Dünya ve Türkiye’de Resmi Tarih, sınıf savaşları tarihini tam bir ırk ulus, bayrak tarihine dönüştürmüştür. Yol boyu, dinler, imparatorluklar, her türlü beylik ve devletler, utanmadan birbirinin boğazını keser. Bu kesmeyi haklı çıkarmak için haksız sebeplerin yalan tarihini okuturlar bize.
Şiir olmasa inandırıcılığı da yüksektir bu şanlı kanlı palavranın.
Şiir palavra kaldırmaz, peçesi yoktur, ahlakı ve gevelemesi de.
Açık sözlüdür şiir, göğsünü açarak yürür cinsiyetsiz, milliyetsiz!
Her savaşın galibini de bilir, kederini de.
Ana dilde yazılsa da şiir, çevrilemez yürek dilinden gayrısına duyarlılığın en bilge sesiyle.
Tarih protendir (değişken) der Arnold Toynbee. Bu değişimi sağlayanın iktidarın gücü olduğuna sıkı sıkı inanan sürü bireyi, karmaşanın içinde duygusallığının tadını arar, duyarlılığının kesik başı önünde şiire hiç dokunmaz kalbinin aklıyla.
Şiir ilk sesimizdir
Sevmek gibi en bilinçli eylemidir insan soyunun.
Anadilimiz şiirin bayrağıdır. Bütün dilleri kardeş yapar her hecede.
Halklar sevinç ve acılarından tanır birbirini, destanların diliyle, ha Gılgamış olmuş ha İlyada ya da Kalevala.
Ülkemizde,
Serada şair yetiştirme fermanıyla! İktidar tarafından batılara gönderilen ama, batıdan feyz yerine çakma şiirlerle dönen smokinli Tanzimat amcalarımız ve sanatın servetini yine sanat içine hapseden Servet-i Fünun akımına ayak bağlamış dayılarımızın şiir anlayışları yeni yetme okul öğrencilerimizin temiz kâğıt kalplerine çarpık dizelerle senelerdir zerk edilmektedir.
Nedense hep yokuş yol’a gider şiir bir dengbej acısıyla, duyanı yoktur resmi dairelerde.
Şiir iktidar tanımaz, şair hiç!
Örneğin bizim memlekette, Şah İsmal’i Çaldıran’da nasıl şap’tık biliriz de Hatayi mahlasıyla nice beyitler yazdığından haberimiz yoktur.
Kannâd olduğu için Kandî mahlasını alan Cem Sultan’ın
‘Sen pister-i gülde yatasın şevk ile handan
Ben hicr ile balin edinem harı sebeb ne’
haykırışına ağabeyi Bayezid, yani II. Beyazıt ya da Bayezīd-i Sānī, divan edebiyatındaki mahlasıyla Adlî; yanıtını şiirle değil onu yaban illerde süründürerek vermiştir. Bunu hiç bilmeyiz. Yani mahlasları diyorum.
İkisi de şairdir. Kanıtı, birbirlerine yazdıkları sayısız mektuplardır
Ama iktidar sahipleri için, erkin tadı, şiirinkinden lezzetlidir.
Resmi dille uzlaşamaz çünkü şiir, ferman dinlemez…
Şair Köroğlu’dur her yüzyılda adı değişir, isyanı asla!
Hele kız çocuğuysa şair, değil ümüğüne, göğsüne basılarak cinnetle, baba ya da koca ailesinde, kalbi bir ak güvercin gibi kırılır, ilk sesi zinhar yazmasın için.
Yani dediği bir dişi şairin: ‘Ah kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya’.
Oysa şiire ‘bakma durağı’ da vardır, insan ömrünün, ilk ötekileri anlamaya.
O durağa hiç uğramayan iktidar, yarı resmi sakat arşivine, dişi ve homoseksüel arzuların tek kelimesini sokmaz.
En ünlüsüne bile gerçeğin örtülü ödeneğinden bir erkeklik payesi mutlaka verir.
Pop şarkıcısı değildir şair. Üç günde unutulmaz. Tehlikelidir. Dilin gerillasıdır çünkü. En saklı ve açık silahıdır şiir cesur yüreklerin. Bunu halk içgüdüsel bilir.
İktidarlar öldüresiye izini sürer şairin. Küçültür, küçümsetir!
Kaç bin yıl öncenin köleci toplumunda, eşcinsel kelimesi yoktur. Hukukta da şiirde de. Onlar sevişirler sadece.
Şiirin de cinsiyeti yoktur sevişme gibi! Yasak kelimesi de…
Memeleri ‘kahraman’ olmasa da kadınlar, utanmadan şiir yazabilirler, bütün cinsiyetlere…
Şiir sevişmektir dünyayla hece hece.
Bir iç dertleşmedir şiir ve okuyan herkesindir. Şairin parmak iziyle.
Dünya bir iskeledir, şiirin bütün mücevherlerini boşalttığı, bin bir emekle.
Bir gün şiirin ve sevginin tek anadil olduğu o dünya için yazdım bu satırları. Bugünün gençlerinden biri belki okur diye de.
Şairleri bilemiyor artık insanlar. Şiirin gerçek sedasına uzun zamandır yürekler kapalı. Bu bana acı veriyor. Kederleniyorum.
Şiir ölürse, insanlık ölür, yeryüzünün arısıdır şiir, varlığını yaşatmak için sonsuzluğun.
Sonsuzluk da ölür çünkü, şair bunu bilir!
Yelda Karataş
- Mart. 2024
Bir cevap yazın