Binlerce gümüş papatya toprağın altından başını uzatmıştı. Ayna gibi parlayan çiçeklere çıplak gözlerle bakmak imkânsızdı.
Didem gülümsedi. Eğilip bir tane gümüş papatya kopardı.
“ Nasıl bir çiçek bu?” dedi. Sevincinden kanatlanıp uçacaktı neredeyse.
“Saf gümüş, bu çiçekler!”diye bağırdı.
Yanında yatan kocası irkilerek gözlerini açıp:
“Günaydın nergis yüzlüm, hayırdır inşallah, neden bağırıyorsun? Yine rüyanda korona virüsten ölen insanlar, tabuta konulan cesetler mi gördün? diye sordu.
Didem, başını yastıktan hafifçe kaldırarak kocasının yüzüne sevgiyle baktı.
“Korona virüs bugünlerde hemen hemen herkesin dilinde… Televizyon kanallarında, internet sitelerinde bir hayli gündemde. Dünyada en çok konuşulan konuların başında korona virüs geliyor. Herkesi etkisi altına almış, korona virüsün beni de etkisi altına alması normal değil mi? Ama bu sefer çok güzel bir rüya gördüm Cemilim çiçek açtı gönlüm.”
Doktor Cemil tebessüm ederek:
“Ne gördün?” diye sordu.
“Kara toprağın içinde gümüş papatyalar açtığını gördüm. “
“İlginç bir rüya, Allah hayra yorsun.”
“Amin, bu kabus dolu günler ne zaman bitecek? Dışarı çıkıp özgürce dolaşmayı özledim ben.”
“Uzun sürecek gibi görünüyor. Gözle görünmeyecek kadar küçük bir mikrop yeryüzüne korku saldı. İnsanlara “Dur!” dedi. Ölenlerin feryadı arşı titretiyor. Bizler doğaya karşı haddimizi aştık, canlıları incittik. Birbirimize sevgi ve saygı duymuyoruz. Dünyamıza verdiğimiz zararların cezasını çekmek zorunda kalacağız. Aslına bakılırsa korona virüsün insanlara ve doğaya faydası dokundu; bize unuttuğumuz değerleri hatırlattı. Paranın gücünün her şeye yetmediğini, mutlu olmanın bireysel değil, herkesin mutluğuyla bir olduğunu. Dünyanın kontrolünün bize ait olmadığını öğretti. Her şeye sahipken hiçbir şeye sahip olmadığımızın farkına vardık. Amerika’yı bile yerle bir etti. Birbirimizi sevebilseydik, dünya bir çiçek bahçesi kadar güzel olurdu.”
“Haklısın, umarım bütün insanlık ders alır. Daha iyi, daha bilinçli insanlar oluruz.”
Doktor Cemil, duvarda asılı olan saate bakıp:
“Geç kaldım, hastalarımın bana ihtiyacı var.” dedi. Ve hemen yataktan fırladı. Didem de arkasından kalkıp mutfağa geçti. Çayı ocağa koydu. İki dilim ekmeğe tereyağı sürdü. Kaşar peynirini ekmeğin içine yerleştirip tabağa dizdi. Ardından iki bardak portakal suyu sıkıp, tepsiyi bahçeye çıkardı.
Güller tomurcuğa; ağaçlar pembe ve beyaz çiçeklere bürünmüştü. Güneş gökyüzünde parlıyordu. Cemil ile Didem, denizin sonsuz mavi güzelliği ve dalgaların sesi eşliğinde kahvaltılarını ettiler.
Didem, hüzünlü bir yüz ifadesiyle:
“Korona virüs, herkesi evine kapattı. Dünyada can kaybı dört yüz bini aştı. Hastaneye gitmesen olmaz mı? Ne zaman hastaneye gitsen acı bir nehir akıyor yüreğime.”dedi.
Doktor Cemil, Didem’in yüzüne sevgiyle dokundu.
“Çok zor günler yaşıyoruz. Hastalarımın bana ihtiyacı var. Onları ölüme terk edebilir miyim? Vicdanım buna izin verir mi? Benim hayatımın gayesi bütüne hizmettir. Dünyayı saran bu yangını söndürmezsek, hepimiz yanarız. “*Kainat yek vücut tek varlıktır. Görünmez iplerle birbirine bağlıdır.” Hekimlik, insanı sevmektir. İnsanların sağlığı, mutluluğu uğruna çarmıha bile gerilmeye giderim. Sen zihnine korku tohumları ekme lütfen.”
Didem, eşinin gözlerinin içine sımsıcak bakıp gülümsedi.
“* İnsan yüreğindeki sevgi kadar insandır.” Ben de senin en çok sevgi dolu yüreğini seviyorum.
Hastane sanki mahşer yeri ana baba günüydü. Değil oturmak iğne atsan yere düşmezdi. Hastalar kuyruklarda, ellerinde kağıtlar, yüzlerinde korku ve çaresizlik vardı. Temizlik çalışanları kan ter içinde yerleri paspaslıyorlardı.
Doktorlar, hemşireler, asistanlar, sağlık çalışanları telaş içinde bir sağa bir sola koşuşturuyorlardı. Hepsinin yüzlerinde cerrahi maske, bone, gözlük, siperlik vardı. Tam koruma elbise giymişlerdi.
Doktor Cemil, yüzünde beyaz maskesiyle, yoğun bakımdaki korana virüslü hastasının yanına doğru yürüyordu. Oldukça hızlı adımlar atıyordu. Gördüğü doktorlara selam verirken:
“Günaydın, günaydın” diye diye ilerliyordu.
Durumu kötüleşen hastasının odasına girdi. Yanı başına geldi. Yatağında yatan orta yaşlı hasta, nefes almak için çırpınıyor, öksürüyor, etrafa damlacıklar saçıyordu.
Doktor Cemil endişeyle hastasının yüzüne baktı. Sonra yanında duran hemşireye dönüp:
“Durumu ağır, rahat nefes alması için hemen entübe etmeliyiz.” dedi.
Hemşire: “Peki Doktor Bey.” dedi. Ve ilaçları hazırlamak için hemen tedavi odasına gitti.
Doktor Cemil, hastasını sakinleştirip kas gevşetici verdi. Sonra hastanın ağzından nefes borusuna bir tüp yerleştirdi. Alnından boncuk boncuk terler akıyordu. Bir süre sonra hasta rahat nefes almaya başladı. Doktor Cemil de rahat bir nefes aldı. Yüzünde sevinç tomurcukları açtı. Şefkatli bir ses tonuyla:
“Şükür Allah’a “dedi. Odadan çıktı.
Hastane koridorunda bir kadın acı acı çığlıklar atıyordu:
“Kurşunlara gelesin korona, oğlumu elimden aldın!”
Doktor Cemil, hızlı adımlarla yanına gitti. Yüzüne şefkatle bakıp:
“Metin olun, Allah size sabır, güç versin.” dedi. Direkt ölen gencin odasına girdi. Sağlık çalışanları ölen hastayı siliyorlardı. Sonra paket yapar gibi naylona sardılar, ceset torbasına koyup fermuarı çektiler.
Doktor Cemil’in boğazı düğümlendi, yüzü gerildi. Kendi kendine:
“Çaresizlik içindeyiz Allah’ım bize yardım et! Bu korona virüsünün kapı kilidi yok mu?” diye dua etti. Hızlı adımlarla diğer hastalarını kurtarabilmek için hastanenin uzun koridorunda yürüdü.
Hastalar saat başı çoğalıyor, test sonuçları arka arkaya pozitif çıkıyordu. Çoğu da yoğun bakımda bağıra bağıra ölüyorlardı. Ortalık korku filmi gibiydi. Hastanede artık, Genel Cerrah, Ortopedi Uzmanı, Göz, Cildiyeci yoktu. Doktorların hepsi korona virüs savaşçısı olmuştu.
Doktor Cemil, iyileştirdiği bir hastasının odasına girdi.
Hastasına sevgiyle bakarak: “Çok şükür hastalığınız atlatınız Ahmet Bey, yarın sizi taburcu edeceğiz.”dedi.
Hastanın yüreği sevinçten pır pır etti. Sevgi ve minnet duyan gözlerle baktı Doktor Cemil’e:
“Siz neden bu kadar iyisiniz? “diye sordu.
Doktor Cemil, nazik bir yaklaşımla:
“İyi miyim?”
“Hepimiz biraz iyi biraz kötüyüz. Ancak kendimizi iyi, başkalarını kötü görmemiz bile egolu olduğumuzu gösterir. Bu da bizi olumsuzluklara sürükleyip kötüler kategorisine koyar. Siz hiç kendine ben kötüyüm diyeni gördünüz mü? Kötü olduğum için beni üzüyorlar diyeni gördünüz mü?”
”“ Doğru, hangimiz mükemmeliz ki? Ama ben dünyada sizin gibi iyi insan görmedim. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Sizin gibi işini sevgiyle yapan bilim insanlarının yolu her zaman açık olsun. İyi ki varsınız, iyi ki tanıdım sizi.”
Doktor Cemil gülümseyerek:
“ Teşekkürler, bu benim insanlık görevim. “*Kim bir canı kurtarırsa, bütün insanlığı kurtarmış olur.” İyi bakın kendinize.” dedi. Ve odadan çıktı.
Gün batımı, gökyüzündeki bulutları boydan boya portakal rengine boyamıştı.
Doktor Cemil zorlukla ayakta duruyordu, başında giderek büyüyen bir ağrı hissetti. Adeta beyni zonkluyordu. Bıraksalar küt diye yere düşebilirdi. Ayakları onu zar zor hekim odasına götürdü. Kendini koltuğa bıraktı ve oracıkta uyuyakaldı.
Gece yarısı, görevli hemşire, odasının kapısını tıklatıp içeri girdi. Doktor Cemil koltukta oturmuş, benzi solmuş, bitkin ve yorgun görünüyordu. Görünüşüne bakılırsa solunum sıkıntısı çekiyordu.
Hemşire korkuyla:
“İyi misiniz Doktor Bey? Neyiniz var?” diye sordu.
Doktor Cemil, başını salladı ve sustu. Hemşire koşarak yardım çağırmaya gitti.
Doktor Cemil, durgun ve hüzünlü bir yüz ifadesiyle hasta yatağında yatıyordu.
Doktor Güler, yüzünde maske, gözlük ve bone ile odaya girdi. Tedirgin bir hali vardı. Üzgün bir ses tonuyla:
“Selam Dost Yürek, nasılsınız?”dedi.
“İyi olacağım inşallah. Test sonuçlarım belli oldu mu?”
Doktor Güler, bir süre sessiz durdu. Başını yere eğdi.
“Kovid -19 test sonucu pozitif çıktı Hocam.”
Doktor Cemil’in içinde fırtınalar koptu. Yüreğine bir kurşun sıkıldı sanki.
“Pozitif mi çıktı?” diye sordu.
“Size en iyi şekilde bakacağız, iyileşeceksiniz, sabırla her şeyin üstesinden geleceğiz inşallah”
“Girdiğim karanlık bir tünel… Halim Allah’a malum. Sabır, yüzünü ekşitmeden acıyı yudumlamaktır. Allah’ın bize verdiği ömür kadarıyla yaşayacağız hayatı. Mevla görelim ne eyler, neylerse güzel eyler.”
“İyileşmeniz için elimizden gelen her şeyi yapacağız.”
Doktor Cemil:”Teşekkürler, elinden geleni yapacağına inanıyorum dostum.” deyip cep telefonunu eline aldı. Eşi Didem’i aradı. Telefon birkaç kere çaldı.
Didem açtı.
“Hastaneye gelir misin hayatım?” dedi. Didem’in yüreği cız etti.
“Hemen geliyorum” deyip, yıldırım hızıyla hastaneye koştu.
Didem yüzünde tıbbi bir maskeyle eşinin yattığı odaya girdi. Eşini yatakta bitkin ve yorgun görünce kalbi korkuyla çarpmaya başladı, gözleri nemlendi:
“Sana sarılabilir miyim?”diye sordu.
Doktor Cemil, karmakarışık duygular içerisindeydi. Didem’e kederle baktı.
“Mesafeli olmak zorundayız.”
“Yani sana dokunamayacak mıyım?”
Doktor Cemil, ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
“Sağlığın için sarılmamalıyız.” dedi.
Didem ağlayarak:
“Bu zor süreci atlatacağız seninle. İyileşeceksin. Sen benim en değerli parçamsın. Bu zorlu süreçten güçlenerek çıkacağız.” dedi.
“İnşallah, şimdi gülümse, yüzünden kov kışı. Lütfen hüzne bulama gözlerini. İlahi akışa teslim olmalıyız.”
“Hemen iyileş olur mu?”
“Ruhuma enerji verdin, iyi ki varsın, iyileşmeye çalışacağım.”
Didem:
“Yüreğim yüreğinle.” dedi. Ve odadan çıktı.
Ertesi gün, Doktor Güler, yanındaki hemşireyle koşarak Doktor Cemil’in yattığı odaya girdi. Durumu ağırlaşmıştı doktorun. Nefes almakta zorlanıyordu. Didem de yanında ağlıyordu. Hemşire, Didem’i dışarıya çıkardı.
Doktor Güler endişeyle:
“Sağlığına kavuşacaksın Hocam, dayan lütfen, sizi hemen entübe etmeliyiz.”dedi.
Ve ona hemen kas gevşetici iğne yaptı. Sonra solunum cihazına bağladı. Nefes borusuna ulaşan bir boru taktı. Bir süre sonra Doktor Cemil, rahat nefes almaya başladı.
Doktor Cemil, Doktor Güler’e işaretle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
“Kağıt kalem mi istiyorsunuz Hocam?”diye sordu.
“Evet,” diye başını salladı.
Doktor Güler, hemen ona bir kağıt verdi.
“Hocanız olarak hazırım, tüm deneysel tedavi yöntemlerini, aşı ve ilaç denemelerini üzerimde tatbik ediniz.”diye yazdı.
Doktor Güler, kağıdı açıp okuyunca gözleri doldu.
“ Lütfen olumsuz düşünmeyin Cemil hocam, ruhuna değdiğiniz binlerce hastanız öğrenciniz var. Siz kendinizi insanlığa adadınız. İnsanlığın size ihtiyacı var. Bir hekim neden sevmeli bütün dünyayı? Bize siz öğrettiniz. Hekim olmanın sadece eğitim ile olmayacağını, hekim olmanın yolunun insanı ötekileştirmeden, yargılamadan, sevmekten geçtiğini zihnimize siz kazıdınız. Binlerce hastanız ve öğrenciniz iyileşmenizi bekliyor. Lütfen mücadeleyi bırakmayın.”
Bir hafta sonra, Doktor Cemil’in durumu kötüleşti. Alel acele yoğun bakıma alındı.
Didem, camın arkasından eşini seyrediyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüreğine simsiyah bir hüzün çökmüştü.
Kendi kendine:
“Hadi uyan artık, uyan lütfen uyan! Seni böyle görmeye dayanamıyorum. Ruhum acıyor, nefes alamıyorum. Sana ihtiyacım var.” dedi.
Doktor Cemil, ansızın titremeye başladı. Nefes almak istiyor ama alamıyor, bir şeyler söylemek istiyor, ama kelimler ağzından dökülmüyordu. Gözlerini kocaman açtı.
Didem telaşlandı. “Yardım edin lütfen”! diye bağırdı.
Doktor Güler ve hemşireler telaş içinde koşarak geldiler. İçeriye girdiler ve hemen doktora müdahale etiller.
Didem, eşinin yanına gitmek için çırpındı. Hemşire onu geriye çekti.
“İçeriye geçmeyin lütfen, dışarıda durmanız daha doğru.”
Eşinin ölebileceği düşüncesi yüreğini bir engerek gibi ısırıyor kanatıyordu.
Didem, titreyen bir sesle:
“Ne olur diren Cemilim, Allah’ım onu bana bağışla lütfen!” diye bağırdı.
Bir süre sonra Doktor Güler yoğun bakım odasından çıktı, Didem’in yanına geldi. Gözleri dolmuştu. Zorlukla:
“ Ne yazık ki kurtaramadık. Başımız sağ olsun!” dedi.
Didem’in yüreği alev alev yandı. Ruhu kavruldu. Sanki dünyayı ayaklarının altından çekiverdiler.
“Kurtaramadın mı?”dedi ve durgun bir deniz gibi sessizleşti. Sonra yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı:
“Uyan Cemil’im uyan, daha iyileştireceğin, sana ihtiyacı olan binlerce hastan var! Sadece sen mi öldün? Ben de öldüm. Ben seninle tamdım, şimdi eksildim. Hani sen ve ben Zümrüdü Anka’nın kanatlarına oturup sonsuzluğa uçacaktık?”
Bir cevap yazın