Daktiloyu çok severim. Harfleri adeta tek tek taşırsın, uzaklardan çok uzaklardan geliyormuş, gelmiş de yorulmuş hissi uyandırır. Ancak çok sevenlerin duyabileceği bir çığlık ile ölümsüz kılınır harfler. Hikayene dokunursun ellerinden dökülür göz yaşın… Hiç daktilom olmadı harfleri taşıyacak, ellerim olmadı, hikayem olmadı. Sıradan bir taksi şoförüyum, hiç aşkım olmadı ama çok çığlık attım. Büyük arzularım oldu, büyük arzuların taşıdığı büyük acılarım… Yüzüme yalnızca yollar baktı, karım, çocuklarım; koca bir utanç kaynağıyım. Alt komşu rahatsız olmasın diye çocuklarını döven, üstteki tepinince sessizce katlanan biri. Beş çocuğum var, sanki çok uzaklardan gelmiş, hiç dokunmadan çağrılmış harfler gibi yabancıyım onlara. Karım ‘bayan sessizlik’. Asla otoriter olmadım, asla koca olma üstünlüğümü kullanmadım. Sanki yıllardır dövüyormusum, yıllardır zorla ırzına geçmişim gibi, küfür eder gibi, öldürür gibi sessiz… Ve dokunduğumda geceleri zevklerin doruğunda, en derin yerinde bedeninin; gözleri kapalı. Acı çeker gibi asla bakmadı, bir et torbası oldu yalnızca asla dokunmadı; çok çığlık attım günah dolu çığlıklar.Bir günahkarın hikayesi olacak anlatacağım, asla yazamam daktilom olmadı, kalem tutmadım, kağıda dokunmam; benim gibi bir günahkarın dokunması ne büyük küfür gelmiş-gelecek yazarlara, ben yalnızca anlatacağım. Her zaman olmak istediğim ama olamadığım karakteri, karakter oluş anı bu. Bir yazarın yazar olma anı. Bir silah, bir hikaye ve bir günlüğün anlatımı. Hepsi bir çekmecede.
Yazar camdan dışarı bakıyordu, yazacağı hikayenin taslaklarını kafasında tamamlamıştı. Yağmur endişelendiriyordu camı, camdan süzülen damlalar gözlerini esaret altına almış; önceki hikayelerini koyduğu, yazacağı hikayelerin kağıtlarını, bembeyaz yeniden yaratılan dünyaları koyduğu çekmeceye uzanamıyordu. Gözleri endişenin şahidi olmuştu; korkmuş, kaçmak isteyen ama uçamayacağını bilen, mahkumiyetini kabullenmeyen suçlu gibiydi. Kaçış yoktu artık. Yazılanlar yazılmış, yağmur yağmış, damlalar bir bir işlenmişti günah çekmecesinde. Kağıda damlamayı bekleyen bir çığlık vardı yalnızca… Gözlerini ayıramadı damlalardan sağ eliyle çekmeceyi açtı. Büyükçe bir çekmeceydi, yazılmış hikayeler yeniden eskiye doğru üstten alta birikmiş, en altta kirlenmeyi bekleyen kağıtlar vardı, hepsinin üstünde kilit gibi vurulmuş bir kalem duruyordu. İlk şiirini bu kalemle yazmıştı ve patlarcasına dolduğunda, kelimeler ruhunun sınırlarını zorlayıp bedenini yaktığında ve sıcaktan olsa gerek gözyaşları serinletmek adına çıktığında kısa bir yolculuğa, işte bu siyah kalem ancak rahatlatıyordu onu. O anda işte, kağıt ölmeyi diliyordu defalarca. Kağıtları aldı ve gözlerini kurtardığı esarete zihni kapıldı; hayalinde takılı, sürüklenen damlalar eşliğinde kağıdı daktiloya yerleştirdi. Damlaların ötesine baktı, bu sefer ışıklar vardı, ıslanan ışıklar… Her ışıkta bir çocuk gördü. Çocuklar kimbilir hangi dünyanın yağmurları diye düşündü. Ağlıyorlardı, ışıklar karanlıktan öte acıları aydınlatıyordu, ışıklarda çocukları gördü, sarılmak istedi her birine; sonra harfleri çağırdı, harfler kelimeleri. Dokunuyordu hikayesine, çok uzaktan gelmiş ‘çığlıklar’, içinde hissediyordu. ‘Hayatın bana öğrettiği şey’ dedi yazar, ‘Mutlu olmanın sonradan ödenecek bir bedeli vardır.’
Bir kız çocuğunu yazdı, ondört yaşında, adı İrem. İrem günlük tutardı, üç senedir önemli bulduğu her günü uzun uzun yazar, dışardan biri okusa fazla duygusal bulacağı cümlelerle doldururdu. Duygularını en derinlerde çimlendiriyor, gözlerinde yeşertiyordu. İlk aşkını yazmıştı uzun uzun; her duruşunu, hareketini, noktasını, gülüşünü, utancını… Onlar nasıl kelimelerdi, nice şairleri kıskandıracak, bir aşkın kelimeleri. Küçük kız kardeşiyle aynı odayı paylaşıyordu İrem, neyse ki Beyza henüz okumayı bilmiyordu. İrem rahatça masasının bir köşesine sıkıştırabiliyordu defterini, üzerine okuduğu kitaplardan birini koyuyordu. Zaten evde İrem dışında kimse çöpe atılmayacağı sürece kitaplara dokunmaz, fazla olduğu düşünülen kitaplar doğruca çöpe giderdi.İrem okuldan dönerken babasının samimi arkadaşı onu eve bırakmayı teklif ettiği güne kadar günlüğünü saklamaya gerek duymamıştı. Necati amca ile babasının arkadaşlığı İrem doğmadan öncesine dayanıyordu. Aynı mahallede oturuyor, aynı işi yapıyorlardı. İrem o gün okuldan erken çıkmıştı, Necati amca onu arabasına çağırdı, İrem ön koltuğa oturdu. Necati amca sessiz değildi eskisi gibi, Necati amca gülüyor, espiriler yapıyor, İrem’e okuldaki yakışıklı çocukları soruyor. İrem korkmuştu. Bir gezintiye çıkaracağım demişti Necati amca. Kış günleri neden erkenden kararırdı hava, neden kararırdı dünya, içimizdeki karanlık yetmiyor muydu? Bu gezinti İrem’in gülümsemeyi unuttuğu gezintiydi. Necati amca önce dokunmaya kalkmış, çığlık atmaya başlayan İrem’e silahını doğrultmuş, tek düze hiçbir heyecan belirtisi olmaksızın tekliflerini sıralamıştı. İrem harfleri unuttu, gözlerini kapamayı unuttu, uzaklardaydı çok uzaklarda, İrem irem olmayı unuttu. Bir daha geldi Necati amca; taksisi ile yanaşıyor, İrem’e özel gülüşüyle ön koltuğa alıyordu İrem’i. Bir ay boyunca ilk günden itibaren her gün yazdı İrem. Kardeşinin uyumasını bekliyor, gözyaşlarıyla çağırıyordu harfleri, artık aşk yoktu, hayata dair hiçbir şey… Ölüme dair bir melodi. Her gece yazıyor ufak masasında, pembe yumoş ayıcıkların olduğu, eski fotoğraflarının olduğu, kendisine anlamlı çer çöp denebilecek eşyalarla dolu çekmecesine koyuyordu. En altına, tüm anıların, tüm mutlulukların, İrem oluşunun altına… Tam otuz iki gün sonra, Necati Amcanın onu en son gezintiye çıkardığı günün sonunda her tanesini saran yoğun kokudan asla kurtulamayacağını anladı. Siyah ateşin kokusu diye geçiriyordu içinden, daha bir karanlık daha acı dolu, bedeninin sarıldığı kokunun kaynağını böyle hayal ediyordu İrem. Her yerimi sarmış bir alev ama karanlık ama çok acıyor, tükenmiyor ve kokuyorum. Taze yoğun inatçı bir koku… ‘Allah’ım biliyorum günah kokuyorum’ yazmıştı İrem günlüğüne. Otuz ikinci günün sonunda son cümlesini yazdıktan sonra çekmecesini açtı, günlüğünü özenle yerleştirdi, duştan sonra topladığı saçlarını açtı, saçlarıyla oynandıktan sonra çekmeceden yavaşça jiletleri aldı. İrem’in sağ eli sanki sol elini hiç tanımıyormuş gibi, bir oyuncak beden parçasıymış gibi haç şeklinde derin ve uzunca kesti, gözleri doluydu ama daha başlamamıştı ağlamaya. Sol eline aldığında daha bir kuvvetsiz tutuyordu jileti. Ancak bir çizgi çizebildi sağ bileğinde. Pencereye yöneldi, perdeleri açtı ve dışarıyı izledi bir süre. Elleri artık bambaşka bir sıcaklık bambaşka bir renkteydi. Pencereyi açtığında hafif bir serinlik ardında müziği hissetti. Hava rüzgarlıydı ve saçlarının melodisi çok tanıdık bir duygu uyandırmıştı içinde. Daha önce hiç fark etmemişti saçlarının böyle harika bir özelliğinin olduğunu. Pencereye çıktı, gözüne karşı apartmandaki ufak bir çocuğun meraklı yüzü takıldı, bir anne şefkati ile gülümsedi İrem, anneliği tatmış gibi hissetti kendini. Damla damla parçalarını altıncı kattan rüzgâra bıraktı. Sonra bedenini kolları kocaman açık boşluğa teslim etti. Karşı apartmandaki esmer çocuk uçacak sandı son ana, İrem asfaltla buluşup paramparça olana kadar. Uçacağına inanıyordu, rüzgar alıp götürecekti onu, hem neden götürmesindi ki, saçlarını parmaklarını çok sevmişti, kollarını uçmak için kocaman açmıştı. Paramparça olmuştu, ufak çocuk yarım saat boyunca donmuş bakışlarla hayalleri inşa etme enstitüsünü yok etmişti.
Yazar bitirdiği hikayesini çekmecesine koydu, bir hayal vardı orada kabusa dönüşmüş, yokluk, sessizlik, en lanetlisi oydu belki de.
Silah bendeydi, yavaşça çekmeceyi açtım içine koydum. Korkmuyordum ölmekten, keşke korksaydım, o anda vururdum belki kendimi. Yaşayacaktım, yaşayacak ve yaşayarak ölecektim. Çürümeyi bekliyorum, ölmek çok kolay, korkmayı bekliyorum. Belki o zaman açılacak bu çekmece.
GÜNAH – İzzet ALTUN
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
LEMURYA GÖREVİ-BİLHAN AKKAYA
24 views
KOYUN-SİBEL ERGEÇ
21 views
DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN
16 views
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın