B’ye, C’den esinlenerek.
A ile henüz tanışamadık.
Yeterince yeni başlangıç kararları aldığım gece. Gün aydınlandı! Kedim bacaklarıma sürtünüyor. Gülümsüyorduk birbirimize. Bütün gece yanı başımda olmasının, beni yeni kararlarımda yalnız bırakmamasının ödülünü istiyordu benden. Biraz sevip, karnını doyurduktan sonra, mis gibi bir uykuya kaldığı yerden devam etti. Arada karnını okşamamı istiyordu galiba. Onun mutluluğunu, bıyıklarının hemen altında öyle güzel bir kıvrımdan oluşmuş, hep gülüyormuşçasına gösteren o ince çizgi belli ediyordu.
Benim de gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu ki bir anda irkildim, kendime geldim. Ne yani günü uyuyarak mı geçirecektim? Yataktan fırladım hemen, pijamalarımı çıkarttım, kotumu ve annemin geçen sene ördüğü gri kazağı giydim, yüzümü yıkadım ve aynaya baktım, kedimi sürekli gülüyormuş gibi gösteren o ince çizgiden bende taktım bir tane yüzüme. Montumu geçirdim üstüme, bağcıklarımı bağladım üçer beşer merdivenlerden aşağıya hoplaya zıplaya indim. Hava serin, bir o kadar da güzeldi. Adım attığım her yerde aklıma aynı kişinin gelmesi belki de günün tek kötü özelliğiydi. Hava güzeldi, ben iyiydim, düşüncelerim beni “Bir gök kuşağı oluşsa da üstünde yolculuk yapabilsem.” dediğim kadar uzaklara götürürken, sahildeydim, mavinin gri kokusu, onun sözleri aklımı yine çeliyordu.
Onu özlüyordum. Bıraktığı izler olmasa daha az düşüneceğime emindim. Belki de özgürlüğümün önündeki son engeldi. Bu yüzden ne zaman yeni bir başlangıç istesem tıkanıyordu bir yerden. Bu kez vazgeçmeyecektim aldığım kararlardan. Diğer sabahlardan farklı olacaktı. Artık bir kaç yıl önce birbirimizi gördüğümüz günkü insanlar değildik biz, biliyordum…
Bütün seslerin boğuklaştığı bir anda yüzüne bakıyordum. Uçuk pembe dudaklarının üzerine kendi elleriyle çizdiği bordo dünyası üstünde birikenleri anlatıyordu. Kırmızı kaşkolunu boynuna sıkıca dolamış, gözlerimi acıtan bir ışığın içinde yaklaşıyordu. Ayaklarım titriyor, botlarımın ağırlığına aldırmadan. Uzatıp ellerimi yüzünü tutmaya, kalp atışlarım hızlanıyor. Parmak uçlarım dudaklarını, alnımdan süzülen ter boynumu sıyırıyor. Kokusunu hissetmek belki de… Işığı aşar gibiydi. Özlediğim yüz, burnumun ucuna kadar gelmiş, kokusunu içime bir solukta çekebildiğim kadar yakınımda. Yabancılaşıyor yüzü, gözlerinin içinde dünya un ufak oluyor!
Çalar saatim.
Ahh…
Günaydın kedicik.
Günaydın, çırılçıplak yatağın bir köşesine doğrulmuş benliğim.
Hava serin, bir o kadar da güzel ki.
Mehmet ÖZTÜRK
Bir cevap yazın