Karanlık ve soğuk bir gece. Bütün bir şehir uykuda. Sanki gecenin bu saatinde bir tek ben
ayaktayım, sanki bütün bir kent, bütün insanlar mışıl mışıl uyuyor üstelik o kahreden kahır
uykuları gibi değil de en güzelinden hani bebekler gibi olanından. Uyumayan bir tek benim. Ve
gecenin bu saatinde sevdası yüreğinde büyüyen.
Bütün bir kentten daha yalnızdım. Bazı geceler kitap sayfalarını koparıp koparıp gözyaşlarımı
silerdim. Okuduğum tüm kitaplarda altını çizdiğim tüm satırlarda giderek kendi yaşamımı
özdeşleştirirdim. İzlediğim filmler, okuduğum kitaplar giderek hayatımın bir parçasına
Üstelik hoşuma giden kitaplarda ki roman kahramanlarıyla aşk da yaşardım. Bazen bilirdi diğer
kahramanlar birbirlerini, yazarın diğer kitaplarından tanırdı birisi ötekisini. Ah kimseler bilmez
o gecelerde neler olduğunu. İnsan nasıl yiyip bitirir kendini, bir romanı okurken kahramanlar
nasıl çıkar gelir. Bir keresinde okuduğum bir romanda çok iyi hatırlarım cinayet o gece benim
odamda işlenmişti. Cinayeti görmüştüm sanki. Hani şair der ya:
” cinayeti kör bir kayıkçı gördü
Ben gördüm kulaklarım gördü
Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
Hiç biriniz orada yoktunuz”
Attila İlhan’ı yani kaptanı anladığım yaşın tam ortasındayım.
Ben yazmak istiyorum. İnsanları, insanı hareket ettiren bilinmeyeni. Dostoyevski gibi aç
kalmamak için yazmak istiyorum. Nazım gibi, Ali Şeriatı gibi yazdıkları yüzünden uğruna
zindanlar da yatan memleket sevdalarını. Yaşamında bütün olgularda doyuma ulaşan ve intihar
eden “ağır geliyor kıyafetlerim” diyen Tezer Özlüyü. Oğuz Atay ile Turgut’un ÖZBEN ‘liğine
ulaşarak belki de Selimle IŞIK tutabilmek için. Kafka’yı okusam Milena’yı anlatsa saatlerce,
mektuplarda ki acıyı hissederek bir böceğe dönüşerek uyandığımda.
Sonra “İkinci Yenicileri ”yine “ Büyük Saat ”in altında “Göğe Bakma Durağında” oturup beklerken
kalkıp “Laleliden dünyaya doğru giden bir tramvaya” binip Edip Cansever’le “Ah güzel Ahmet
Abim benim insan yaşadığı yere benzer” şiirini okusam sonrasında Turgut Uyar, Cemal Süreya
ve Edip Cansever ile “Çiçekçi Pasajı “ nda rakımızı yudumlarken Tomris gelse üçünün de
bakışlarının nasıl değiştiğine tanık olsam yüzümdeki bir gülümseyişle. Bir kadehte onun
gülümseyen yüzü bütün şairleri kendisine hayran bırakan güzelliği için kaldırsak. Ve Edip yine
“Masada masaymış ha” o ölümsüz dizelerini benimde olduğum o zaman yolculuğunda yazsaydı.
Ve tam o sırada Cemal Süreya seslense gür sesiyle. “ Garson bira getir. Garsonun adı Barbara”
Ne güzel bir hatıra olurdu hafızamda.
Ya “Garip Akımcılar” Orhan Veli İstanbul’u anlatsa gözlerim kapalı dinlesem, yine
“Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş ama kim
Eleni’yi öptüğümü
Yüksek kaldırımda güpe gündüz?
Dese ya da kahvede oturan yazık oldu “Süleyman Efendiye” dese birden hüzünlenen gözleriyle.
Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat o meşhur Galatasaray Lisesinin önünde çekindikleri fotoğraf
karesi canlansa. Hatta ben çekmiş olsam o fotoğrafı.
Sonra bir anda Sait Faik gelse “ abasızın mançuka” diyerek, hepimiz gülümsesek o bir sandalye
kapıp yanımıza otursa “Mahalle Kahvesi ”nde. Sabahattin Ali öldürülmemiş olsa ve “Kuyucaklı
Yusuf” ve “ Ragıp Efendi” ile kol kola gelse ve hatta “Sırça Köşk ”ten geldiklerini söyleseler. Ben
onlarla sohbet ederken bir anda köy enstitülü bir yazar olan Fakir Baykurt “ Keklik” ve “Eşekli
Kütüphaneci” si ile gelse, onlarda birer sandalye kapıp otursalar. Ya Orhan Kemal hapishanede
tanıştığı o mavi gözlü koca çınarı Nazımı kendisin nasıl öyküye yönlendirdiğini anlatırken bekçi
“Murtaza” da üniformasıyla yazarının yanına oturup arada bir ayağa fırlayıp “Yukarıda Allah,
Ankara’da Devlet hem de Hükümet, burada da Murtaza var.” deyip rastgele bekçi düdüğünü çalmaya
niyetlense de Orhan Kemal müdahale ederek onu durdursa. Ve “İnce Memed”le, Abdi Ağa bütün
hesaplaşmalarını yapıp Yaşar Kemal ‘e hararetli bir şekilde “Bir Ada Hikâyesi’ni “ anlatmak
isterlerken “Demirciler Çarşısı Cinayetinin “ ortasında kalsalar. Poyraz Musa, Melek Hatun,
Derviş Bey ile. Ve eşyanın insanı nasıl esir aldığını anlatan “Kumru ”sunun elinden tutarak ve
onu öldürmeden Tahsin Yücel girse içeri, acaba bir kedi olabilir miyim diyen Bilge Karasu ile
“Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamında”
Ve tüm bunlar olup biterken aklıma gelen nice sevdiğim yazarların arasından yarattıkları
kahramanlar ile ölümsüzleşirken hepsi hafızamda, ben hepsiyle tanışmış olmanın şerefine
erişirken ve bu sebepten dolayı gülümserken içeriye söylene söylenen son konuğum olarak Can
Baba girse ve okkalı bir küfür savursa hepimize…
Olacak iş değil ya neyse.
Bir cevap yazın