Günaydın Ayşe.
Bugün yine dertli gördüm seni. Kederin, gözünün kenarındaki, dudağının yanındaki kırışıklara sinmiş. Ağrın mı var yine arkadaşım? Kemiklerin mi sızlıyor, yüreğin mi?
Can yoldaşım, dert ortağım benim. Evet, doğru bildin, ben de dertliyim. Bizim deli kız yine sıktı canımı. Bugünlerde pek huysuz… Gerçi yüzü oldum olası pek gülmez; kocası gitti gideli böyle… 5 yıl mı oldu, 10 yıl mı, tam hatırlayamıyorum. Sana da bazen geçen seneler, yaşananlar birbirine girmiş gibi geliyor mu? Eeee, yaş oldu 75. Normal değil mi Ayşe’m?
Markete alışverişe gitmiş, bana da fıstıklı çikolata almış. Bizim rahmetliye çekmiş, biraz cimridir söylemesi ayıp… Ne kadar düşkün olduğumu bildiği halde ayda yılda bir alır çikolatayı. Tadına baktım, pek tatsız geldi. Sütü mü az, fıstığı mı kuru, yoksa bayat mı biraz; orasını bilemem. “Abin hani İsviçre’den birkaç kutu çikolata getirmişti geçen yıl. Onun fıstıklısını çok sevmiştim. Ondan satılmıyor mu senin gittiğin markette?”
Amaaaan, bir sinirlendi, sorma!
-Ne geçen yılı anne! Abim en son geldiğinden beri yıllar geçti.
Bir anlığına aklım karıştı vallahi Ayşeciğim. O kadar oldu mu yahu? Ama benim oğlum annesini uzun süre görmemezlik etmez.
-Hadi oradan! Geçen yıl değilse, ondan önceki yıl geldi. Hatta bir hafta burda kaldı, iki günlüğüne de Sinop’a gittik ya teyzeni ziyarete…
Kızgın kızgın baktı yüzüme. Bir şey söyleyecek gibi oldu, vazgeçti. Çarptı kapıyı, çıktı. O saatten beri sesleniyorum arkasından. Kapıyı açıp “Ne var anneciğim?” dese ölür sanki! Sen söyle arkadaşım, insan yatalak annesine böyle mi davranır?
Bu sefer iyice darıldı bana galiba. Bu kız küçüklüğünden beri abisini kıskanır. Ama bu sefer fazla oldu; utanmıyor mu annesine göz göre göre yalan söylemeye…
Halbuki bilirsin, ben ayrımcılık yapmadım çocuklarım arasında. Bisiklet mi alınacak, ikisine birden… Yemek yaptığımda da bir onun sevdiğinden, bir ötekinin… Ama erkek çocuğu dediğin de başka sonuçta. Erkek evlat anasının gururudur. Benim oğlum ise bambaşka! Doğduğunda dünyalar benim olmuştu. Gül yüzlü, mis kokulu, topalak bir oğlan… Beyaz teni, yeşil gözleri tıpkı bizim aileye çekmiş.
Gül oğlum doğunca “Tamam,” dedim, “Ben şu üç günlük dünyada amacımı, nimetimi buldum. Bundan sonra oğlum için nefes alırım. Varım yoğum, derdim gücüm, sevgim emeğim onun için.” Rahmetli ikinci çocuğu istemese yatağa bile girmiyordum artık O’nla kardeşim. Oğlumu kucağıma aldığım saat karılık da bitti benim için; evlatlık, kardeşlik de bitti.
Kız doğunca da, ne yalan söyleyeyim, “Bu bebek benden mi çıktı?” diye şaşırdım. Kara kuru bir çocuk… Analık tabi, onu da sevdim. Büyüdükçe güzelleşir dedim ama işte… Sıskacık, saçları da öyle kıvırcık ki, kaç tane tarak kırdım tararken. Rahmetli de düz saçlıydı, kime çekmiş diyorsun değil mi? Kime olacak, kaynanama tabi! Yalnız boyu posu, kaşı gözü değil huyu suyu da tıpkı babaannesi. Ye dersin, yemez! Otur dersin, oturmaz! Sus dersin, susmaz! Çocukken de abisini az dövmedi haspa!
Neyse, evlat işte, atsan atılmaz, satsan satılmaz. Hakkını yemeyeyim, iyi kötü bakıyor bana işte. Yemeğimi, temizliğimi ihmal etmiyor. Böyle arada delilenmeleri de olmasa…
Kııııız! Kıııızz dedim! Bak artık buraya Allahsız!
Çikolatadan başka aldın mı? Getir yiyeyim de ağzım tatlansın. Kime diyorum, huuuu???
Ayşe, nerelerdeydin kaç gündür?
Ne zamandır görüşmüyoruz bilmiyorum. Gecem, gündüzüm, dünüm, bugünüm, yarınım birbirine karıştı. Bu kız sonunda delirtecek beni.
Sabah yanıma yemeğimi suyumu bırakmaya geldi.
-Abini bir ara da konuşayım, sesine hasret kaldım.
Gül oğlum İsviçre’de yaşıyor biliyorsun. Ah bilsen, nasıl özlüyorum… Gitmesin diye çok söyledim ama dinletemedim. “Para kazanıp yaşlanınca seni daha rahat yaşatacağım anne.” dedi. Döner diyordum, ama o gavur kızıyla evlenince pek umudum da kalmadı. Neyse ki sık sık ziyarete gelir, arar.
-Anne kaç kere söyleyeceğim? Abime ulaşamıyorum ne zamandır. Telefonunu değiştirmiş, bana yeni numarasını vermedi. Metin’i aradım, hani yakın arkadaşı olan… İyiymiş ama O’nla da pek görüşmüyormuş artık. Mail attım, cevap verince ararız, konuşursun.
Artık bu kadarı fazlaydı. Bu kız ne zaman abisine bu kadar düşman oldu? Anasıyla abisinin arasını bozacak da ne olacak sanki?
-Yalan konuşma. Ara hadi, bekliyorum.
-İşe geç kalıyorum anne. İnanmıyorsan sen bilirsin, vaktim yok seninle uğraşacak.
Terbiyesiz, edepsiz! Babasına söyleyeceğim, şımartmasın, tepemize çıkartmasın şunu!
-Babanı çağır çabuk. O gelsin senin hakkından. Sen O’nun kıymetlisiysen ben de kaç yıllık karısıyım. Beni ezmene müsaade etmez.
Dondu kaldı karşımda, ağzı yarı açık… Korktu tabi, hem çok sever hem de ödü kopar babasından. Ben kızınca yüzüme yüzüme sırıtır da, babasının bir kırgın bakışıyla hayata küser.
Yavaş yavaş bana yaklaştı, elimi tuttu:
-Anneciğim, baban mı dedin? Babam öldü, hatırlamıyor musun? Hani müstakil evdeydik, yığılmıştı kapıya. Kalp krizi… Ben lisedeyken, abim daha gitmemişken… Anne boş boş bakma bana, korkutma beni lütfen!
Bağırıp çağırmaya, kocama seslenmeye hazırlanıyordum ki; gözümün önünde bir sahne belirdi. İnceden bir yağmur, ıslanmış toprak, hocanın içli sesiyle dua okuyuşu… Bir tarafımda sessiz sessiz ağlayan gül oğlum, elimi tutuyor. Diğer yanımda kız. İçinden ruhu çekilmiş gibi kızın, gözlerde fer yok, donuk, soluk…
Gerçeğe çok yakın bir kabus muydu bu başıma gelenler, yoksa yaşanmış mıydı? Ben kocamın cenazesine gitmişsem, nasıl bu kadar eminim seslensem yan odadan çıkıvereceğine?
Kafamı toparlayamayacağımı anlayınca, biraz da zaman kazanmak için “Teyzenlere gönder beni, Sinop’a. Burada kalırsam delirteceksin sen beni.” dedim.
Bir hışım kalktı. Tam kapıdan çıkacakken döndü, tıslar gibi:
-Teyzem de öldü, beş sene önce.
Gidiş o gidiş. O zamandan beri sadece karnımı doyuruyor. Tek kelime konuşmuyoruz birbirimizle. İşin kötüsü, banyo da yaptırmıyor bana. Bir gün mü oldu, bir hafta mı, bir ay mı… Anlayamıyorum ama leş gibi koktu her yanım. Aklınca benim burnumu sürtüyor, O’na muhtaç olduğumu göstermek istiyor.
İşin kötüsü, kardeşim Ayşe, gerçekten artık hayatta kızımdan başka kimsem yok mu, onu bile bilmiyorum.
İçimde bir huzursuzluk var Ayşe’m. Kız bugün işe gitmedi, içerden tıkırtıları geliyor. Hasta mı acaba, ya da bugün bayram falan da benim mi haberim yok?
Kapı açılıyor yavaş yavaş. Çok şükür kahvaltımı getirmeyi akıl etti. Şöyle isteksizce göz atıyorum tepsiye. O da ne, birkaç çeşit reçel koymuş. Ağzım sulanıyor, karnım da nasıl acıktı…
-Sen seversin diye bol bol reçel aldım. Yemekten sonra da banyo yaptıracağım sana.
Sesimi çıkarmadan yemeğimi yiyorum. Bir iş var bu işte ya, daha anlayamadım. Banyo yaptırırken de o kadar şefkatli ki… Vücudumun her yerini acıtmamaya dikkat ederek keseliyor. Saçlarımı bile iki sefer yıkıyor. Yoksa yaptıkları için pişman mı oldu? Yoksa… Gül oğlum beni görmeye geliyor da, O’nun korkusundan mı melek kesildi?
İnşallah kardeşim Ayşe! Öyle bir göresim geldi ki O’nu!
Yanıma ilişiyor, gözlerime bakamıyor konuşurken:
-Çok didiştik seninle değil mi? Çok kırdım seni, sen de beni… Sevseydin beni anne, belki seviyorsun da, birazcık daha gösterseydin… Başka olurdu belki her şey. Yine de özür dilerim senden. Bu kadar kötü olduğunu fark edemedim. Tek başıma başa çıkamıyorum bazen hayatla anne… Abim de burada olsaydı belki daha iyi olurdu her şey. Olsun, düzeleceksin. Bugün doktora gideceğiz birlikte.
-Doktora gerek yok. Abini ara yeter. Benim ilacım oğlum. Sen de azıcık güler yüzlü ol, azıcık derdimi dinle. Ayşe’den başka kimseyle konuşamıyorum.
Yüzü kararıyor birden. Hadi, beni sevmiyor anladım. Seninle ne alıp veremediği var acaba?
-Bırak Allah aşkına şu Ayşe’yi…
-Ayşe benim şu hayattaki tek arkadaşım. Biraz anlayışlı, saygılı olsan ölür müsün?
Sesini çıkarmadan sana doğru yürüyor. Eliyle uzanıp aynayı duvardan alıyor. Aynayla birlikte sen de bana yaklaşıyorsun. Kafam yine allak bullak! Tam her şey düzeliyor derken, bu kız yine uğraşıyor benimle. Aynayı yüzüme doğru uzatıyor:
-Bütün gün aynayla konuşup duruyorsun. Anne, hastasın sen. Ama merak etme, ben yanında olacağım, daha iyi olacaksın.
Nasıl olur Ayşe; sen ben misin, ben sen miyim? Ben kendime mi anlatıp durdum bunca şeyi? Sen bile yok musun?
Bir cevap yazın