Kışa hazırlanıyorduk. Bulanık arzuların dinginleştiği, kurak ülkülerin balçıklaşmış
toprağına serin, beyaz bir örtünün serileceği o kasvetli mevsime… Rüzgârı suçlamak haksızlık
olur, ama yine de sığınacak bir köşe arıyor insan ve ben de çayhaneye sığınıyordum, bundan
ne çıkar?
Çayhanenin çalışanıyla gide gele ahbap olduk haliyle. Mesleğimi sorguladığında ‘yazarlık
öğrencisi’ yalanını kıvırıverdim hemen. Saf bir yalan değildi tabii ki, görünürde epey bir
zamandır yazarlık öğrencisiydim, ama ne öğrenmiştim, ilgim neydi? Evet… Ahbabım, ileride
ünlü olduğumda kendisi dahil tüm dostlarımı satışa çıkaracağımı iddia ediyordu. Bir de bir
akşam, -esaslı- bir sofra kurup, yedirip içirip hikâyesini anlatacak, ben de yazacaktım, söz
müydü? Bu gibi içi dışı bir insanların kibirli ve züppe kişilerde kof bir kendine hayranlık ve
büyüklenme uyandırması pek doğaldır. Neyse ki, o dönem, insan olmanın getirdiği bu türden
duygulara kapılacak gevşeklikte değildim. Tütün satın almakta bile zorlanıyor, ama
ahbabımın ikramları sayesinde yoksunluk çekmiyor ve dolayısıyla şunu söyleyemiyordum:
“Kendiminki dururken niye senin hikâyeni, bedelini ödemediğim bir yaşantının hikâyesini
yazayım?”
Hikâyeyi bir tarafa bırakırsak, burada, sözünü etmek istediğim bir detay, bir düşünce var.
Birtakım tuhaf ve dehşetengiz olaylar silsilesi ardından sevdiği kadına kavuşamayan
milyarlarca erkekten biri olan ahbabımın deyişine göre, arkadaşları haline merhamet edip onu
birçok kez evlenilecek, genç ve hoş kadınlarla tanıştırmak isterlerken o, kendisine gelen bu
nazik teklifleri isteksizce onaylıyormuş. Son buluşmasını, çayhanede mola verdiği bir esnada
şu sözlerle anlattı:
“Evine gidiyordum. Mahallesine girmeme iki dakikalık yolum kalmıştı. On katlı binanın
çatısında beni bekliyordu, düşün, sadece on kat var aramızda!”
Anlatırken ‘iki dakika’ ve ‘on kat’a özellikle vurgu yapıyordu.
“Trafikte bir araca fazla yaklaşmışım. Adam içeriden bağırıyor: “Eşek! Eşek oğlu eşek!”
Kavga çıktı. Memurlar aldı götürdü, geceyi nezarette geçirdim. Arada sadece iki dakika ve on
kat kalmış! Eh, görüyorsun ya kardeş, O, benim alnıma yazılmış bir kere, artık kaderim say.
Ne zaman biriyle olmaya çalışsam, aynı şey geliyor başıma. Bir felaket, bir aksilik, bir kaza…
Dikiş tutturamıyorum, ne yapsam boş, bomboş.”
Akıllıca laf edeceğim tuttu: “Öfkene sahip olup yoluna baksaydın, amacına ulaşacaktın,”
dedim. Yüreği burkuldu. Bir süre gözlerimin içine acı bir hüzün ve şaşkınlıkla baktıktan sonra
uzaklara daldı. Bir dakika kadar sessizlikte oturduk. Ardından, bir şey demeden kalkıp işine
devam etti.
O akşamdan yaklaşık dört ay sonra başka bir şehre taşındım. Tütün satın almakta
zorlanmaya devam ettim, ama ahbabımı bir daha görmedim, göremedim.
Bir cevap yazın