Bana İlham olan Berkan için,
İçeriye girdiğimde yoğun sigara dumanı önce genzimi sonra gözlerimi yaktı. Boş bir masa bulup oturdum. Gömleğinin üzerindeki kan lekesi yıkandığı halde geçmemiş her halinden belli, izbe bir evde konakladığı ayakkabılarına nüksetmiş kambur bir garson gelip “ne içersiniz?” diye sordu. Şakağından çene başlangıcına kadar inen faça izine bakarak “bira” dedim. Kafasıyla onaylayıp bara doğru yürüdü. Onun ardından bakarken omuzlarında suni kırmızı tüyler olan bir kadın geçti önümden -göz ucuyla beni süzerek-
Garson birayı getirdi, kadın yerine oturdu, ben sigara yaktım.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
İçeride güneş ışığının üzerine düşmediği adamlar vardı. Karanlık adamlar. Gece adamları. Gündüzleri uyuyan, ofise kapanan ya da herhangi bir sebepten dolayı insan içine karışmayan adamlar.
Kadınlar hep öyle.
Masaların üzerinde kallavi içkilerle dolu olan masalar da vardı, mezesiz tek rakıyla demlenen de. Mezesiz tek rakıyla demlenen adamdan korkun. O adam -sırf- o an kurduğu hayal toz bulutunu biri bozdu diye hiç çekinmeden ayakkabısının içinde sakladığı bıçağı çekip vücudunuzun en ücra köşesine saplayıp, kilidin içinde anahtar çevirircesine içinizi deşebilir. Ve bunu yaparken sokak arasında müşteri kaygısı olmayan bir çilingir edasını ruhuna yansıtabilir. Soğuk, olabilitesi yüksek ve işbilen. Masanın köşesinden; o tek başına, tek rakısıyla demlenen adamı izledim bir süre. Gözünü sahneden ayırmadan içkisini yudumlarken fikrinde tahayyül eden kadını gözümde canlandırdım. Kim bilir ne çok sevdin o dilberi.
Adam boş sahneyi seyretti, ben adamı seyrettim, ışıklar kapandı.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
Işıklar kapandıktan sonra birkaç adam çıktı sahneye. Enstrümanlarını kucaklayıp bir-iki ses çıkardılar. Bilmem kaç bininci kez çaldıkları şarkının anasına avradına küfreder gibi şarkıya girdiklerinde; abiyesi Osmanbey tezgâhlarından kiralandığı ve bu kıyafetin yüzü suyu hürmetine ekmeğini sulandırdığı her çalımından belli bir afet-i devran çıktı sahneye. “Kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde” dedi. Herkes kadehini kaldırdı. “Yine de kendimi avutamadım” dedi. Kadehler indi.
Kadın şarkıya devam etti, adam kadına içti, şarkı bitti.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
Kadınların şuh kahkahaları şarkı aralarında daha da fazla duyuluyordu. Adamlar, kadınlar kahkaha attıkça daha çok eğleniyor, sahneye içki şişeleri sıralanıyor, keman sesi klarnete karışıyor, bir şarkı yerini diğerine emanet ederek bitip gidiyor, ben seni düşünüyordum…
Keman yere düştüğünde akşamüstü sesi çıkarır. Gecenin bir yarısında yaşamakla ölmek arası bu izbe pavyonda bunu kendime tekrar ediyordum. Loş ışık altında garson bir bira daha getirdi. Façasına bakarak teşekkür ettim. Oturduğum masamın çaprazında, bu masalarda tertemiz kır çiçeği gibi duran bir kız çocuğu babası yaşındaki adamın anlattıklarını dinliyordu. Yüzünde kendinden on kat daha büyük bir maske. Sigarasına uzandı. Çakmağına davranan adam, ateşin bütün hengâmesini ezber yapmış haliyle kızın sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti kız. Üflerken duvarlar yıkılacak sandım. Öfkesi acısıyla düelloda, belli. Bir ara kendine baktığımı fark edip yüzünü bana çevirdi. Yüzümde ona ait bir hüzün…
Ben kıza acıdım, kız acısını anımsadı, ışıklar açıldı.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
Işıklar açılınca güneş doğduğunda yuvasına kaçan böcekler gibi arkasına yaslandı bazıları. Elleri gözlerinin üzerinde gölge. Sahnedeki kadın eteklerini toplayıp çıkıp gitti geldiği perdelerin arkasından. Meçhule karışan her şey gibi gitti. Bir daha hiç dönmeyecek gibi gitti. Aslında gitmek istemiyormuş da gitmek zorundaymış gibi gitti. Aslında herkes isteyerek gider; bunu herkes gibi o da iyi bilirdi. Masasında tek başına oturup tek rakısıyla demlenen adamın rakısı tazelendi. Adamın gözü boş sahneyi arşınladı. Garson adamın kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam kadehini tek nefeste sonlandırdı. Mevzu delikanlılık haritasında bir afet-i devran yarası.
Adam boş kadehini boş sahneye kaldırdı, garson boş kadehi adamın önünden aldı, ben onları izledim.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
Sigara dumanını çıksın diye bir-iki havalandırma açtılar sonra. Garsonlar birkaç masaya hesap üstü getirdi. Masaların ardından bana bu diyarın devleri gibi görünen adamlar, sıra sıra, usul usul, sessizce geçip gittiler yanımdan; yanlarına yeni masal kahramanı kadınlar alarak. Bir sigara yaktım. Sonra sahnede şarkı söyleyen kadın başka bir tezgâh malı kıyafetle geldi süzülerek. Bütün gözler ona zimmetlendi. Tek başına tek rakısıyla oturan adamın masasının yanından kibirli bakışlarıyla geçti. Üç basamak yukarıya kurulmuş büyük masaya oturdu; önünde istese de bitiremeyeceği dünya nimetleri. İçkisi geldi. Kadehler kalktı, kadın içkisini gerdan kırarak yudumladı. Tek başına tek rakısıyla oturan adam kadına omzunun üzerinden mağrurca baktı… Baktı… Baktı.
Kadın içkisini içti, adam rakısını yeniletti, ben sigara yaktım.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
İçerideki kalabalık yavaş yavaş yerini sessizliğe bıraktı. Hüzünlendim. Boş masa ve sandalyeler kadar hüzün verici bir şey yoktur benim literatürümde: Kendi evimden bilirim. Işıklar birer birer kapanmaya başladı sonra. Sonra tek rakısıyla tek başına demlenen adam ayaklandı biraz sendeleyerek. Kadın, önüne dünya nimetlerini sıralayan adamın omzuna yaslanmış gülüyorken adamla göz göze geldi. Onların ki kadının hicretini sevmediği bir aşk hikâyesiydi, belli. Adam, sessiz sakin adımlarla ceketini omzuna atarak çıkıp gitti. Kadının yüzüne baktığımda bu gidişin ardından bir durgunluk belirdi. Çok önceleri vedalaştığı bu adamı o da sevmiş belli. Sonra bir sigara yaktı ciğerlerini tutuşturan. Masasındaki adamlar gevrek gevrek gülerken o da eşlik etti istemsiz. Ben kadını izlerken garson geldi yanıma “kapatıyoruz” dedi. Başımı salladım. “Kapatın” dedim içimden, kapatın. Bütün dünyanın ışıklarıyla birlikte bütün kapıları kapatın. Bütün pencereleri, bütün perdeleri, bütün kepenkleri, hepsini kapatın. Kilitleyin içinde insana ait ne varsa. Bu bir sandıkta olabilir bir tabutta. Hem ne fark eder ki içinde yaşadığın aidiyetin sen yaşıyorum demedikten sonra: Hiç açılmayacağını bildiğin bir kapı, bir pencere, bir kafes, bir telefon… Bir hayatın defterini dürüp kenara koymanın enaniyetiyle, kendi takviminin yapraklarını sayan insanın cesetini müsveddelerle kapatın.
Garson başka masalara gitti, içerinin sessizliği içime işledi, kadehimi kendime kaldırdım.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
Parayı masanın üzerine bıraktım. Tam yerimden kalkıyorken; tek başına, tek rakısıyla demlenen adam hızla içeriye girip elindeki bıçağı gece boyunca kadeh kaldırıp, şerefine içtiği kadının kalbine saplayıp, kilidin içinde anahtar çeviriyormuşçasına açtı kendisine kapanan kapıları. Birden bire, aniden, hızla, öyle çok bilindik bir şeymiş gibi olup bitti her şey. Kadının elindeki kadeh yere düştü. İnsanlar etrafta çığlık çığlığa koşuştururken öylece kalakaldım yerimde. Fedailer adamı alıp sahnenin arkasına doğru sürüklediler. Kadın; kan-revan içinde yerde yatıyorken diğer kadınlar çırpınırcasına kadının üzerine kapaklandılar. Şakağından çene başlangıcına kadar façası olan garson yanıma gelip masamın üzerindeki parayı elime tutuşturdu: “Hadi git buradan, başın belaya girmesin.” Bunu söylerken kim bilir ne çok gördün bu sahneyi diye geçirdim içimden gözlerine bakarak. Söylemedim ama anladı ne demek istediğimi. Önce kadına baktım. Sonra garsona göz ucumla bir selam çaktım, yerimden kalkıp kapıya doğru yürürken birden geri dönüp garsona:
“Yarın açık mısınız?” dedim.
Garson gülümseyerek “evet” dedi.
Ben sigara yakarak dışarıya çıktım, içeriden tok bir silah sesi geldi, martılar çığlık attı.
Gecenin üstünü örtün üşümesin.
Sevim Demiröz
Bir cevap yazın