Tiyatro tarihini incelediğimizde, Antik Yunan’dan günümüze kadar geçen ikibin beşyüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu görülür. Tragedya tarihi açısından Bakkhalar oyununun önemi yadsınamaz. Gerek son tragedya oluşu gerekse Dionysos gibi bir tanrının içinde yer alması gibi pekçok öneme sahip. Tabi ki bununla beraberrinde bazı soruları da beraberinde getiriyor. Oyunda kadının yeri ve işlevi nedir? Bu oyunu inceleyerek kadınların o dönemki haklarını ve görevlerini ne kadar anlayabilirz? Bu soruların cevaplandırılması lazım. Bunun için de öncelikle tragedyayı iyi anlamak için Euripides’i ve Dionysos’u tanımak gereklidir.
Euripides; Eski Yunan tragedya şairidir. (Salamis İÖ 480 – Makedonya 406). Euripides, Atina’nın “altın çağ”ında yaşadı. Onların dönemlerinde Atina demokrasisi oturmaya başlamıştı. Ekonomik ve siyasi ve askeri açıdan Atina oldukça iyi konumdaydı. Dolayısıyla, Sanat ve edebiyatta büyük adımlar atıldı. Tiyatroya pekçok yenilik getirmiştir. Koronun işlevini azaltmış, tanrıların sahneye girme tekniklerini geliştirmiş. Ayrıca prolog ve epilog kavramlarını da kendisi tiyatroya kazandırmıştır. Euripides, trajedilerinde kişileri yüceltmekten çok, gerçeğe uygun olarak verir. Bu tartışmaları da doğrudan doğruya seyirciye yöneltir. Mecazi anlamları sevmez. Oyunlarında Diğer yazarlara kıyasla insanları daha fazla düşünmeye ve durumlarını sorgulama yoluna itmiştir. Çok tanrılı düzeni de kabul etmemiş. Aiskhylos’u tanrılara olan tutkunluğundan dolayı alaya almıştır, küçümsemiştir.
Belki de bu yüzdendir ki, Euripides ile gelişimini tamamlayan Antik Yunan tragedyasında Tanrıların tamamen kısıtlandığı görülmektedir. Bazı kaynaklara göre Euripides’in en çok karşı çıktığı nokta da kadına verilen değerdi. Kendi yöntemleriyle yönetim sistemini de eleştiren Euripides, sadece halk tarafından değil, diğer oyun yazarları tarafından da özellikle de Antik Yunan çağında komedya döneminde dışlanmış, yöntemleri benimsenmemiştir. Trajedi sanatına katmak istediği yeeniliklerin halk tarafından benimsenmediği, yalnızca beş kez ödül kazanmasından da anlaşılıyor.
Bakkhalar oyununda Pentheus’un kadınları büyük bir takıntıyla merak etmesi gibi, Euripides’in eserlerinde anlatılan kişiler tutkularına her zaman yenik düşerler. Dönemin en başarılı yazarlarından biri olmasına karşın değerlere saygısızlık ve eserlerinde kadın karakterlere önem vermiş olmasına ragmen kadın düşmanlığıyla zaman zaman suçlanmış ve Atina’da yaşadığı sure boyunca bu suçlamalar ve tepkiler hep devam etmiş. 92 eserinden zamanımıza 17’si ulaştı.
Elde bulunan tragedyaları ve bilinen oynanış yılları şöyledir:Alkestis (439), Medeia (431), Hippolytos (428’de birinci), Herakleidai (423 öncesi), Andromakhe (423 öncesi) fliketides (422, Yalvaran Kadınlar), Hekabe (421), Elektra, İon (418), Troades (415, Troyalılar), İphigeneia Tauris’de (414), Helene (412), Phoinissai (411-409, Fenikeli Kadınlar), Orestes (408), İphigeneia Aulis’te (406), Bakhai (106, Bakhalar).
Oyunun konusuna değinecek olursak: Bakkhalar tragedyasında Dionysos hem tanrı, hem aktördür. Zeus ile kralın kızı olan Semele’ nin oğlu, coşku ve şarap tanrısı olan gezgin Dionysos (Bakkhus, Bakkhos) doğduğu topraklara geri döner ve geleneklerini insanlara benimsetmeye çalışır. O’nun gelmesiyle ülkedeki kadınlar da esrik bir şekilde kendilerinden geçmiş ve o çoşkuyla dağlara kaçmışlardır. Bu kadınlara ise Bakkhalar denir. Fakat ülkenin kralı aynı zamanda teyzesinin de oğlu olan Pentheus O’nu ve dini törenlerini Kabul etmez, yalancılıkla suçlar ve yetkilerini de hiçe sayar. Bu durum Dionysos’u sinirlendirir ve krala bir oyun oynamaya karar verir. Teresias kralı alt etmek için kadınların gücüne başvurur.
Dionysos, dinini ve Bakkha kadınlarını küçümseyen Pentheus‟u cezalandıracaktır. Dionysos, Pentheus’u yavaş yavaş çıldırtır, onu etkisi altına alarak Kithairon Dağı’na doğru çeker. Bu dağ, Dionysos kültünün kalbi, belki de Dionysos’un doğduktan sonra bırakıldığı Nysa Dağı’nın ta kendisidir. Onu etkileyerek dağa Bakkhalar‟ın yanına götürüp, onlara parçalatacak ve koparılmış başını annesinin kollarında şehre taşıtacaktır. Pentheus’un annesi olan aAgaue, oğlunu bir aslan yavrusu sanıp öldürür. kafasını kesip kargısının ucuna geçirerek thebai’e koşar. avını sevinçle sahnedekilere gösterir. babası kadmos’un uyarıcı sorularıyla bilinci yavaş yavaş açılır, acı gerçeği görür. bu sahne, sadece eski yunan’ın değil dünya tiyatrosunun doruklarından biridir. Altta yazan diyalogta da görüldüğü gibi Dionysos ironi yoluyla aslında olacakları söylemektedir.
DIONYSOS: Evet gerçekten bu şehirde kendini tehlikeye atan yalnız sensin. Başına gelecek belalardan kaçınmıyorsun. Gel arkamdan; seni oraya ben götüreceğim; ama buraya başkası getirecek.
PENTHEUS: Anam, her halde.
DIONYSOS: Evet, halkın gözleri önünde.
PENTHEUS: Haydi gidelim.
DIONYSOS: Seni taşıyacak kollar…
PENTHEUS: Gururumu okşuyorsun.
DIONYSOS: …ananın kolları olacak.
PENTHEUS: Beni hazlara boğacaksın.
DIONYSOS: Evet, layık olduğun hazlara boğulacaksın.
Bakkhalar’da koronun rolü Aiskhlylos’un tragedyalarında olduğu gibi, çok büyüktür. Koro, harekete karışan, vakaları birbirine bağlayan esaslı bir unsur olarak kullanırlır. Euripides’in son eserlerinden biri olan bu oyunda koro hem Bakkhalardan meydana gelmekte, hem de bir Bakkha olan Agaue’nin korkunç dramı canlandırılmaktadır. Bir başka diyalogda da aynı şekilde Pentheus’un sonuna dair seyirciye ve okuyuculara bilgi vermektedir:
PENTHEUS: Pentheus’um ben, Ekhion ve Ague’nin oğlu.
DİONYSOS: Pentheus ‘’Keder’’ demektir
Alın yazısına pek uyuyor.
Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Antik Yunan’ın birçok kentinde maskeli korolar tarafından Şarap Tanrısı Dionysos’u yücelten “keçi şarkıları” okunurdu. Dionysos şenliklerinde koroya katılanlar, yüzlerine keçi derisinden yapılmış çeşitli hayvanları temsil eden maskeler takarlardı. Yunanca “keçi şarkısı” anlamına gelen tragedya, adını bu görenekten almıştır. Ilginç bir durmdur ki tragedyanın doğuşu Dionysos sayesinde oluşmuşken aynı şekilde sonu da O’nun oyunuyla olmuştur. Çoğu kaynakta Dionysos tiyatro sanatının da kurucusu olarak kabul edilmektedir.
Antik Yunan düşüncesine göre, eğitim sadece soylular ve zenginler içindir. Halkın eğitimi ise sadece itaat etmelerini sağlayacak kadar olmalıdır ve bu eğitim ancak korku yoluyla verilebilir. Tragedyaların yapısı da bu amaçla oluşturulmuştur. Bir kişinin başına gelse bile temelde tüm topluluğu ilgilendiren genel bir durumu anlatır.Tragedyanın Antik dönemde eğitici yanları da vardı. Hem dini hem tarihi olayların canlandırılmasıyla halk bir bakıma eğitilmiş oluyordu. Atina, tragedyalarla sadece kendi yurttaşlarını değil aynı zamanda diğer kent devletlerden gelen yurttaşları da eğitmiştir. Tiyatronun ilk olarak böyle doğmasından dolayı tiyatroların oynandığı yerler uzun süre halk tarafından tapınaklar kadar kutsal sayılmıştır.
Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır. Bu kurama göre olay, zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. İç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Antik Yunan trajedi yazarları konularını ve karakterlerini güncel toplumdan almadı. Bunun yerine uzun zaman öncenin kahramanlık dönemi kullanıldı. Antik Yunan tiyatrosunda çoğu oyunda felaketler görülüyor olmasına ragmen engellenemez. Örneğin Kral Oidipus oyununda kahinler krala çocuğunun kendisini öldüreceğini ve karısıyla evlenip çocuk yapacağını söyler. Bunun üzerine kral çocuğu ölüme terk ederek önlem almış olmasına ragmen bu felaketi engelleyemez. Kehanet olarak izleyiciye verilen bilgiler karakterlerin gidişatını engellemez. Hatta Anlatılan kehanetten kaçmalarının sonucu olarak felaketlerden nasiplerini alırlar. Eğer Oidipus’un babası kehanette söylenenleri dinlemeyip Oidipus’u ölüme terk etmeseydi. Belki de öz oğlu tarafından yanlışlıkla öldürülmeyecekti.
Ayrıca, Aristoteles tragedya için en iyi olay örgüsünün acı ve yıkımla sonlanan olduğunu iddia etmesine rağmen, bir Antik Yunan tragedyası böyle sona ermek zorunda değildir. Kutsal meseleler birçok biçime girer ve tanrılar beklentilerin ötesinde pek çok şey getirir. Beklenen meydana gelmez ve beklenmedik için tanrılar bir yol bulur. Belki de tragedyanın en ayırıcı niteliği oyuncular ve seyirci arasındaki varsayımsal anlaşmadır. Seyirci şüphelerini askıya alır ve gönüllü olarak trajik dünyaya girer. Oyuncular ve koro ise kurgusal olanı sürdürür. Diğer bir değişle, daha sonra göreceğimiz gibi engelleri yıkmaya dayalı olan komedyanın aksine tragedya dikkati kendi üstüne çekmez. Tragedyanın en önemli temsilcileri Aiskhylos, Sopholkes ve Euripidestir. Eserleri mitolojik öğeleri içerse de her vatandaşın vicdanında duyduğu aklından geçirdiği sorunları dile getirmekten de geri kalmaz. Oyunların aynı zamanda mitolojik ve sosyolojik açıdan eğitici yönleri de vardır. Euripides’in İÖ 406’da ölümünden ve Atina’nın İÖ 404’te yenilgisinden sonra tragedya iyice geriledi ve komedya en popüler tür haline geldi. Trgedya ve komedyanın o dönemde böyle bir çıış yapmasının sebebi olarak bazı kaynaklar çelişen değer yargılarını gösteriyor.
Cinsiyet ayrımcılığı çok eski zamanlara dayanır. Özellikle de kadının hakları insanlık tarihi boyunca çeşitli toplumlarda iniş ve çıkışlar yaşamış.Antik Yunan tiyatrosunda kadının yerinde oldukça tartışmalıdır. Yunan mitolojisine göre başlangıçta kadınlar yoktu, toplumda sadece erkekler vardı. Aslında mitolojide kadının yaratılması tamamen bir ders verme üzerine kuruludur. Prometheus’un gizlice ateşi çalıp insanlara vermesine baş tanrı Zeus çok sinirlenir ve bu topluma bir ceza vermek ister. Erkeklerden oluşan bu toplumu cezalandırmak için Zeus kadını yaratmaya karar verir. Bu kadını yaratırken her bir tanrıçadan değişik özellikleri alıp yarattığı kadına yükler. Zeus’un yarattığı bu ilk kadın Pandora’ dır. Yani ilk kadın kendisiyle birlikte yanında felaketleri de getirir. Panroda yanında getirdiği kutuyu açarak felaketleri dışarı salmıştır. kadın cezalandırma aracı olarak yaratılmıştır. Yani Zeus kadını kötülüklerle birlikte dünyaya göndererek insanlardan intikam almıştır. Yunan mitolojisinde kadın sonradan yaratılan ikinci sınıf bir varlık olarak görülür. Üstelik kadının yaratılış amacı erkeklere bir ölçüde ceza vermekti. Diğer mitoloji öykülerine de bakacak olursak, ölümlü-ölümsüz arasındaki aşka dayanan hikâyelerin ezici çoğunluğu, ölümsüz bir tanrı ile ölümlü bir kadın arasında yaşanır. Bu aşk, bazen zorla sahip olma yoluyla da olsa, meyvesini mutlaka verir. Bu mitten de anlaşılacağı gibi, kadınlar güvenilmez, zayıf, sinsi, ikinci sınıf insanlar olarak değerlendirilirdi.
Kadın anlayışı eski dönemlerde nesil devam ettirme üzerine yoğunlaşır. soylu olan askin bir erkegin bi erkege duydugu aşk oldugunu, kadin erkek arasindaki askin ise adi ve sadece üreme amacli oldugunu uzun uzun anlatir. Kadınlara açık olmak, sevmek kınanacak bir durum olarak görülürdü. Antik Yunanda bu durum normal karşılanır. Hatta bazı kaynaklarda yazılanlara göre de meşrulaştırılmıştır.
Kadın ile erkek arasında çok büyük mesafe vardı. Kadının, evin dışında örtündüğü sadece üst düzey sınıfladaki kadınların açık dışarı çıkabildiği bazı kaynaklarda belirtiliyor. Erkek vücudu sanat eseri gibi muamele görürken ve sanat eserlerinde ve günlük hayatta hatta çoğu zaman teşhir de edilirken kadın vücudu bu dönemde hep gizlenir. Kadınlar da erkekler de genelde bol giysiler giyerlerdi. Tunikler renkli dizaynlara sahip olurdu ve çoğu zaman bir kemerle bağlanırdı. Kadınların görevi çocuklara bakmak, yapılacak ev işlerinin listesini hazırlamak ve çeşmelerden eve su taşıyan, yemek pişiren, temizlik yapan ve çocuklarla oyun oynayan köleleri denetlemekti.
Sokağa çıkmak gibi bir lüksleri ise hiç yoktu. Atina’da evlerde kadınlar için ayrılmış “Gynaikonitis” olarak adlandırılan caddeyle girişe uzak, kölelerce korunan ve dış dünya ile bağlantısı bulunmadığı anlaşılan bir bölüm bulunmaktaydı. Kadınlar evin dışına genellikle yaşlı bir köle olan “Gynaikonomos” eşliğinde çıkabilirler, dışarı çıktıklarında ise örneğin bir komşularına misafirliğe gider, çarşıda görünmezlerdi. Hatta Eski bir Yunan atasözü dikkatimi büyük ölçüde çekti. Der ki: “ Sokakta, caddede bir kadın görürsen kendine sorman gereken bunun kimin ninesi olduğudur, kimin karısı ya da kızı değil!”.
Bir kadının hata yapması erkeğe gore daha bağışlanabilir durumdaydı. Çünkü kadınlar hata yapmaya meyilli, güvenilmez, çoğu zaman kötü karakterli yaratıklar olarak görülürdü. Hatta kadının ruhlu mu ruhsuz mu olduğu, şeytan olup olmadığı konusu ortaçağ filozoflarının bile tartıştığı konular arasında yer alıyordu. Erkekler genellikle bir ailenin geçimini sağlayabilecekleri ekonomik dayanağa sahip olduklarında yani yaklaşık 30 yaşlarında evlenirlerdi. Buna karşın kızların evlenme yaşı daha düşüktü ve genellikle 16/18 yaşlarında evlendirilirlerdi. Kızların erken yaşta evlendirilmelerinin nedeni Eski Yunan erkeğinin önem verdiği bekâretin garantisi idi. Kadına güvensizlik anlaşılacağı üzere çocuk yaştaki insanları da etkiliyordu. Bu durum da doğal olarak oyunlara yansıyordu.
Euripides’in oyunlarında kadın karakterlere ağırlık vermesi feminist bir tavır aldığını göstermez. Hatta başka bir açıdan düşünecek olursak, tam tersi bir durum da ortaya çıkabilir. Bazı açılardan, kadınları diğer yazarlara nispeten kadın karakterleri daha zayıf, hata yapan, güvenilmez bir halde yansıtmıştır. Her ne kadar tartışmaya açık bir durum da olsa, Medea oyununda, Medea’nın intikam almak için kendi öz çocuklarını öldürmesi bu örneklerden birisidir. Euripides’in Medea’sı, klasik mite sadık kalır. Bu hikayede Medea; kocasının sadakatsizliğinden gözü dönen ve dayanılmaz bir intikam almaya yemin etmiş zeki ve korkunç bir kadındır. Bunun en büyük örneklerinden birisi de Bakkhalar oyunudur.
Bakkhalar oyununda da gördüğümüz gibi bir anne olan Ague, kendi oğlunu parçalayıp saraya kendi elleriyle getirmiştir. Dikkatimi çeken bir nokta var ki, Ague’nun yine kendisine gelmesini, sağlıklı düşünebilmesini sağlayan kişi ise Ague’nin babası Kadmos’tur. Bakkhalar oyununda Kadmos, tükenmiş, yaşlanmış, tacını torununa bırakmış biri olmasına ragmen, Ague kendinden geçmiş bir halde oğlunun kellesini elinde taşırken, telkin edici tavrıyla Kadmos sadece kurduğu birkaç cümleyle bu sorunu halletmiştir. Yani bir kadını kendine getiren, sahne içinde dinginliği sağlayan yine bir erkektir. Esrik düşünen, güvenilmez bir kadını, bir erkek kendine getirmiştir. Fakat kendine gelmesi bir şeyi değiştirmez. Hata yaptığını anladığında artık çok geçtir. Oyunun başından beri görülmeyen Ague, bir anda oyunun en trajik kahramanı oluvermiştir. Bu sahne sadece Antik Yunan tiyatrosunda değil belki de dünya tiyatrosunda da çarpıcı, önemli bir yere sahiptir.
Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmazdı. İlk Kadın karakterini oyunlara Frinikos sokmuştur. Bu tiyatro için büyük adımlardan birisidir. Fakat kadının yeri o kadar aşağılardadır ki tiyatro oyunlarını kadınları izlemeye bile hakkı yoktur. Hatta öyle ki, Sahnelenen tiyatro oyunlarını sırasıyla yüksek sınıftan erkekler, orta sınıf ve köleler izleyebilirken kadınlar esirler kadar bile bu haklardan yararlanamıyordu. Bu dönemde, kadın karakterleri de erkekler canlandırıyordu. Kadınların oyunlarda rol alamaması 1660‟lı yıllara kadar maalesef devam etti. İlk kez Shakespeare‟in Othello‟sunda, Desdemona karakterini bir kadın oynamıştır, Kadınların gündelik yaşamlarında tek söz sahibi oldukları yer cenazelerdi. Cenazelerde kadınlar ölüleri yakarış ve çığlıklarla karşılıyorlardı. Hatta lk çağda, Yunanistan da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek edinmiş kadınlar vardı. Bakkhalar oyununu da inceleyecek olursak, Ague’nin oyunun sonlarına doğru söylediği bir söz vardır:
AGUE: Şimdi sadece oğlumun cenazesini gömülmeye hazır etmek
Ve yas tutmak, sonra da gidip ölmek istiyorum
Bu sözlerle de bu durum daha da netlik kazanıyor.
Eski toplumlardan günümüze kadar hala devam eden bir görüş: Kadının yegane görevi ve özelliği anne olmaktır. Toplumda değer görebilmesi için bu görevi tamamlaması gerekir. Kimi görüşe gore de kadının özgürleşmesini engelleyen en önemli faktörlerden birisi de anneliktir. Erkek egemenliğine gore kadın vücudu soyun devamlılığını sağlamak için kullanılmalıdır ve Medea oyununda da olduğu gibi bu oyunda da bir kadın belki de tek işlevi olduğu varsayılan anneliğini, evlat sahibi olma durumunu kaybetmiştir. Bu da trajedinin başka bir yüzüdür. Fakat aynı zamanda kadının önündeki engeli de kaldırmış olabilirler. Bu durum biraz uyarıcı niteliklidir aslında. Bir bakıma, erkeğe başkaldırı ve isyan uyarısıdır. Kadın böyle bir şeyi yapmayı göze alabiliyorsa, erkekler için de tehlike oluşturabilirler. Bir başkaldırı bile ortaya çıkabilir.
SONUÇ: Daha pekçok açıdan incelenmeye açık olan bir oyun olan Bakhalar, aslında daha çok bir tanrı ve kral arasında geçse de benim fikrime gore kadınların üstünden ilerleyen bir oyun. Antik Yunan döneminde kadınların hata yapmaya meyilli, güvenilmez insanlar olarak görüldüğünden bahsetmiştik. Euripides’e göre kadın insan soyunun en trajik olan varlığıydı. Bu yüzden de kahramanlarını acı çeken ve çektiren kadınlar arasından seçiyordu. Bakkhalar oyunu Onların esrik, vahşi ve cani hallerinin vurgulanmasıyla belki uyarı niteliği bile taşıyor olabilir. Yazılan son tragedya olma özelliğinden dolayı bana gore daha da trajik bir yönü var. İlk yazılan tragedyadan başlayarak oyunları inceleyecek olursak, zaman içerisinde tragedyaların biçiminde ve konu işlenişinde büyük değişiklikler meydana gelmiş, tıpkı Bakkhalar oyununda olduğu gibi trajik hatalar, entrika gibi unsurlar zaman içinde gelişmiş.Kadın erkek ilişkisine bakacak olursak, doğumundan itibaren hayatını biçimlendirecek her kararda erkek söz sahibidir. Onun, yani kadınların yegâne görevi ise; çocuk doğurmaktır. Belki de kadının acizliği, kolay yönlendirilebilirliği, hata yapmaya olan meyilleri en fazla bu oyunda işlendi. Erkek bir tanrının etkisiyle çocuğunun canına kıyan bir kadın yeterince hem eski antik dönemde hem de günümüzde yeterince trajik bir durumdur.
Kaynakça:
ERHAT, A. (2002), Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.
EURİPİDES, Bakkhalar (Çev: Eyüboğlu S.), Maarif Matbaası, İstanbul, 1944.
GRAVES, Robert. (2004), Yunan Mitleri, (Çev.)Uğur Alpur, Say Yayınları, İstanbul.
GRİMAL, P. (1997), Mitoloji Sözlüğü (Çev: Tamgüç S.), Sosyal Yayınları,
İstanbul.
NİETZSCHE, F. (1997). Tragedyanın Doğuşu, Çev: İ. Zeki Eyüboğlu,İstanbul, 1997, Say Yayınları.
ŞAŞMAN KAYLI, D. (2009) Kadın Bedeni Ve Özgürleşme, İlya Kitabevi, İzmir
ŞENER, S., (1991). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
VERNANT, J.P.; VİDA-NAQUET, P. (2012). Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.