“Son zamanlarda uyandığımda, her sabah
tıpkı bu nehir gibi kokan sular damlıyor
ellerimden”
Vltava Nehri kenarındayım, ayak izlerine
basarak yürüyorum. Öfkeni kusuyor
toprak, sulara bıraktığın sözler çarpıyor
yüzüme
“Dünya yeterince kötü”
Yakanı hiçbir zaman bırakmayan
şehirdeyim. Sararmış mektuplar, solmuş
fotoğraflar için kapını çalıyorum. Bu gri
ev, yere çöken ağır hava, bu soğuk kasvet,
akmayı unutan karanlık.
Sesinin boğuntusu, korkunun kilidi,
suskunun derinliği ve babasız oğulların
kapılardan sığmayan yalnızlığı…
“Soy ağacı kader” çoğu zaman da keder
biliyorum…
Sönen muma takılmasın diye gözlerim,
son evdeki fenere yüz çevirip geçiyorum
Azizler köprüsünden,
Kör Rahibe’nin ayakları dibinden,
kulelerden.
Davud’un Yıldızı, Kristal Gece, ölüm!
Ölüm ki toprağın yüzüne sığdırılmayan
insan, ölüm ki mahşeri mezarlar, ölüm ki
on iki basamaklı yeraltı şehri…
Şimdi sen, Auschwitz’in küllerinin düştüğü
meydandaki ateşi söndür, altı yüz yıllık
saati durdur,
ve zamanın kemiklerini kuleden indir!
Gözyaşlarını topla
Aşkı unutma!
Gidelim…
Bir cevap yazın