Geriye yazmak ve kafein tüketmek dışında bir şey kalmadığında; yemek ve su, tuvalet ve gezinti bir hiç olduğunda, alışveriş öteki insanları gözleme halini alıp bir süre sonra da sıkıcılaştığında, işte o berbat zamanların başlangıcı, düşünsel sürecin kendisi gelip çatmış demektir. Artık siz, bundan sonra, kolay kolay bir şey satın alamaz, kendinize ihtiyaç yaratamaz, yemeği kısarsınız.
Tüm öteki ve bu gibi şeyler, yazmak ve düşünmek dışında, patlamış bir balona dönüşür. Yalnız bu hastalık hakkında bilinmesi gereken önemli konu, onun geçici olduğudur. Elinizde uğraştığınız her ne iş varsa, artık nasıl bir metin sizi bu hastalığa sürüklüyorsa, bittiği zaman kısa bir mola elbette vereceksiniz. Ancak bu dinlenme zamanı, öteki çile başlayana kadardır. Sırf bu sebepten hakikatli yazarlar, o muhteşem çileciler, daha fazla hoşgörüyü hak etmektedir. Yine de belirtmekte fayda var; bu hoşgörü kazanılan bir şey değil, yazarın kimliğini bulmasıyla, yazarlığı ile varolmasıyla hak edilen doğal, başka bir şeye ihtiyacı olmayan mutlak bir hoşgörüdür. İşte kendi kendine var olabilen bu hoşgörü çoğu zaman okur ve öteki türden insanlarla, her şeyden bir haber olanlarla, sağlanamamaktadır.
Burada bazı ulusları tenzih etmem gerekir. Öte yandan bir genelleme yaptığımızda, hakikatli yazarın hakkı çoğu memlekette yenmekte, ona ait olan hoşgörüyü vermemekte uluslar inatçılık etmektedir. Bu toplulukların haklı olduğu bir yan yok mudur? Elbette var, onlar artık, yazarlar çoğaldığından ve kimin işini hakikatle yaptığını ayırt edemediklerinden, sayısı gittikçe artan bu yazar topluluğuna hoşgörü hakkını kısmak zorunda kalmışlardır.
Yine hak vermek gerekir ki, sıradan bir insanın samimiyetle okuyup bitirebileceği kitaplar, hakkında bilgi edineceği kavramlar ve belki de bu konulara ilgisi oldukça sınırlıdır. Bu konuda, ulusların yerli yazarlarına verebileceği ilgi kalmadığından, başka bir çözüm bulmak gerekir. Söz gelimi çiçeği burnunda taze yazarlar ve ulusların entelektüelleri iş birliği içinde olabilirse, metnini hakikatle taçlandırmayanlar, bozuk bir yemek gibi piyasa sunanlar ayıklanabilir. Bu bir tür elek oluşturmaya benziyor.
Oluşturulması zorunlu olan bu elek sistemi gerçekleştirilemez bir düşünce değildir. Film sektörüne bakalım mesela, bugün vizyona giren bir filmin kötü yahut iyi olduğuna dair binlerce yorum yapılıyor. Özellikte sinemadan anlayan insanlar, o konunun bilirkişileri, hem sosyal medyada belirli bir kitleye sahip olduklarından, hem de güncel olayları takip ettiklerinden, anında kendilerince oluşturdukları skalaya göre bir değerlendirme yapıp bunu kitlelere yayabiliyor. Tabi ki filmi tüketmek, bir romanı tüketmekten daha kolay olduğundan onlar bu işi çok daha hızlı ve aktif yapabiliyor.
Ancak yine de, edebiyatı değerlendirmek daha güç de olsa, ülkede bunu yapabilecek insanların elini taşın altına koymadığını görüyoruz.
Peki, neyden korkuyorlar? Yoksa entelektüeller bu türden metinleri eleştirmekle küçük düşeceklerini ve bunu yaparken o yüksek kültür mertebesinden aşağı ineceklerini mi düşünüyorlar? Yahut çalıştıkları yayınevleriyle ters düşmemek için mi susuyorlar?
Oysa eleğin otoriteler tarafından yapılması, berbat işlerin yerin dibine sokulması ve aynı zamanda seyirci kitlesi kazanmak bazı konumdaki kişiler için hiç de zor değil. Şayet bu elek sistemi uygulanmaya güçlü bir şekilde başlarsa, hakikatli yazarın hakkı olan fazladan hoşgörü yeniden kendisine verilebilir. Bu gerçekleştiğinde, yazar aldığı fazladan hoşgörü ile ne yapmak isterse onu yapacak, belki de kötü kullanacak. Ancak hiçbir suistimal, hakkın yazara ait olduğu gerçeğini saklayamaz.
Bir cevap yazın