Zaman her şeyi siler miydi gerçekten? Tüm kaybettiklerimizi bir yelkovanla akrebe teslim edip umarsızca sığınabilir miyiz yaşamın bir köşesine? En talihsiz anlarımızın telafisi gerçekleşir miydi böylece?
İnsanların hayatlarında mutluluktan çok hüzün vardır. Şuan bu yazıyı okuyan insan sana sesleniyorum! Kaç defa kırdılar seni? Kaç defa aldatıldın? Ya da kaç kişiyi toprağa verdin? Sevip de karşılık bulamadığın oldu mu mesela? Ailen, arkadaşların bir hançer sapladı mı yüreğine?
Cevabını duyar gibiyim. Hepimiz yaşıyoruz bunları. Yalnız olmadığını bilmek teselli etmiyor seni biliyorum. Daha fazlasını istiyorsun, ama yok üzgünüm.
İçinde bir acı, boğazında bir yumruk düğümlenir. Kusmak istesen de yapamazsın. Her acı bir diğerini aratır, ya da hatırlatır. İçindeki yaralar kabuk bağlamışken biri gelir ve söker atar onu. Başa sararsın gördüğün kanla. Tuz basan da olur tabi. Bu onun vicdanına kalmış. Aslında biraz vaktimiz olsa konuşmadan durup düşünmek için, o zaman daha mı ağır ilerlerdi hayat. Ama çok acelemiz var öyle değil mi? Belki de o zaman bu kadar kırıcı olmazdık. Sen kırıldığını söylüyorsun bana? Ya senin kırdıkların! Melek değilsin değil mi? Geçmişte kimin bedduasını aldım, kimi kınadım acaba? Tanıdık geldi mi?
Döverek, azarlanarak büyütülen bir çocuk hayatı boyunca öz güven eksikliği hisseden çocuktur. O çocuk büyür kocaman olur. Senin olmasa da senin çocuklarının hayatlarına girer ve canını yakar. Onun bir suçu yok. Bağırarak anlatmayı, döverek adam etmeyi, çalarak kazanmayı ve onun kalbi kırılmıyorsa gerisini boş vermeyi öğrenmiştir çünkü.
Şimdi söylese ne bana, eğer tüm çocuklar bizim ve geleceğimiz ise hangimiz masumuz?
Bir cevap yazın