Sabah saatleri olmasına rağmen Kadıköy İskelesi’nde parmakla sayılacak kadar insan ya vardı, ya yoktu. Büfeciler, çingene çiçekçiler bile tek tük görünüyorlardı ortalıkta. Balon Kafe’yi geçip Moda Sahili’ne doğru yürüdüm. Kalın montum, yün bereme rağmen denizden gelen esintiyle üşüyordum ama aldırış etmedim. Akşam yaşadığım tek kişilik kutlamada alkol şişede durduğu gibi durmamış, fondip yaptığım her kadeh beni uykunun kollarına daha çok yakınlaştırmıştı. Hoş, uyku da uyku olsa… Soğuk, bronşlarıma hücum edince burnumu çektim. Olsun. Çivi çiviyi sökermiş. Deniz havası iyi gelir. Kıyı boyunca yürüyüş yolunu denizden ayıran beton sete oturdum. Montumun cebinden küçük defterimi ve kalemimi çıkardım. Meraklı bir martı “Herkes evinde mışıl mışıl uyurken senin ne işin var burada?” diye sordu gibi geldi bir an. Kendi kendime güldüm. Ne işim olacaktı ki? Koskoca bir yıl bitmişti o akşam. Yeni bir yıl yeni umutlarla gelecekti. Öyle diyorlar. Eh, az da olsa ben de umutluyum.
Aslında akşam yaşadığım kimsesizliğimle hatta yıllardır devam eden kimsesizliğimle ilgili bir şeyler yazmak istiyordum ama sabah televizyonda haberlere kulak misafiri olunca bu fikrimden vazgeçtim. Son aylarda arka arkaya yaşanan terör olaylarına yeni biri daha eklenmiş ve İstanbul’un en ünlü eğlence mekânlarından biri olan Reina’yı hedef almıştı Azrail. Anlaşılan 2017 de hoş gelememişti ülkeme. Fikrimi değiştirdim. Reina’yı yazmalıydım. Dün gece orada olan ve yaralı olarak kurtulan bir kızı yazabilirdim mesela. Ya da karısına yalan söyleyip kaçamak yapmış bir kart zamparayı…
Soğuk rüzgâr ağzımdan çıkan buharları denize doğru sürüklüyordu. Sigara aklıma düştü. Çakmağımı montumun içine gizleyerek zorda olsa yaktım sigaramı. Kıyıya vuran dalgaların hırçınlığını, öfkesini kendi içimde hissettim bir an. Geçmeyecekti biliyorum benim de hırçın dalgalarım. Belki yön değiştirecekti ama asla hızını kesmeyecekti…
Beş altı adım ötemde bir kadın belirince irkildim. Sanki uzaydan ansızın bırakılıvermişti yanıma. İçinde köfteye benzeyen bir şeyler olan yarım ekmeği, olmayan dişleriyle koparmaya çalışıyordu. Uzun uzun seyrettim. Birden kafamda yeni şimşekler çaktı. Evet. Evet. Bu kadını yazmalıydım. Eskiden çok iyi yaşamış bir kadının acı sonunu yazabilirdim bu kadının üzerinden. İyi fikirdi. Sigaramı, beton setin üzerinde ezip denize attım ve yazmaya başladım.
Ayaklarında eskimiş botlar, sırtında rengi gitmiş mantosuyla oldukça perişan görünüyordu. Şalvarı andıran bol pantolonun altından kırmızı çiçekli pijamasının uçları sarkıyor, kat kat giydiği belli olan elbiseleri mantonun bittiği yerde renk renk dalgalanıyordu. Sanki benim varlığımın farkında bile değildi. Başka bir dünyada, başka varlıklarla konuşuyordu. Ekmeği ısıramayınca cılız parmaklarıyla koparmaya çalıştı. “Akşamdan poşete koyaydım iyiydi.” dedi. Çok da umursamadı. Denizin ilerisine doğru baktı. Ta ilerisine…
“Ne yazarsın be Çakır?”
Silkelendim. Yazmayı bırakıp kadına baktım. Annem de Çakır derdi ama o dediğinde içim ısınırdı bu kadın deyince üşümem arttı. Seyrettim bir süre daha. Ekmeğini mantosunun cebine koyuşunu, yüzündeki tuhaf tebessümü izledim. Hiç, dedim. Oradan, buradan işte. Kadının gülümsemesi kıkırdamaya döndü.
“Yazar mısın sen?”
“Eh işte. Sayılır.”
“İyi, iyi. Beni yaz o zaman.”
“Hadi canım. Neyini yazayım ki senin?”
Çocukça iç geçirdi. Sonra yeniden kıkırdadı. “Sen öyle san. Bana kimler kimler neler anlatır bilsen! Hani deliyim ya… Sen anladın yani.” Ayakta kalmayı başarmış üç beş dişini kurcaladı bir süre. “Hem ben bir anlatmaya kalksam hayatım roman olur, roman. Heheyt!” Gözlerimin içine dikti gözlerini. “Ben de senin gibi bir zamanlar mavi mavi bakardım. Cam gibi… Söndüler tabii.”
Dili çözülmeye hazır görünüyordu. Ağzından laf almak için kızdırmaya çalıştım. “Hadi canım! Senin neren roman? Ben de sana benzer çok hikâye var.”
Atış tam isabetti. Yüzü asıldı. Alnındaki çizgiler iyice derinleşti. Ağzından tükürük savurarak beni azarladı. “Hadi oradan.” dedi ve yeri işaret etti. “Şuncacıktım emmim beni oğluna aldığında. Emmim olduğuna bakma. Kendi de sıpaları da şerefsizdi… Babam olacak adam da az değildi de, onlar kadar değildi.”
“Ee! Ne var bunda?” dedim kayıtsızca. “Senin gibi binlerce kadın var bu ülkede.”
Kadın bir sağıma bir soluma geçerek eskimiş mavilerini belertti. “Az sabretsen. Gebermesen anlatıcam… Benim herif askerde öldü.” Parmaklarını şıklatıp olmayan kalçalarını kıvırarak iki yanıma doğru bir tur daha döndü. Gözleri büyüdü sanki bir anda. “Ufacık bir bebeyle kaldım ortada. Babamın evine göndermediler… Kaynım yetiştiydi o sıralar. Tüysüz bir yeni yetme… Emmim atıverdi beni bu tüysüzün koynuna… Aklı fikri oynaştaydı kocamın… Yıllarca karılık ettim ona da…”
İçimdeki fırtınaların, kadının acılarına karıştığını, dinledikçe yüreğimin daraldığını belli etmemek için dişlerimi sıktım. Kıyıdaki nemli soğuk içime işlemiş olmasına rağmen bütün vücudumu ateş sarmıştı. Yaşlı kadın kurulmuş saat gibi bir sağıma bir soluma geçerek oynuyordu.
Halime’yi samanlıkta bastılar.
Şalvarını gül dalına astılar aman. Hop. Hop.
Şalvarını gül dalına astılar aman. Oh oh. Oh oh!..
Daha fazla direnemedim. Gözlerimin isyanını sulu sulu ortaya dökemezdim. Cebimden on lira çıkardım. Dalgaların ve kadının sesini bastırırcasına bağırdım. “Dur be kadın! Al şunu. Ekmek parası yaparsın. Hadi git şimdi başımdan!”
Deli gözler, yine gözlerime yapıştı. “Daha romanım bitmedi ki. Yaz sen, yaz… Hani kocam olacak o deyyus kaynım vardı ya bildin mi?”
“Bildim, bildim.” dedim baştan savarcasına.
“İşte o deyyus torunumun babası olmasaydı belki…”
Bu sefer benim gözlerim irileşti. Yüzünde bir anlam, bakışlarında bir acı görmeye çalıştım. Yeniden hoplayıp zıplamaya başlayan kadının elini yakaladım. “Dur biraz ya! Demin ne dedin sen? Bir daha söylesene.”
Kendinden ve yaşından umulmadık bir çeviklikle ellerimden kurtardığı eliyle gözünün birini iyice araladı. “Pışıık! Şaka yaptım. Şaka, şaka. Hem ben deliyim. Deli Halime.” İyice zıvanadan çıkmıştı. Türküsünün arasına sıkıştırdığı, kulakları tırmalayan tiz kahkahalarıyla Kadıköy İskelesi’ne doğru yürüdü.
Halime’yi samanlıkta bastılar aman. Hahayt!
Şalvarını gül dalına astılar aman. Oh oh. Yandan. Yandan. Hahayt…