Franz -Gerçeği duysan gerçek olduğunu anlar mısın?
Gürsel -Hayır anlamam!
Franz -Ya ne yaparsın?
Gürsel -Anlamaya çalışırım.
Franz-Neyi?
Gürsel -Duyduğumu.
Franz -Neyi duydun ki?
Gürsel -Anlamadığımı.
Franz -Anlayamadım.
Gürsel -Duyarsan anlar mısın dediğin gerçeği.
Franz -Duyduğun gerçeği neden anlayamazsın ki?
Gürsel -Anlayamadığım değil, anlamadığım gerçeği.
Franz -Peki neden?
Gürsel -Zira duyduğum gerçeğin gerçek olduğuna ve duyduğum gerçeği gerçekten mi duydum diye işkillenirim.
Franz -Sendeki bu kuruntunun amacı nedir?
Gürsel -Duyduğum gerçeğin gerçek olduğuna inanmaktır.
Franz -Anlayamadım. Nasıl yani?
Gürsel -Bu şüphem gereği analitik ve analiz basamaklarını duygu eşliğinde dans eden mantığın akıl süzgecinden geçirerek aşmak durumunda olmaktayım.
Franz -Analiz, analitik, mantık ve akıl tamam da… Peki ya duygu ne alaka?
Gürsel -Çünkü analiz, analitik, mantık ve akıl süreçleri ancak duygu ile işlevsel olabilirler.
Franz -Peki. Diyelim ki duygusuz olmasına ilişkin yine de analiz, analitik, mantık ve akıl basamakları işleyişte olabilir olsa, o zaman ne olur?
Gürsel -İşte o zaman, bu varsayım yok-sayım olur; varsayımı yok-saymasak eğer, işte o zaman, duyulan gerçeğin gerçek olduğunun belirsizliğine gidilir.
Franz -Nasıl olur ki öyle?
Gürsel -Zira duygu, aklın algılamasına ve idrakına en büyük etkendir. Bütün verileri akla o getirir. Dolayısıyla akıl duygudan yoksun varım diyemez ve bu netice gereği duygudan mahrum akıldan böylesi gerçeği anlama izlenimi beklenemez.
Franz -Yani gerçeği duyarsan gerçek olduğunu anlar mısın?
Gürsel -Evet!
Franz -Peki nasıl, bunu bana söyleyebilir misin?
Gürsel -Eğer gerçeği duyamıyorsan, bunu sana kimse söyleyemez!