Ben acının, aşkın ve devrimin kadınıyım.
Frida Kahlo
Nerede ve ne zaman Frida ismi geçse, buruk bir tat olur gülümsememde ve istemsizce derin bir nefes alma ihtiyacı hissederim. Çünkü kolay değildir Frida olmak. Kolay değildir acılara meydan okumak. Kolay değildir sıra dışı olmak. Ve kolay değildir bütün olumsuzluklara rağmen Polyanna’yı oynamak.
Kimilerine göre komünist, kimilerine göre feminist, kimilerine göre fahişe, kimilerine göre eşcinsel, kimilerine göre deli… Uzar gider bu kimilerinin Frida için düşünceleri. Ama unutulmaması gereken bir şey vardır ki; Frida öyle ya da böyle, iyi ya da kötü olarak da olsa iz bırakmıştır insanların belleğinde ve daha nice nice insanların akıllarında hep kalıcı olacaktır. Hiç şüphesiz ki onun her yaptığı, her yaşadığı büyük olaydır ama ben onun cinsel yanına biraz dokunmak ve kendimce yorumlamak istiyorum.
Babasının “hep bir oğlum olsun isterdim” dediği bir evde gözlerini hayata açtı. Babası onu seviyordu. O da babasını çok sevdi. Babasının oğlan çocuğuna olan sempatisi Frida’yı bir oğlan çocuğu gibi giyinip, oğlan çocuğu gibi davranmaya itti. Her ne kadar Frida’nın sırf babasının erkek çocuk özleminden dolayı öyle olduğunu düşünsek de bilinçaltında farklı nedenler de olabilirdi. Örneğin altı yaşındayken geçirdiği çocuk felci sonrasında bir bacağının diğer bacağından ince olması ve bu nedenle çevresinde “Tahta bacak Frida” olarak tanınması onu erkek gibi olmaya itemez mi? Bence iter. Özellikle ergenlik döneminde kendini diğerlerinden eksik görenler o eksikliklerini farklı şekillerde kapatmaya çalışırlar.
Çocukluk ve ergenlik yıllarından sonra zaten Frida da döneminin her normal kadını gibi giyinip, normal kadınları gibi düşünüyor. (Bu normal kadın sözünü ‘görünürde normal kadın’ olarak düzeltmek isterim. Çünkü normal kadınlık kime göre ve neye göre!.. Ya da normallik kime göre, neye göre!..)
Genç bir kız olduğunda Alejandro Gomez Arias adlı okul arkadaşına âşık oldu. Ne bir bacağının diğerinden ince olması ne erkeksi davranışları onu cinsellikten alıkoymadı. Alejandro ile olan ilişkisinde cinselliği keyfince ve özgürce yaşadı.
Hayatının felaketini yaşadığı 17 Eylül 1925 tarihine kadar hayallerinin peşinde kıpır kıpır hayat dolu bir kızdı ancak o gün geçirdiği korkunç trafik kazası sonucu artık eski Frida gitmiş yerini hayatının çoğunluğunu yatakta geçirecek olan bir kız almıştı. Yılmadı. Umutlarını hep güçlü tuttu. Uzun süren tedaviler ve acılar içindeyken ailesinden aldığı güçle resim yapmaya başladı. Gelecekte adını “Feminist Ressam Frida Kahlo” olarak yazdıracağı günlere o günlerde adım atmış oldu.
Frida yürümeye başladığı zaman, uzun süredir ziyaretini aksatan erkek arkadaşı Alejandro’yu ziyarete gitti ama Alejendro kapıyı açmadı. Frida’ya göre başka bir kadınla birlikteydi. Bunu önemsememeye çalıştı. Ama bunun dışa vurumu; fotoğrafçı ve sessiz film sanatçısı Tina Modotti’nin verdiği bir partide oldu. Diego ile tanışması da o partide olmuştu. Alkolü fazla kaçıran iki kadın müziğin ritmine uyarak herkesi büyüleyen danslarını ettiler. Böylece Frida’nın ilk kez eşcinsel ilişkisi başlamış oldu. Frida, Tina ile yaptığı müthiş dans gösterisinden sonra bir erkekten yara aldığının hemen arkasından kendini bir kadının yanında buldu. Onun bu cinsel tercihi her ne kadar bastırılmış duyguların yüzeye çıkması gibi görülse de, darbe yediği kişiye misilleme yapma ve böylece intikam alma olarak da düşünülebilir. İlerleyen yıllarda Frida artık bir biseksüeldir. Çünkü hem erkeklerden hem de kadınlardan aynı hazzı alabilmektedir. Ancak her ne olursa olsun birçok insana göre Frida’nın kadınlara olan ilgisi tamamen psikolojiktir. Bunun en güzel göstergesi de günlüğündeki şu sözlerdir.
“yaşamım boyunca kaç korse kullandım? Kabaca otuz diyebilirim. Onları süsledim. Boyalarla, küçük kumaş parçaları yapıştırarak, renkli tüyler, minik ayna parçaları ile süsledim onları. Yine de bu alçı parçaları ya da çirkin demirlerle donanmış yaralı bedenime karşın, Breton’nun deyimi ile “çılgınca sevilmiş” olduğumu kabul etmeliyim. Aşk tanrıçası benimleydi herhalde.
Sevildim. Sevildim. Sevildim… Yine de yeterince değil, zira insanlar asla yeterince sevemez, buna bir ömür yetmez. Ben de hep sevdim. Aşkla, dostlukla. Erkekleri, kadınları.
Bir erkek bana bir seferinde lezbiyen gibi seviştiğimi söylemişti. Kahkaha ile güldüm. Bir müttefiğin tanınmasıydı benim için. Kendininkinin benzeri bir bedeni daha derinden tanımak… Hem sonra, kazadan sonra yani, bedenim incindikçe, onu kadınlara teslim etmeye daha çok geresinim duydum. Sessiz anlaşma, dolaysız yumuşaklık…
Bence insan çoğuldur: Erkekler kadınsılığın izlerini taşır, kadınlardaysa erkeklerin bir ögesi vardır. Ve her ikisi birden içlerinde çocuk ögesini taşırlar…”
Tina Modotti’nin verdiği o partiden kısa bir sonra Kominist ressam Diego Rivera ile Frida’nın arasında o meşhur aşk başlar. Bu aşkla ilgili olarak ilerleyen zaman diliminde Diego’ya “İki büyük kaza geçirdim Diego. Tramvay ve sen. En kötüsü sendin.” diyecektir. Ve bu aşkın arkasından evlilik gelir. Diego ile olan evliliğinde her ne kadar dik bir duruşu olsa da bazı davranışları onun edilgen bir kişilik sergilediğini düşündürebilir. Ele avuca sığmayan çapkın bir adamın, bile isteye karısı olmak zordur elbette ve Frida onu elinde tutabilmek için aynı evde yaşadıkları eski karısı Marin’den, Diego’nun sevdiği yemekleri yapmayı öğrenir. Bu dönemde kısa bir süre de olsa Frida, Marin ile de ilişkiye girer. Bu olay için çok şey söylenebilir. Frida’nın içinde yatan bastırılmış duyguları onu Marin’e itmiş olabilir denebilir tabii ki. Ama Bilinçaltında; sevdiği adamın bir zamanlar karısı olan bu kadına sahip olmak ve böylece hem Diego’ya, hem de Marin’e güç gösterisi yapıp, “ikiniz de bana aitsiniz” der gibi bir taraftan da kendi egosunu gidermiş olabilir.
1930’da bir davet üzerine Diego ve Frida Amerika’ya yerleşir. Orada Diego oldukça iyi karşılanır ve sokak resimleri yapar. Ama Frida, Amerika’nın gözünde sadece Diego’nun karısıdır. Bu onda silik kalma duygusu yaratsa da kocasının gerek sanatı ve gerekse siyaseti için verdiği mücadelede hep yanında olur. O günlerde bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle der; Hiç hanım arkadaşım yok. Bu nedenle hep resim yapıyorum. İşte o zamanlar düğün fotoğraflarından esinlenerek “Frida ve Diego Rivera” adlı eserini yapar. Bu resim bir sergide yer alır ve yerel gazetelerden birinde oldukça manidar bir sözle anılır. “Değeri Diego Rivera’nın karısının elinden çıkmış olmasından geliyor.”
Frida, Amerika’da kendini hem yalnız, hem yoksun hisseder. Bu hiçlik duygusunun ortasında bir de Diego, resmini yaptığı Helen Moody ile ilişkiyi ilerletince sanki Frida’nın, Diego’ya misilleme yapması şart olur. O da Diego’nun yardımcılarından birinin karısı olan Christina Hastings ile ilişki yaşar.
Bütün bu olaylarda görüldüğü gibi aslında Frida sadece yara aldığı incindiği dönemlerde ve inciten kişinin yakın çevresindeki kadınlarla eşcinsel ilişki yaşayıp bir nevi intikam duygusunu yaşıyor.
Diego ile bir dargın bir barışık geçen hummalı Amerika günlerinden sonra, 1931’de Meksika’ya dönerler. Frida, Amerika’da tanıdığı ve tatil için Meksika’ya gelmiş olan ünlü fotoğrafçı Nickolas Muray’a gönlünü kaptırır. Deyim yerindeyse neredeyse Diego’ya âşık olduğu kadar Nickolas’a da âşık olur. Ama Frida’nın “hastalıklı aşkı” diye tabir edilen Diego aşkı Nickolas’a olan aşkından üstün gelir.
Diego’nun bir resim sergisi için Amerika’ya gittiklerinde; Diego yine çılgınlar gibi alkışlanırken, basında Frida için “Diego Rivera’nın kolundaki Meksikalı kız” diye söz edilir. Bir taraftan durmaksızın aldatılan, bir taraftan Diego’nun yanında oldukça silik kalan Frida’nın Diego’ya olan aşkı gerçekten de hastalıklı olmalıydı. Çünkü Frida gibi dominant, özgür ruhlu, gerek kadınlarla, gerek erkeklerle fütursuzca aşk yaşayabilen bir kadının, Diego’nun gölgesinde kalması anlaşılır gibi değil bence. Aslında anlaşılır bir durum bu. Diego onu başka kadınlarla aldatmasaydı belki Frida bütün bu karmaşık ilişkileri hiç yaşamayacaktı. Ancak hastalıklı olan yanı hem aldatılmayı içine sindiremeyip hem yine de Diego’dan vazgeçememesi tabii ki.
Diego’nun Amerika’nın politikalarına ters düşmesi sonucu Rivera ailesi Meksika’ya yerleşir. Burada yan yana iki ayrı atölyede yaşarlar. İki ayrı atölye aynı zamanda onların iki ayrı evleridir. Bu iki ayrı evin arasında dar bir köprü ile birbirlerine girip çıkarlar. Bu köprü de Frida’nın bir türlü Diego’dan kopamamasının ayrı bir göstergesidir. Burada yaşadıkları dönemde Frida ve Diego cinsel yaşamlarını dışarıdan birileri ile sürdürürler. Frida’nın Japon heykelci Isamu Noguçhi ile olan ilişkisi de bu dönemde olur.
Diego’nun Frida’yı en çok çıldırtan çapkınlığı kız kardeşi ile olan ilişkisi olur. Frida kız kardeşi Christina ile Diego’yu aynı yatakta görünce yıkıldığı kadar Diego’nun hiçbir ilişkisinde yıkılmamıştır. Bu onun aşkına karşılık oldukça ağır bir bedel olmuştur ve Frida ünlü Meksikalı şarkıcı Chavela Vargas ile yatağını paylaşır. Bedenindeki alçılara korselere rağmen hem kadınlardan hem erkeklerden oldukça ilgi gören Frida o yıllarda birçok ilişki yaşar.
Hayat Frida için böylesine karmaşıkken onu hiçbir zaman tam olarak rahat bırakmayan hastalıkları da gitgide dayanılmaz hale gelir. Frida her ne kadar hastalıklarını tiye alsa da bedeni artık yavaş yavaş iflas etmektedir. Hani nerdeyse “acıların kadını” deyimi tam da ona göre bir deyimdir, çünkü Frida daha altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcinden beri acılar ve sancılarla bütünleşmiştir. Geçirdiği trafik kazasından sonra çocuk yapmasının bedeni için uygun olmaması nedeniyle birçok kez düşük yapması, ayak parmağının kangren olup kesilmesi de yaşadıklarının tuzu, biberidir sanki.
Bu dönemde Sovyetler Birliği’nden kovulan kominist teorisyen Trotsky ülkeden çıkmak zorunda kalınca onu ve karısını, Riveralar, Frida’nın babasının evinde ağırlarlar. Bu misafirlikten Frida ile Trotsky arasında bir aşk daha doğar ama hem Diego’nun, hem de Trotsky’nin eşinin durumu fark etmesiyle Trotskyler misafirliği sonlandırmak durumunda kalırlar. Frida’nın resim yapma konusunda en verimli olduğu zamanlar o zamana aittir. Yine aynı tarihte Fransız şair Andre Breton ile tanışır. O tanışması da bir ayrı konudur. Çünkü onunla Diego’nun eski karısı ve Frida’nın yatak arkadaşı Guadelupe’nin evinde tanışır. Breton onun yapıtlardan “Suyun Bana Getirdikleri” adlı tablosunu görünce onun gerçek bir sürrealist olduğunu söylese de, Frida hiçbir zaman sürrealist olduğunu kabul etmez.
Arka arkaya birçok eser üreten Frida o yıl ilk resim sergisi için New York’a gider ve gerçek bir sanatçı gibi karşılanırken yapıtlarının yarısından fazlası satılır.
1939’da Frida, Breton’un daveti üzerine Paris’te bir şov için hazırlanırken sağlık sorunları nedeniyle bu şov gerçekleşemez. Hastaneden taburcu olduktan sonra Breton’un evini terk edip Marcel Duchamp’ın kız arkadaşı Mary Reynolds’un evine taşınır. Marcel Duchamp, Frida için bir sergi düzenler. Oldukça ilgi çeken bir sergi olur bu sergi.
Paris Frida’ın yine eşcinsel ilişkiye kendini kaptırdığı yer olur. Ünlü dansöz Josephine Baker ile bir süreliğine yatağını paylaşır. Bir süre sonra Muray ile yeniden ilişkisini devam ettirmek için New York’a döner ama Muray bu ilişkiyi artık istemez. Bu yenilgi sonucunda Frida yeniden Meksika’ya babasının evine döner. Diego ile aralarındaki ilişki iyice bozulmuştur ve ayrılırlar. Boşanmanın etkisi ile yeniden seksi kadınlara yönelir. Eski sevgililerinden Chavela Vargas ile yeniden ilişkisi başlar.
Sağlık sorunları yine başına dert olunca doktoru alkolü ve seksi bırakmasını ister. Çok güvendiği doktoru aynı zamanda Diego ile yeniden evlenmesini de önerir. Frida doktorunun tüm talimatlarına uyar ve Diego ile yeniden evlenir. Ama bu evlilikte Frida’nın iki şartı vardır. Biri seks yapmayacaklardır diğeri ise Frida sadece kendi parası ile geçinecek Diego’dan para almayacaktır.
Babasının ölümünden sonra baba evine taşınan Frida sağlık sorunlarıyla baş edemez olur. Güzel Sanatlar Akademisinde verdiği dersleri evine taşır. Ve tüm acılarına rağmen resim yapmayı sürdürürken 1944’te günlük tutmaya başlar.
1948’de Diego, aktris Maria Felix ile aşk yaşamaya başlayınca onunla evlenmek için tekrar Frida’dan boşanmak ister. Buna çok sinirlenen Frida, kocası ile Maria Felix arasındaki ilişkiyi basına açıklar. Bu olay Maria Felix’in Diego’dan ayrılmasına sebep olur ve malumdur ki Maria Felix, Frida’nın sevgilisi olur.
1950’de belkemiğindeki rahatsızlıktan dolayı birçok ameliyat geçiren Frida artık yeniden yatağa bağımlıdır. Bundan sonraki resimlerini hep yatağında yapmıştır.
1953’te Diego’nun ve daha birçok kişinin ön ayak olduğu ilk resim sergisine Frida karyola ile taşınır. Aynı yıl içinde sağ bacağının dizden aşağısı kangren nedeniyle kesilince, Frida günlüğüne şöyle yazar. “Uçmak için kanatlarım olduğuna göre, bacağa ne gereksinimim var.”
1954’te zatürreden iki ay hastanede yatan sanatçı buna rağmen taburcu olduğunda tekerlekli sandalye ile bir protesto yürüyüşüne bile katılır. Zatürresi yeniden nükseden Frida yeniden babasının evine döner. 13 Temmuz 1954’te hayata gözlerini yumduğundan beri baba evi olan ve “Mavi Ev” olarak anılan ev müze olarak kullanılmaktadır.
Bütün bu olayların ışığı altında Frida’nın hayatına daha doğrusu cinsel yaşamına dışardan baktığımız zaman tabii ki herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Ben de şunu söylemek istiyorum: Çocukluğundan beri çeşitli hastalıklarla iç içe yaşamış, acıları sancıları şerbet bilmiş bir kadından bahsediyoruz. Kaldı ki bu acılar bedensel acılar. Bir de Frida’nın manevi acılarını düşündüğümüz zaman oldukça kafamız karışıyor. Bir taraftan hayatla mücadele ederken, diğer taraftan duygularıyla savaş veriyor. Bir taraftan özgür ruhunun sesini dinlerken, diğer taraftan duygusal bağımlılığı ağır basıyor. Bütün bu karmaşanın içinde birçok kadın yaşamaktan bile vazgeçebilecekken, o her zaman inatla kadere kafa tutup, yaşama kucak açıyor. Oldukça büyük bir gururla oldukça büyük bir aşkın girdabında debelenirken birçok kadınlarla ve erkeklerle ilişki yaşayan Frida’nın bu ilişkilerde ne derece mutlu olduğu tartışılır. Ama su götürmeyen bir gerçek vardır ki; o her yıkıldığında mutluluğu cinsellikte aramış ve cinsellikle şifa bulmayı ummuştur.
Gerek kadın ve gerekse erkekler olarak, hiç şüphesiz ki Frida’nın hayatından almamız gereken pek çok ders vardır. Her ne olursa olsun Frida’nın yaşam öyküsü gerçek bir yaşama tutunma öyküsüdür. Her ne olursa olsun Frida, adını tarihe yazdırmış büyük bir ressamdır.
Ne yüreğimizin, ne de bedenimizin hiçbir zaman sancımaması dileklerimle esen kalın.
Dünyadaki en sert element sevmekten vazgeçmiş bir kadının yüreğidir/ Frida Kahlo