Umutsuz.
Oysa yeni başlayan günün telaşı var dokunduğu her yerde. Bir yanı, o hep canını
sıkan, durmadan konuşan, tam başlarken vazgeçiren, erteleyen, o yarım yanı, elindeki
şu çantayı atıp kaçıver, diyor yine.
Kapı. Sokağa açılan. Gri ve kilitsiz. Hantal ve ağır. Ayak izleri ile dolu merdiven.
Merdivenin kırık basamağı hadi, diyor her durduğunda. Hiç başaramadın.
Başaramadım…
Bin yıllık kaldırım taşları fısıldıyor ardından. Uzaktaki, çoktandır unutulan,
anımsanmayan o kasabanın adını. Kimsenin bilmediği, artık kimsesinin olmadığı.
Zaman burada, tam bu anda dursa.
Hiçbir şey yaşanmamış, hiç olmamış, o boş karanlık çıkmaz sokaktaki eve hiç
girmemiş gibi. Bindiği otobüsün camından bakarken yağmur başlıyor. Sarı kafalı
çocuğun huysuz gözleri, alaca bulaca bir ceket, bir kasket, dikiz aynasındaki tespih.
Eylül. Sonra yağmur. Bu mevsim, diyor. Eskiye döneceğim. Uyuyor.
Kaç gün, kaç yıl…
Aydınlığın son saatlerinde yorgun uykusundan ayıyor. Gün yavaşca karanlığın
gölgelerine karışıyor ufukta. Tepelerin ardında. Çantasından birkaç fotoğraf çıkarıyor.
Eski. Yeniyetme bir oğlan omzuna yaslandığı yaşı belli olmayan kadının yüzüne
bakıyor. Bir duvarın önünde. Kül rengi. Kadının yüzü Azize. İnce.
Geride bıraktığı şehir geliyor aklına. Bir gülmedir tutuyor. Karnını tuta tuta.
Kahkahalarla. Hiç gülmemiş gibi. Umutlu, sevince benzer bir şey. Hep kadınların
fotoğraflarını çekmişti bunca yıl. Tren garlarında, otobüs duraklarında, bir vitrine
bakan, bir parkta oturan. Ağlayan, gülen, sevişen, kavruk, bitkin. Anneler,
sevgililer… Hüzünlü, çoşkulu, acılı kadınlar. Ölümcül, kötücül, ipek saçlar, kısa
saçlar, siyah saçlar. Şu bakışları bir kez daha, yeniden, belki bir umut.
Sonsuza kadar yeniden…
Otobüsün buğulu camından geceye karışıyor fotoğraftaki kadın. Azize. Sonsuzluğun
bir yerlerine takılı kalmış evlerin ışıkları dışarda. Tek tük. Mesafesiz. Uzak mı yoksa
yanı başında mı belli olmayan. Sarı. Titrek. Çoktan unuttuğu eski bir özlem doluyor
ruhuna.
Umutsuz değil. Bu sefer, diyor. Başaracağım…
Hiç unutmuyordu. Günlerden cumartesi. Sonbahar. Hatta bir sonbahar
akşamüstüsünün son saatleri. Günün en güzel zamanları. Azize’nin gözleri gibi.
Uyuyor. Hesapsız, kitapsız bir uyku tüm istediği.
Başının üstünde ilk yazın habercileri. Gökyüzünde dönen. Beyaz ve siyah kanatlar.
Sonra biraz mavi. Bozkır çiçekleri sağı solu. Foto Şuayip’in vitrinindeki o makine
için biriktirdiği buruşmuş paraları çıkarıyor ceplerinden. Yarından tezi yok dumanlı
fabrikada işe başlayacak. Yoksa sittin sene alamaz. Bir gün gidecek nasılsa. Azize’yi
de alacak. Bir denizin kıyısında Azize. Kadınlar sevecek. Hepsine dokunacak.
Saçlarına, gözlerine. Bacak aralarına. Çok sevecek hepsini. Babasına inat. Rengarenk
çiçekler verecek. Kitaplar okuyacak bütün kadınlara. Şiirler. Masallar anlatacak
içinden upuzun yollar geçen. Şiir olacak her biri. Sırlı masallara dönüşecekler.
Yüzlerini boyayacak onlar uyurken. Azize’nin yüzündeki kırmızıları, morları siler
gibi. Bir gün.
Sabahın en soğuk saatlerinde iniyor otobüsten. Elinde kısa saplı çanta. İçindeki onca
fotoğrafın ağırlığı omuzlarında kare kare. Çarşıya doğru yürüyor. Bildik yollardan.
Foto Şuayip’in tozlu vitrin camları biraz kederli. İçinde yine de bir şaşkın bulut.
Mutluluk gibi, bir tuhaf hafiflik hatta. Tanıdık sokaklar ardı sıra. Ardı sıra Azize…
Dağlarda bozkır çiçekleri. Aşağıdaki dumanlı fabrikanın kokusu.
Zaman burada, tam bu anda dursa. Gün birden doğuyor tepelerden.
O makineyi alıyor sonunda. Birazını önden, gerisi allah kerim. Bir heyecan koşuyor.
Azize kapıda duruyor. İçerden babasının sesi. Her şeye öfkeli. Kavgalı. Sarhoş.
Azize’nin yüzünde mor bir salkım söğüt gölgesi.
Dönüp dolaştığı bütün yollar bitiyor sonunda. Kapının önünde binlerce fotoğraf. Onca
bıçak yarası. Sıyırıp atıyor. Bir bir soyunuyor. Babasına inat. Geçmişin ve geleceğin
ortasında. Farz etmeliyim ki onca yolu gelmemişim. Ben burada, bu çıkmaz sokağın
köşesinde bu kapının önünde değilim.
Hiç olmadım. Olmadım. Bu sefer başardım.
Elinde o eski fotoğraf makinesi. Kapıyı çalıyor. Bekleyişin soğuk rüzgarları esiyor
kuytularda. Bir ince toz kalkıyor taşlardan, duvar diplerinden. Açılmıyor kapı. Bütün
düşler ve bütün anılar karışıyor birbirine. Şimdiye kadar ne varsa. Gerçekler ve
umutlar. Babasının sarhoş sesi. Azize’nin yüzü. O yeniyetme oğlanın gözleri. Bir
fotoğraf makinesi duvarda paramparça. Elindeki bıçak. Günlerden Cumartesi. Sağı
solu bozkır çiçekleri.
Ekim 2019
Ankara
Gülru
Bir cevap yazın