Gecenin üçüydü. Günlerdir hasta olan büyük oğluna baktığı için uykusuzdu kadın. Daha yeni daldığı uykusundan ağlayan dört aylık küçük kızlarının sesiyle uyanan kocasının çekiştirmeleriyle uyandı. Kocası yatağından çıkmadan uykusuna kaldığı yerden devam ederken o kızını kucağına alarak mama hazırlamak için mutfağa gitti. Ocağa tavayı, içine de sütü ve nişastayı koydu. O kadar çok uykusu vardı ki gözünü bile açmakta zorlanıyordu. Tavanın içindekileri karıştırırken kafasını duvara yasladı çok geçmemişti ki sendeledi. Önce kızına sonra tavanın içine baktı. Yanardağdaki lavlar gibi patlayarak kaynayan malzeme mamanın hazır olduğunu bildiriyordu. Ocağı söndürmeyi unutarak tavayı hemen tezgâhın üzerine aldı. Muhallebiyi tabağa koyup havalandırarak soğuttu. Yarı uyur yarı uyanık bebeğinin karnını doyurdu. Karnı doyan bebek beşiğinde sallanarak uyumaya hazırlanırken kendisi de zorlukla ayakta duruyordu. Bir süre sonra küçük kızı tatlı bir uyku için gözlerini kapaması ile birlikte kadın sessizce yatağına gitti. Derin bir uykuya daldı.
Dışardaki keskin rüzgâr binanın duvarlarını dövüyordu. Bir aydır doğalgaz havalandırmasının üzerindeki kırılan filtreyi onarmamış babanın umursamazlığını fırsat bilen lodos içeri girerken tülü ileri doğru savurdu. Tül yayan ocağın üzerine düştü. Biranda alevlendi. Tülden, halıya, halıdan, masaya, masadan dolaba derken ölümle dans eden alev bütün evi sarmaya başladı. Mutfaktan, odalara, odalardan koridora, koridordan da tüm binaya yayıldıkça yayıldı.
Alev tüm apartmanı kaplıyordu. Üst katta yaşayan yaşlı kadın ve kızı hiç bir şeyden habersiz uykunun kollarına bedenlerini bırakmışlardı. Siyah duman vakit kaybetmeden beşinci kata kadar yükselmiş, odanın içine sinsice sızmaya başlamıştı. Kapının altından içeri süzülürken oluşturduğu parmak parmak kanallar gittikçe bembeyaz kapıyı siyaha boyarken, her nefesleriyle birlikte içlerine dolan karbon monoksit ciğerlerinden kanlarına geçiyor, hemoglobine tutunarak tüm vücutlarına yayılıyordu. Oksijensizliğe daha fazla dayanamayan kadının yaşlı ciğerleri öksürüklerle kendine gelmeye çalışıyordu. Annesinin ihtiyaçları için geceleri uykusu bölünmeye alışkın Hamide duyduğu öksürük sesine bu sefer zorlukla uykusundan uyandı. Kendini çok güçsüz hissediyor, gözleri yanıyordu. Aldığı derin nefesle o da hemen öksürmeye başladı. Oda is kokuyor, göz gözü görmüyordu. Hemen yatağından doğruldu. İçeriyi kaplayan dumanın boyadığı grilikte öksüren annesine baktı hemen. Gücünü toparlayarak yatağından kalktı. Tek bir hamle ile yatakta serili olan çarşafı çekip, aldı. Ağzına kapayarak pencereye koştu. Kanatlarından birini açmasıyla birlikte önünü alt kattan yükselen bir alev seli kapladı. Hemen annesinin yanına gidip çarşafın diğer ucunu ağzına ve burnunu kapatarak isten en az etkilenmeye çalışarak nefes almasını sağladı. “Yangın çıkmış anne. Ama hiç merak etme hemen çıkartacağım seni buradan.” dedi. Ne yapacağını bilemiyordu. Sonra ağzına dayalı çarşafla derin bir nefes aldı. Hızla hareket ederek yine kendi yatağının yanına gidip yastığının kılıfını çıkarttı. Ağzını kapatacak şekilde arkadan bağladı. Artık elleri serbestti. Hemen tekrar annesinin yanına koştu. “Sakın ağzından bu bezi çekme olur mu?” dedi. Önce ayaklarını aşağı sallandırdı, sonra yatağın yanına geçerek kolundan tutup onu oturtturdu. Annesinin daha önceleri de zorlukla kaldırdığı iri vücudu damarlarında dolanan adrenalinden mi bilinmez bu sefer ona çok hafif gelmişti. Bu da onu fazlasıyla sevindirdi. “Anne ben hemen geliyorum.” diyerek kapıya koştu. Kapıyı açmasıyla birlikte daha yoğun bir is bulutu üzerine hücum etti. Hemen arkasına dönüp annesine baktı. Yaşlı kadın eliyle devam etmesini belirten bir işaretle kızını cesaretlendirdi.
Hamide yaşaran gözlerini sildi. Isınmış duvara zorlukla tutarak dış kapıya kadar ilerlemeye çalışıyordu. Zorlukla yaşamlarını sürdürdükleri ev siyaha boyanarak yok oluyorken buradan kurtulursak devamında ne yapacağız diye geçirdi içinden. Babasından aldıkları emekli maaşı annesinin ilaçlarına, kiraya ve faturalara anca yetiyordu. Şimdi evsiz ve eşyasız kalacaklardı. Çalışamazdı da. Hemen aklına arka odadaki annesinin tekerlekli sandalyesi geldi. İlk önce onu kurtarmalıydı. Ne zorlukla sahip olmuşlardı ona. Dişlerinden tırnaklarından arttırmamışlar mıydı? Televizyondan gördüğü her tekerlekli sandalyeye kıskanarak baktığı günleri daha dünmüş gibi hatırlıyordu. Onunla annesini yıkamak için banyoya götürebiliyordu ya da annesi çok bunaldığında balkona çıkarabiliyordu. Eve hapis kaldıkları günlerin bitişini müjdeleyen bir güvercindi o. Gücü, kuvveti, yoldaşıydı. Yeri geldiğinde babası, yeri geldiğinde ablası, ağabeyi, arkadaşıydı. Onsuz hiçbir yere gidemezlerdi. Hemen odaya koştu, perdeler alev almıştı bile. Ellerini kendisine siper yaparak sandalyeye ulaşabilmek için ilerlemeye çalıştı. Ulaşması çok zordu. Dizleri ve ellerinin üzerinde emeklemeye başladı. Isıdan daha fazla ilerleyemiyordu. Yere uzandı. Tam bu sırada iyice yanan perde bağlantısından kopup yere düştü. Etrafa sıçrayan alevlerden kurtulmak için duvara doğru yuvarlandı. Kollarıyla başını korumaya çalıştı. Gürültünün kesilmesinden sonra gözlerini silerek sandalyeye ne kadar uzak olduğunu anlamaya çalışırken annesinin yatalak olmadan önce kullandığı bastonunu gördü. İçini bir sevinç kapladı. Bastonu eline aldı. Uç tarafından tutup kıvrık kısmını tekerlekli sandalyenin demirine geçirip var gücüyle kendine çekti. Sandalye su üzerindeki kayığın dalgalardan etkilenerek yalpalayarak dönmesi gibi önce devrilir gibi oldu. Sonra ona doğru dönüp, durdu. Bu seferde ayak basma yerine geçirdi bastonun sapını var gücüyle çekti. Sandalye üzerine doğru gelirken dumandan nemlenmiş gözlerinin içi güldü Hamide’nin. Sandalyeyi geri geri sürünerek alevi gittikçe artan odadan dışarı çıkarttı. Etrafını kontrol etti. Hiçbir yerinin yanmamış olduğunu görüp, şükretti. Gelen alevlerin hızını kesebilmek için tam odanın kapısını kapatacaktı ki köşede poşeti gördü. Elişlerini bırakamazdı. Çünkü onları satarak kazanacağı o üç beş kuruşa artık daha fazla ihtiyaçları vardı. Odaya girip poşeti de aldı. Sonra hemen kapıyı kapattı. Mutfağın kapısında takılı olan poşeti ters çevirip içini boşalttı. Sonra hemen tuvalete koştu. Köşeye dayalı duran isten beyazdan griye dönmüş sürgüyü içine yerleştirdi. Sonra arabanın arka bölmesine koyup, arabayı odaya sürdü.
Kızını görür görmez sadece dumandan yeşermemiş olan gözlerini Parkinson’dan titreyen elleriyle silmeye çalıştı yaşlı kadın. Hamide “Anneciğim bak, arabamızı kurtardım. Hadi tutun bana da seni bindireyim.” dedi heyecanla. Arabayı olduğu yere sabitledi. Annesinin önüne geçti. Kollarını boynuna dolayarak sırtına bindirdi. Yaşlı kadının iri vücudunun ve sarkan büyük yatak geceliğinin altında bedeni görünmüyordu. Yaşlı kadının kolları arasında görünen başı olmasaydı sanki kadını o değil de görünmeyen bir güç kaldırıyor sanılırdı. Sonra zorlukla olduğu yerde dönerek annesini arabanın üzerine oturmasını sağladı. Masanın üzerinden duran ilaçları ile yatağın altına koyduğu kıyafetlerinden taşıyabileceği kadarını alıp arabanın arkasına yerleştirdi. Battaniyeyi bacaklarının üzerine koydu. Bir bezi annesini ağzı ile burnunu içine alacak şekilde bağlayarak maske yaptı. “Hazırız anne. Hadi gidelim.” dedi. Yaşlı kadın öksürüklerden zorlukla konuşarak “Kendine hiç bir şey almadın kızım.” diyebildi. “Boş ver beni şimdi anne. Hadi gidelim.” diyerek arabayı sürmeye başladı.
Çıkış kapısını açtıklarında dumanın merdivenleri iyice sardığını gördüler. Hamide gidip hemen asansörün düğmesine bastı. Fakat asansör çalışmıyordu. Yangın merdiveni de yoktu binanın. Olsa da annesini indirebilecek bir düzeneğin olacağını hiç sanmıyordu ya. “Ne kaldırımları, ne mazgalları ne de merdivenleri düzgün yapıyorlar. Bu işi mi düzgün yapacaklar. Bizim gibilerin yangında ölmesini istiyorlar herhalde.” diye sessizce annesine duyurmadan söylendi. Yine de belli etmeden merdiven boşluğuna baktı. Dumanın arasından parlayan alevler dışında hiçbir şey görünmüyordu. Pes edemezdi. “Anneciğim. Sen bekle. Ben aşağılara bakıp geleyim. İki dakika ver bana olur mu?” dedi. Tam uzaklaşıyordu ki kadın kızının kolundan tutup var gücüyle çekti. Titreyen buruşuk eliyle ağzındaki maske görevi yapan bezi aşağı çekerek konuşmaya başladı. “Yeter kızım! Yeter artık. Kendine gel. On yıldır yaşamıyorsun zaten. Sırf bana bakabilmek, benimle ilgilenebilmek için hayatından verdiğin ödün yeter! Beşinci kattan aşağı bu alevlerin içinde beni taşıyabileceğini mi sanıyorsun? Son olarak canını da mı vereceksin benim için? Yeter!” Hamide tam itiraz edecekken yaşlı kadın daha yüksek ve kararlı bir sesle devam etti. “Yeter dedim sana. Ameliyat sonrası fizik tedaviler, masajlar, ilaçlarla aylarca süren hastane günlerimizde kendini paraladın. Oradan çıktık, götürmediğin doktor, yapmadın bitkisel ilaç kalmadı. Üstelik tüm bu geçim zorluğumuzun yanında. Yatakta yatmaktan yara olan sırtımın acısını da benle çektin, ağrıyan bacaklarımın da. Ağır bedenimi çevirirken kendini sakatladın da yine de ses çıkartmadın. Ama yeter kızım olmuyor işte. Ben hiçbir zaman iyileşmeyeceğim.“ Hamide gözyaşları içinde annesinin dizinin dibine çökmüş dinliyor aynı zamanda da kırılan dökülen eşyaların sesleriyle olduğu yerde zıplıyordu. Zorlukla araya girdi. ”Ne oluyor anne. Kurbanın olayım bırak şimdi bunları. Şimdi sırası mı? Şuradan kurtulalım önce. O zaman konuşuruz “. Kadın kararlı sözlerine devam etti. “ Evet, kızım tam da sırası. On yıldır bana tek kötü laf bile etmedin. Şimdi de edeceğini sanmıyorum. Bak otuz yedi yaşına geldin. Bana baktığın için evlenmiyor, gençliğinin en güzel yıllarını benimle geçiriyorsun. Ne üstüne başına giyindiğin var, ne de yediğin içtiğin. Üç gram et alsan benim boğazıma tıkıyorsun. Ben zaten yaşadım yaşayacağımı. Şimdi beni burada bırakıp aşağı iniyor, geri kalan hayatını senden çaldığım yıllarında acısını çıkarırcasına hiç mutlu olmadığın kadar mutlu olarak yaşıyorsun. Yoksa sana hakkımı helal etmem bilesin.” Hamide başını annesin dizlerine koyup hıçkırıklara boğuldu.“Yapamam anne, yapamam. Kurban olayım. Sus artık. Alırım sırtıma indiririm ben seni. Yapamam anne. Yapamam. Ne olur?” Annesi kararlıydı. Yine bıçak gibi kestirip attı son sözünü. “Sütümü helal etmem.”
Hamide zorlukla ayağa kalktı. Gözyaşları deli bir nehir gibi çağlayarak yanaklarından süzülüyordu. Anasının eline yapıştı öptü, öptü, kokladı. Yanağına sürdü. Sonra yanaklarından öptü, sıkıca sarılıp, bağrına bastı annesini. Kızının ayrılamayacağını bilen kadın onu iterek uzaklaştırdı. “Hadi git artık. Mutlu ol. Evlen. Torunuma da benim adımı koy olur mu? Bu sana vasiyetim olsun.” Hamide hıçkırıklara boğulmuş bedenini zorlukla toparlayarak ayağa kalktı. Yüreğindeki ağır yük nedeniyle zorlukla nefes alabiliyor, gözleri bulanıyordu. Annesinin gözlerinin içine bakarak gözyaşlarını sildi. Sonra boynuna inmiş halde duran maske yerine kullandığı bezi yine annesinin ağzına çekti. Alnına bir öpücük kondurarak zorlukla bedenini merdivenlerden aşağı doğru taşıdı.
Yaşlı kadın sandalyenin tekerleklerini geriye doğru çevirdi. Eve girdi. Odaya yöneldi. Var gücüyle hareket ettirdiği sandalyesiyle yıllar önce ölen eşini fotoğrafının olduğu yere gitti. “Yanına geliyorum Bey, bekle beni. Ben gelene kadar kızım sana emanet.” dedi.
Hamide yanan kapıların, çığlıkların, isin arasından zorlukla geçerek kapıya ulaştı. Yanan kolları, kanayan dizi ile kapıdan dışarı çıktığında onu meraklı gözlerle izleyen bir kalabalık gördü. İtfaiye, zaten dar olan sokağa park etmiş araçlar nedeniyle yangın ihbarından yarım saat sonra anca gelebilmişti. Hemen bir görevli koşarak yanına gelip koluna girdi. Hamide hiç bir şey duymuyor, hiçbir şey düşünemiyordu. Sadece aklı annesindeydi. “Bir şeyiniz var mı bayan? Adınız ne? Kaçıncı kattaydınız? “ sorularının ardından zihnini yerine getirecek son soruyu duyduğunda kendine gelebildi. “İçeride başka biri daha var mı bayan?” Hamide hemen atıldı. “Annem var. Beşinci katta. Tekerlekli sandalyede. Ne olur kurtarın onu.” İtfaiyeci gelen sağlık görevlilerine teslim etti Hamide’yi. Diğer iki görevliye de işaret ederek koşarak içeri girdi. Hamide ne sorulan soruları duyuyor ne de etrafında olup biteni fark ediyordu. Bir süre sonra etraftaki tüm sesler kesildi. Duyduğu tek ses hızlı, derin, ritimsiz kalp atışlarıydı. Efil efil esen bir pişmanlık yüreğinde. Kapıda öncelikle bir kırmızılık göründü. Sırtı dönük bir itfaiye görevlisi geri geri adım atarak dışarı çıkıyordu. O sırada yere bir bez parçası düştü. Hamide zorlukla gördüğü bezi hemen tanıdı. Bu annesine maske yaptığı bezdi. Kapıya doğru tüm dünyadaki hisseden yüreklerin bam telini sızlatacak acılıkla bağırdı. “Anneee!”. Yüreğinde sevinç, acı, korku, belirsizlikle sağlık görevlilerin elinden kurtulduğu gibi kapıya koştu. İtfaiye görevlilerinin taşıdığı annesine sıkıca sarıldı.