Evden çıktım.
Sabah adımlarım kararını verdi. “Kıyıköy”
“Senin hep görmek istediğin yer”
En iyisi otobüsle gitmek diyerek Kadıköy’den Eminönü vapuruna bindim. Vapurdan indiğimde Sarıyer otobüsü ararken.Üstelik tamda bulmuşken, başka bir otobüsün üzerindeki “Eyüp” Yazısını okuyunca kendimi o otobüsün içinde buldum.
“Pierre Loti”
“Seninle hep gitmek istediğim yer…”
Geldiğimde sabahın onuydu. Öğlen olmuş… İlk defa bu kadar uzun süre kalmıştım burada. İlk defa dalmıştım, karışmıştım mezarların arasına. Ahmet Haşim’in mezarını ziyaret edeyim gelmişken dedim ama ondan başka herkesin mezarını gördüm. Buldum…?
Her isimsiz mezarın başında toprağı sevip okşayıp durdum. Mezarlar…Ne çok…
Kime ait olduğu belli olmayan mezarlar. Yıllanmış, taşları kırılmış çökmüş ya da sağa sola savrulmuş mezarlar. Toprağı sıcacık nemli çiçeği burnunda mezarlar. Bulunması kolay olsun diye levhalarla oklarla gösterilen mezarlar. Ulaşılması kolay olsun diye itinayla, beyaz şık mermerden, yoluna merdiven yapılan mezarlar. Merdivenleri zamanla aşınıp kaybolup, yok olduğu, üzerlerine mezar taşları yıkıldığı için ulaşılamayan mezarlar.
Denize nazır mezarlar.
Deniz yüzü görmeyen mezarlar.
Sağ taraftaki tabelada altın yaldızlı harflerle yazılmış bir isim. Kimmiş bu zat acaba diyerek çıkıyorum bembeyaz mermerden merdivenleri. 7-8 basamak sonunda, solumda “Bahçeli Müstakil” misali, Rahmetlinin mezarı.
“SAHİPLİ”
“Kulun kuldan üstünlüğü yoktur Takva dışında” yazmış mezarına uçtan uca biri.
Bir sanat eseri Rahmetlinin yeni evi. Eşsiz bir mimari. Üç bir yanı geniş, çiçeklerle bezenmiş. Dördüncü yanı boydan boya tahtadan, oturma yeri yapılmış. Ziyarete gelenler otursun diye. Sağ olsunlar. Oturdum… Tepemde bir tente. Güneş’den ya da yağmurdan, ziyaretçiyi ya da mevtayı korusun diye…
Dört bir köşesin de ağaç dallarına asılmış şık lambalar, ışıldaklar. Bir kenarda çekmeceli küçük ayaklı bir dolap. Üzerinde bir kutu fıstıklı lokum.
“Rahmetlinin ikramı”
Oturduğum yerden kalkıp bir tane lokum alıp atıveriyorum ağzıma. Tekrar yerime geçip oturuyorum. İki iyi giyimli adam gelip dua etmeye başlıyor. Üzerimdeki sıradan günlük sırta geçirilmiş kıyafetlerime pabuçlarıma bakıyorum. Öldüğünde üzerinde hangi kıyafetin vardı acaba, onu düşünüyorum… Tekrar dua eden adamlara bakıyorum. Bir tanesi ellerini mırıltıyla yüzüne götürüyor.
“Âmin” diyecek belli.
“Eyvah yandık” diyorum içimden. Şimdi bunlar yanıma gelip de rahmetlinin nesi oluyordunuz diye sorsa ne cevap vereceğim?
“Çok sevdiğim bir zattı kendileri”
Ellerimi açıp bende dua etmeye başlıyorum kim olduğunu bile bilmediğim bu arkası sağlam mevtaya. Nede olsa lokumunu yedik… Rahmetli boğazı, denizi seyrediyor, ben boğaza sırtımı dönmüş onu, arka planda seni… Bütün isimsiz mezarları dolaşıyorum yine sonra… Buradan çıkıp Galata’ya gitmek istiyorum.
“Beraber gittiğimiz yer…”
Galata’da olsam kız kulesini arayacak gözlerim biliyorum. Kız kulesindeyken Kız kalesini… Hani senin şehrinde sahilden geçerken bana gösterdiğin kale “Seninle gördüğüm yer…”
Sanki hepsi diğerinin yokluğunu hatırlatmak için yapılmış.
Bubi tuzağı gibi, her yer anı…
Yine her şeyin içindeyim
Yine her yerde sen
Ben sensizim.
“Sen yersiz…”
Adın yaldızlı ve yıldızlı kocaman harflerle beynimde bir tabelada çakılı. Adımlarımı durduracak bir mezarın bile yok…
Yürüyorum….
İçimde koca bir boşluk ve çoklukla….
Bir cevap yazın