ayağına bindiren Fatma, İbo’ya doğru eğildi, yakasından tuttu, dişleri sımsıkı, hırıltıyla karışık tane ve net,
“ULA ZİBİDİ!” demesiyle kapının köşesinde, ayazlık üzerinde duran iki büyük, çekirdek kırmak için kullanılan, taşları fark etmesi bir oldu. Bu taşlar genellikle hasat zamanı artan kayısı çekirdeklerinden, çocukların kısmetlerine düşenleri kırıp yemek için özenle bağdan bahçeden topladıkları taşlardandı. En büyük taş toprak zemine konulur, üzerinde kayısı çekirdeği yerleştirilir ve daha sonra diğer taşla üzerine vurularak çekirdeğin kabuğundan kurtulması sağlanır.
Bu taşları görür görmez Fatma hızla eğilip en büyük olanı kaptı ve İbo’nun ayağına tüm gücüyle taşı geçirdi. Bununla yetinmeyip bir de diziyle kasıklarına şöyle sağlam bir tekme atıp, arkasına bakmadan gerisin geri evin yolunu tuttu.
Neye uğradığına şaşıran İbo,
“ANEEY, AMAN ANEY AYAĞIM DA AYAĞIM, YANDIM ANEEY YANDIIIM” diye yaygarayı koparıp yerlere attı kendini. Bir abisine bir Fatma’nın gittiği yöne bakan Ece, abisini orada bırakıp, koşarak Fatma’nın peşinden gitti.
Kalender Beylerin bahçesine koşarak dalan Ece, Fatma’nın kümesten bir tavuğu yakaladığını gördü. Ne yapacak acaba diyerek korkuyla durduğu yerden izlemeye başladı. Fatma tuttuğu tavuğun cıyaklamalarına aldırmadan diğer eliyle de bahçedeki baltayı yerden kararlıkla kaptı. İkisini de tuttuğu gibi odun kesmek için kullanılan kütüğün oraya götürdü. O sırada dışarda çıkan bu gümbürtüye bakmak maksadıyla Fatma’nın annesi, babası, kardeşleri, misafirliğe gelen yengesi ve amcası mutfak kapısından bahçeye çıktılar. Diğer yandan da Ece’nin babası “Aneey yandım, sakat kaldım, beni sakat bırakan Fatma’dır aneey” diye acı içinde ağlayan İbo’yu kucağında taşıyarak, evin tüm yaşlı genç kadınları da peşinde, bir hışımla bahçeye girdi.
Herkes gördükleri manzara karşısında anlamsız birbirlerine bakışlar atarken, Fatma İbo’ya,
“Ula sulu göz, erkek adam ağlar mı?” diye sorarak, baltayı kaldırdı ve “TAAAK!”. Tavuğun başını tek seferde bedeninden ayırdı.
Ahali olayın etkisiyle bir anlığına sus pus kesilmişken, Fatma’nın yengesi sessizliği bıçak gibi kesen cırtlak bir sesle,
“Ayol ben yemem o tavuğu, Adilee” dedi.
Akşam olduğunda “ben o horoz kılıklıdan özür dilemem” diyerek kendini odunluğa kapayan Fatma’yı ne annesi Adile Hanım, ne de babası Kalender Bey dışarı çıkaramadılar. Yine de sofradan ayırdıkları bir tabak tavuklu pilavı da kapısının önüne koymayı ihmal etmediler sağ olsunlar. O gün yenge hanım haram diyerek tavuğu yememiş, kocası amca bey ise bugüne kadar yediği en güzel tavuklu pilav olduğunu iddia ederek,
“Hele Fatma kıza da pek yüklenmiysen Kalender haa” diye tembihlerde bulunmuştu.
Ece’nin abisi İbo, üç ay ayağı sargıda yatalak kalmış, bundan sonra Fatma’yı nerede görse yalpalayarak uzaklaşmış, uzaklaşamazsa da kız hö dese korktuğundan, Fatma’nın bir dediğini ikiletmemişti. Bu durumdan gayet hoşnut Fatma, İbo’yu fırsat buldukça alaya almış, köyün gariban çocuklarının güçlerini yetmediği bu zorbadan bir nevi herkes adına öç almıştı. Bizim Ece kız ise daha uzun yıllar sessizliğini korumuş, ama bir rivayete göre, zamanı gelince kendi torunlarına açılan diliyle, köyün çok sevilen masalcı ninesi olmuş.
***
Günlerden bir gün, kalabalık, gürültülü bir şehirden gelen genç bir masal anlatıcısı, diyar diyar gezip unutulmasın diye sözlü gelenek masalları toplamak için çıktığı yolculuklarının birinde, ününü doğulu dengbejlerden duyduğu masalcı Ece nineyi, bu köyde, hala sağ ve masal anlatırken bulmuştur. Bu hikayeyi de yıldızlı bir gecede, köy ahalisinin etrafına toplanıp oturduğu işte bu masalcı Ece ninenin ta kendisinden dinlemiştir. Üstelik, hep merak ettiği ‘erkek Fatma’ deyişinin kökünü bulduğuna şaşkın, mucizelerin sadece masallarda değil gerçek hayatta da olduğuna bir kez daha emin olan şehirli bu genç anlatıcı, ölene kadar bıkıp usanmadan, hikayeyi de dinleyen herkese anlatmayı kendine görev bilmiştir.
Gökten üç elma düşmüş; biri tüm anlatıcılara, diğeri tüm erkek Fatma’lara, öteki de dinleyen, okuyan herkese…
SON
Bir cevap yazın