Karşıdan karşıya geçmek üzereydim. Bir an duraksadım. Bu öyle bir andı ki eğer gidersem ya sanki anılar beni terk edecek gibi ya da hepsi başıma uçuşacak . Hangisinden daha çok korktuğumu kestiremiyordum. Bazen gitmek de kalmak kadar zordu işte, benimse amacım sadece daha az korkutucu olanı seçmekti. Savaşmaktansa her şeye sil baştan başlamak, tüm bildiklerimi unutmak, yepyeni şeylerle tanışmak daha mümkün gibiydi.. Ama asla daha az korkutucu değil. Yalanlar söylemiştim, yalanlara inanmıştım, sevmiştim ve biliyordum ki sevilmiştim de. Sadece aşk duymak değildi sevmek…Belki aşık olunmamıştı bana ama annem sevmişti beni, babam sevmişti tüm o kızgın bakışlarının ardından, geveze kardeşim sevmişti… Evet belki bir an için tüm gemileri yakmak saçma sanılabilirdi biliyorum ama değildi. En azından benim için değildi işte. Rüzgar hafifçe şalımı tenimde dalgalandırırken karşıdan karşıya geçen insanları izledim. Hızla geçip giderlerken bir saniye duraksamıyorlardı. Kolaydı çünkü onlar için. Kararsızlıkları , keşkeleri onların da vardı emindim. Ama en azından duraksamadan yürüyebiliyorlardı yollarında. Kıskandım. Sevilmek daha kolay sevmek zor, bekletmek daha kolay beklemek zor, üzmek daha kolay üzülmek zor… Ama ne gitmek ne de kalan olmak kolay ikisi de birbirinden zor.Biz bir şeyi ne zaman başkalarına hissettirsek kolay biz hissetsek zor… Eksiklik hariç… Dedim ya işte giden olmak da zor kalan olmak da… Ben elimde tekerleklerinden biri aynı benim yüreğim gibi eksik valizimi kendim gibi dik tutmaya uğraşırken ne kalmayı ne de gitmeyi beceremedim…
______________________________ ______________________________ _______
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.
-Cemal Süreya
Soğuk bir eylül akşamıydı. Ben sonbaharı severdim. Yaprakları sararmış hatta bazı yaprakları karlar gibi usulca süzülen ağaçları o yemyeşil ağaçlardan bile çok severdim. İster melankolik desinler isterseler de karamsar bence hepsi eşsiz manzaralardı. Bazı günler yürümeyi sevmeyen ben sırf birkaç yaprak usulca başıma düşsün diye o ağaçların altında saatlere gezinirdim. Yine böyle sarı ile turuncu arası gidip gelen yaprakların etrafta umursamazca salındığı bir akşamdı işte. Bastığım yaprakların hışırtıları arabaların kornalarına, insanların seslerine karışırken sadece yerdeki yapraklara sabitlemiştim bakışlarımı. Her bastığım yaprağın çıtırdayışında sanki bir kalp kırıklığımın daha üzerini çiğneyip geçiyordum. Ben birine aşıktım o da kendi birisine. Olmamıştı işte, olamamıştık. Hatta benim seviyorum deme hakkım bile olamamıştı. Zaten olsa da iki cümleyi bir araya getirip diyemezdim ya neyse…
Bir cevap yazın