Ah şu hayat telaşı! Ta 15’indeyken gelip bulmuştu Kemal’i.
Bazen sitem etmiyor değildi babasına; ne vardı bırakıp gidecek?
Çocukluk yıllarını anımsadı bir an. Yaşıtları sokaklarda koştururken, onun daima bir telaşı vardı; ekmek telaşı…
Nasıl olmasındı ki? Babası ansızın gelen bir kalp kriziyle bütün yükü onun üzerine yükleyip çekip gitmişti…
Her şeye rağmen dik durmalıydı Kemal. Geride bakması gereken hasta bir anası vardı. Babasından geriye tek bir armağan…
Dik duracaktı durmasına da nasıl olacaktı bu koca şehirde?
gece gündüz demeden çalışmak zorundaydı. Başka çaresi mi vardı sanki?
Bir iş bulmalıydı önce. Ama nasıl? Kim onu işe alırdı ki bu yaşında…
İçi burkuldu bir an. Keşke böyle olmasaydı ama olmuştu. Bu olanlar kimsenin suçu değildi nihayetinde…
Ne yapıp edip bir iş bulmalıyım, bulmak zorundayım diye içinden geçirirken sokaklarda kağıt toplayan çocuklar aklına geldi. Bir keresinde Babasıyla dolanmaya çıkarken görmüştü onları.
Ekmek kavgası demişti babası. Kimseleri yok demek ki. Kim bilir nasıl bir hayatları vardır?
O zaman fazla bir şey anlamamıştı.
Nerden bilecekti ki bir gün hayatlarının darma dağın olacağını.
Bu işten ne kadar kazanabilirdi ki.
Ne kazanırsam kar diye geçirdi içinden.
Karınları doysa, bir de anacığının ilaçlarını alabilse yeterdi.
Başka ne olsundu ki…
Sokaklarda kağıt aramaya çıkmıştı. Bir iki kartonla evin yolunu tutmuştu ki birkaç serseri belirdi karşısında.
Fazla korkak biri değildi Kemal.
Serserinin biri elindeki sustalıyı sallayarak;
Burası bizim mıntıkamız. Seni ilk ve son uyarıyoruz. Yazık etme kendine.
Bu mıntıka dedikleri de neydi acaba? Koskoca sokak. Hepimize yeter diye düşündü.
Ellerindeki o bıçak olmasa, belki kavgaya tutuşabilirdi.
Sessizce uzaklaştı yanlarından.
Anlaşılan kağıt toplama işinden hayır yoktu.
Peki başka ne iş yapabilirdi?
annesinin durumu gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Bir şeyler yapmalıydı ama ne?
Cami çıkışlarında dilencilik yapmaya başladı.
Mendil satıyor, Bir o yana bir bu yana koşturuyor ama olmuyordu.
Her şey ateş pahasıydı.
Bir gün eve gelince annesinin durumunun iyice ağırlaştığını gördü.
Bir haftadır ilaçlarını alamamıştı.
En çok bu içini acıtıyordu.
Ne yapıp edip o ilaçları almalıydı. Yoksa annesini kaybedebilirdi.
Bu durumun düşüncesinden bile ürperdi.
Babasından sonra birde annesi gidemezdi.
Annesi tek sığnağıydı, buna izin veremezdi.
Bir hışımla evden çıkıp eczanenin yolunu tuttu.
Evet parası yoktu, olunca öderdi. Annesi ölemezdi…
Durumu eczacıya anlattı anlatmasına da karşısındaki anlamamakta ısrarcıydı. Eczacının
Son cümlesiyle olanlar oldu.
(Ne yapalım anan hastaysa! Baban yoksa bize ne. Paran yoksa ölmeye mahkumsun. Ananın vadesi Bu kadarmış demekki.)
Kemal ansızın cebindeki ekmek bıçağını adama saplayıverdi.
Ne yapmıştı? Bu olamazdı. Katil mi olmuştu. Ya şimdi ne olacaktı? Annesine ne olacaktı asıl?
O tüm bunları düşünürken kollarının kelepçelendiğini hissetti.
Nezarette de annesinin ölüm haberini aldı.
Birden o eczacının sözlerini hatırladı; paran yoksa ölmeye mahkumsun…