Eski defterlere doğru olan gönül yolculuğumda, sayfalarımın yarısı ak, yarısı ise kara. Avuç avuç keşkelerimin izleri dolu, hem ruhumda hem de bedenimde. Gülümsemelerim ve hüzünlerim karmakarışık zihnimde. Adı belki çocukluk belki de toyluk. Olgunluğun dönemecinde eski defterlerin bana aksettirdiği cümleler ve hisler ile düşünüyorum yaşadıklarımı, pişmanlıklarımı ve keşkelerimi. Beni benden iyi kim bilebilir ki! Samimiyetsizlik kokan ilişkiler ve iki dudağın arasını süsleyen yalanlar. Maskeli yüzlerin arasına sıkıştırılmış bir benlik ve sonucunda ortaya çıkan farkındalık!
Pişmanlıklarımız sonucu ortaya çıkan farkındalık hali ile bir adım öteye taşıyoruz benliğimizi. Bunun adına da büyüme diyoruz. Her şey tozpembe bulutlardan ibaret olsaydı bu satırlara mürekkep düşmezdi belki de. Kalem tutan ellerin kaptanı acılarımızdır oysaki!
Haykırmak istediklerim boğazımda düğümlü değil artık. Kalbimin en ücra köşesinde tozlandırdığım yaşantılarımın arasında küllendirdim. Ne onları aralayıp serbest bırakasım var, ne de tozlarına bir nefeslik üfleyişim.
Hisler de sıradanlaşıyor kimi zaman. Bir bakıyorsun ki hiçbir şey yerli yerinde değil. Her şey gibi benliğin de eskimeye yüz tutuyor. Hayata dair verdiğin önem sıralaman değişiyor. Bunun adına olgunluk da denilse tecrübe de denilse, en yakışanı “YORGUNLUK”
Ucu bucağı pişmanlıklarla kaplı eski defterler kapandığında “meğer” ile başlayan cümlelerimle tanıştım.
Zaman aşımı ile birlikte her şey yerli yerine oturuyor ve en vefalı cümleler “meğer” ile başlıyor…
Meğer ile başlayan tüm cümlelerimi seviyorum…
Farkında olmamı sağladığı için. Ön yargılarımdan sıyırıp bütüne ulaştırdığı için. Sevdiğim ve beni seven insanları kalbimden uzaklaştırmadığı için. Kâbus dolu rüyalarımdan uyandırıp, derin bir nefes almamı sağladığı için. Sandığım ve zan altında tuttuğum fikirlerimin doğruluğunu gözler önüne serdiği için.
Hatalarımla yüzleşme fırsatı verdiği için.
Sevdiğimin sevgisini dil ile değil, yürek kıpırtısıyla hissedip, şükür etmenin faziletine erdirdiği için.
Geçmişe dönüp baktığımda, üstü tozlanmış anılarımın arasına karışmış kayda değer ufak kırıntıları fark ettirdiği için. Gözyaşını mutluluğa çevirip gülümsetebilme özelliğine sahip olduğu için.
Meğer “meğer” ile başlayan cümlelerimin içinde kocaman bir “BEN” gizliymiş. En çokta bunu görebilmemi sağladığı için…
Olup biten tüm bu duygu ve düşünce akışları esnasında tek bir sırdaş tek bir dost şahit oldu tüm yaşananlara.
Duvarlar…
Duvarlar bir konuşsa, bir haykırsa yılların üzerinde biriktirmiş olduğu sırlarını. Ama konuşmazlar biliyorum. Bana söz verdiler. Bilirim onlardan asla sır çıkmayacağını. Bedenime ve ruhuma mesken tutan duvarlar, gözyaşlarımın tek şahidi. Dingin ve hoyrat tarafımın katı yüzü. Bu mağrur duruşlarının arkasına gizledikleri gönül zenginliğiyle yaşamımızın ayrılmaz bir parçası onlar. Öyle de olmalı, öyle de görünmeliler. Yoksa döker miydik sırlarımızı! Aralar mıydık hiç gönül kapılarımızı. Perdeler ardında tek başına bir meydanda, ulu orta! Yerin kulağı var misali gibiydi, susuyordu duvarlar… Dinliyordu duvarlar…
Ser verip sır vermeyen, dost canlısı, soğuk yüzünün ardına gizlediği sığınılacak bir liman…
Bir cevap yazın