Öyle güzel ağırlıyoruz ki yalanları.
Suçlu aramaksa en kestirme yolumuz. Sorgulamayı dahi unuttuk nicedir.
“Ben ne yapmış olabilirim?”
sorusunu, kendimize sorma cesaretimiz dahi yok. Öyle kolay ayırıyoruz ki yolları, ne de olsa bir tıkla geliyor artık arkadaşlıklar.
Gene bir tıkla bitiyor.
Öyle güzel cümleler kuruyoruz ki işimiz düşünce, kendimiz dahi gerçek sanıyoruz.
Öyle kolay hasta oluyoruz ki, teşhislerin adına yetişemiyoruz.
Öyle yeni kelimeler icat ettik ki,
üç harfle “seni çok seviyorum” diyebiliyoruz.
Oysa biz eskiden yalan söyleyince burnumuzun uzayacağını sanırdık.
Salak mıydık? Haşa! Tertemiz akıllılardık.
Oysa biz eskiden ilk kendimize kızar, ilk kendimize küser; yine ilk kendimize sorardık.
Deli miydik? Haşa! İyi niyetliydik. Ahde vefâ bilirdik. Oysa biz eskiden sıkı dostlardık. Sevmek için bahaneler arardık. Bir parmakla küserdik de, çok sürmezdi kaldığımız yerden devam edişlerimiz.
Utanmak bilirdik.
Derdimizi dahi on yeminden sonra söylerdik. Kalpte olmayanı dile dökmezdik. Öyle kolay canım demezdik.
Üç harfli sevgilerimiz yoktu. Uzun uzun şiirler yazardık.
Oysa biz eskiden kirli ellerimizle simitlerimizi bölüşsek de, hasta da olmazdık. Şimdi mi?
Öyle- böyle değil, güzel kirlendik.
Unuttukça içimize. Özümüze bakmayı..
Dışarıda arar olduk sorumluyu….
Dürüstlük ve özeleştiriyle yeniden içimize dönüp, gerçek değerleri hatırlamaya ihtiyacımız var.
İçimize dönüp, içimizdeki derinlikleri keşfetmek için cesaretimizi toplamalıyız; çünkü gerçek mutluluk kendi içimizde başlar.
“Kendimize dönme zamanı geldi! Şimdi değilse ne zaman?
Bir cevap yazın