Oturduğu koltuktan heyecanla kalktı. Eskimiş gar duvarında asılı saate baktı. Gelmedi tren, kulübenin içinde oturan memura yaklaşıp yarım yamalak Almancasıyla, Sirkeci’den Münih’e gelecek treni sordu.
Gözleri kâğıtlarda adam başını kaldırmadan bir saat sonra demişti. Of şimdi bu süreyi nasıl geçirecekti? Geriye dönüp kalktığı koltuğuna oturdu. Sirkeci’den Münih’e gelmek için iki gün üç gece yolculuk yapmıştı, Münih’e gelene kadar gözünü her açışında sanki kocası karşısındaymış gibi
korkmuştu. Hele çocuklarının özlemi! Küçük kızının güzel buklelerinin kokusunu çeker gibi iç çektiğinde burun direği sızlamıştı. Burada bir tercüman karşılamış sonra onu, Heim denen baraka evlere götürmüştü. Bu evler çok küçük ve kırık döküktü. Olsun başını sokacak bir yer bulmuştu ya
gerisi önemli değildi. Çalışır bir de kızlarını yanına aldı mı bütün her şey vız gelirdi. Almanların iyi para verdiklerini duymuştu. “Allah’ım yardım et bu yaban ellerde beni darda koyma “diye dualar ediyordu.
İlk iş günüydü. Heim’e gitmek için tren istasyonuna gitmesi gerekiyordu ama nasıl söylendiğini bilmiyordu. Her zaman da tercüman yanlarında olmuyordu. Çuf çuf diyerek anlatmıştı derdini gülümseyerek başını salladı. Ne kadar zor gelmişti dilini kültürünü bilmediği bir ülkede yapayalnızdı.
Markete giderken sözlüğe bakıyor almak istediklerinin Almanca karşılığını liste yapıp onu uzatıyordu oradaki görevliye. Şimdi biraz Almanca öğrenmişti de çok şükür daha rahat anlatıyordu derdini. Nerede kaldı bu tren? Çocuklarım yalnız başına ne haldeler acaba? Bizim ailenin kadınları ne kadar şanssız. Annem, ben ve kızlarım doğduğumuz toprakların dışında bir yaşam seçmek zorunda kalışımız ne acı. Önce annem doğduğu topraklardan göç ettiriliyor. Başka bir ülkede başlıyor hayata. Akordeon sesleri ile oynayan kadınların olduğu mahallesi, bayramlarda pita
kokusuyla uyandığı evi ve dijiması ile annesi geldi gözünün önüne. Hüzünlü bakışlarıyla hüzünlü ezgiler mırıldanırdı. Nasıl içine işlerdi o ses.
Kendi acılarını yaşamamı ister gibi, evlenmem için ısrar ettiler. Ah anne ah! Parayla pulla mutlu olunmuyor sen de biliyorsun ama neden beni zorladın? On yıl dayandım kocamın sarhoşluğuna. Zil zurna adam her gün nasıl çekilir? İlk gecenin korkusu hala içimde. Büyük bir gürültüyle açılmıştı
odanın kapısı. Kapının açılmasıyla konsola çarpıp yere düşmek üzereyken yakalayıp yatağa sürüklemiştim. Ayakkabısını, çorabını çıkarıp yatağa yatırmıştım. Gelinliğimle koltuğa oturup ağrıyan ayaklarımın sızısı dinsin istiyordum. Sızmış olmalıyım ki horlama sesine ve ne dediği anlaşılmayan
sarhoş konuşmalarına açtım gözümü. Bu adam kim? Neden ona karşı bir şey hissetmiyorum? Bir yabancıyla aynı evde yaşamak ne zor. Oysa şimdi kocaman yabancı bir ülkede yaşamak daha da zor.
Orada kocamın şiddetine katlanmak zorunda kalmıştım. Şimdi ise her yer şiddet. Patron baskısı, dil baskısı toplum baskısı en önemlisi yurtsuzluk. Özlemem sandığım ne çok şey burnumda tütüyor. Ah güzel İstanbul tepelerin vapurlara eşlik eden martıların, camilerin nasıl burnumda tütüyor bir bilsen.
Gelsin çocuklarım onlara da oturma izni alıyım hemen gideceğim memlekete. Anacığım nasıldır acaba? Yaşlanmıştır epeyce gidip elini öpüp ben geldim desem o da yine acıklı ezgisini tutturur mu?
Çalın Davulları çaydan aşağıya. Amman Amman
Mezarımı kazın (bre dostlar) Belden aşağıya
Koyun sularımı kazan dolunca (Amman )
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Ezgiyi söyleyerek dolanıyordu annesi gibi söylemeye çalışıyordu. Geç olmuştu neden tren gelmedi ki? Gidip bir daha sorsam kızar mı kulübedeki memur? Yaklaştı sessizce camı tıklattı. Memur bu sefer kaldırdı başını kâğıtlardan, baktı gözlerinin içine taa dibine, önce gülümsedi. Sonra acıyarak baktı kadının yüzüne biraz Türkçe biraz Almanca konuşmaya başladı.
Gel bakalım Elmas, beni emekli edeceksin sanırım. Sen on yıldır her gün gelip akşama kadar bekliyorsun. Bıkmadın be kızım. Ne zaman anlayacaksın gelmeyeceklerini? Kafasını salladı hadi evine git artık. Gece çok geç oldu son tren bile geçti ben de biraz sonra gideceğim, burada kimse kalmadı.
Elmas öfke ile kendine uzanan eli itti.
-Yalan söylüyorsun! Gelecekler!
Hıçkırarak ağlamaya başlamıştı kelimeler kırık dökük çıkıyordu ağzından.
Kocam…
-Kocam göndereceğim dedi…
Karşıla diye mektup yazdı
Gelecekler!
Gelecekler!
Hem yürüyor hem ağlıyordu.
Kısacık boyu ayağa kalkınca uzamıştı.
Memur ardından baktı kadının. Başını salladı, “Yazık! Ah Elmas ah! Keşke elimden bir şey gelse.” Acıyordu Elmas’a Almanya ya geldikten kısa bir süre sonra hastalanmış çalışamaz olmuştu.
Memleketine de dönememiş buralarda bekler durur. Beklediği çocukları hiç gelmez. O yine gelir, yine gelir.
Her seferinde umudu kırık başı önde Heim’e döner. Ertesi gün çocuklarını görme umuduyla rüyaya dalar.
Bir cevap yazın