’nın tahta çıktıktan sonra her ikisine de cephe alması tarafların onlara karşı birleşmesini sağlamıştır. Her ne kadar asıl neden kendi çıkarlarının zedelenmesi olsa da, aristokratların bu ayaklanmada halkın yanında yer alması da önemli bir ayrıntıdır. Basit görünen bir olayla başlayıp halkın her kesimini kapsayacak kadar büyüyen böylesine ayrıcalıklı bir ayaklanmanın, bu kadar trajik biçimde bastırılmış olması ve sonuçlarının uzun vadede halkın aleyhine olması ise, ne yazık ki, büyük şansızlıktır…
Bir cevap yazın