Fotoğraflar geçmişin izinde akarken radyolar bereket ninnileri söylüyor, trenler çuf çuf
gezintilerine çıkıyordu. O akşam katilin maktulü son durakları oynuyordu. Bozkır ve kızıl
güneş ateş semaisine uzanıyor gibiydi. Akıcı ve yalın hatlarla ilerliyordu şiirler. Siren sesleri
hiç de uzaklardan geliyor gibi değildi.
-KAÇIŞ-
O, ayaklarına binen tüm ağırlığı zorla zapt etmeye çalışıyordu. Etrafındaki bacası tüten
yanardağlar lastiksi ve odunsu hikmetleriyle ciğerlerine doluyordu. Rakılı sonbahar
akşamlarına varmak üzereydi. Kafası perişan, yokluğu adem oğluna inat cinsindendi. Tüm
soruları kırmızı ışıklarına rağmen sık sık karşıya geçiyodu.
Var mısın?
Yok musun?
Kuzuları saydın mı?
Kült bir sorgulama işte. Not düştü yollar, zımparalı kavşaklar…
Haklıydı. Sigara kokan, mandalina kabuklarına sürtülmüş elleri bunları yapmış olamazdı.
Ufak elleri ince vücudundan ayrılmış olmalıydı. Onlar yanılsamadan ya da fikri bir
sorgulamadan dolayı uçup gitmiş olabilirlerdi. ”O” sakin bir benliğin tüm dehşetini üzerinde
taşıyarak sanrılarına yeniden katlanmaya çalışıyordu. Biraz cesaret…
Kült bir eylem… Arzularına yenik düşmüş bitişik bir cümle…
Yüzündeki çizgiler uzun sollamalara yorgun düşmüş gibiydi. Bir günde insan bu kadar
büyük bir adım atmış olamazdı. ”O” inanmıyordu. Sorularını sürekli soruyordu. Karşısından
gelen “T” yi durdurdu. Birbiri ardına sorularını sıraladı. Sorular neye uğradığını şaşırdı,
cevaplar tokadını attı. ”T” ye sarılmak istedi ya da sarılmasa, yanında öylece dursa da
olurdu. ”T” adam asmaca oynamaya meraklı bir sarhoştu.
Kült bir gezegen karşılaşması… Isınan bedenin buzlu parmakları…
“O”nun adımları hızlandı. Etrafta “tak taklar”, ”tik taklar”, ”vız vızlar”, ”çuf çuflar”…
Sonra, sonra, sonra diye” den denler” koyarken yordamalarına “B” ile karşılaştı. Tombul,
tıknaz ve kıvrımlı bedeni “O” ya göz kırpıyordu. O, tüm çekingenliğiyle yüzünü kaldırmaya
çalışsa da olmadı. Sadece ayakları “B” nin ayakucuna öpücükler konduruyordu. ”B” den
korktu, hızlı adımlar, koşu pistinde canlanan salınımlara dönüştü.
Kült bir kıraathane bakışı… Yorgun ve sigara kokulu adamlar…
-SON DURAK-
“O” ne yaptığını bilmeden arkasından kovalayan “yirmidokuzlulara” rağmen yoluna
devam etti. Abideler gibi dikilmişti tüm saplantıları. Sürekli kötü hayvanlar beliriyordu göz
bebeklerinde. Hışırtılı ağaçlar, zillerini takıp kaçış emri veren son kuşlar, onunla birlikte yol
alıyor gibiydi. Güneş tüm ahengini kaybetmiş, nöbetini devretmeye hazırdı. ”O” son durağı
arıyordu. Yanında tek ve dimdik sokak lambası olan son durağı…
Uzun yollar aldı. Şişkin meydanlar, yokuşlu sokaklar aştı. Az gitti uz gitti, dere tepe yokuş
gitti. Alçak tavanlı dağlar geçti perçemlerinden. Düşkün sokakların kadınsı kokusunu çekti.
Pembeleşti, morlaştı, rengarenk ojeler, rujlar oldu. Renkler koyu bir siyaha kaydı. Karşısında
aradığı yer; işte abidenin koyu gölgesinde bir mabet.
-İMZA-
Seğirterek karşı tenin yanına geldi. Üzerindeki çiy tanesine tüm zehrini akıttı ve tüm
“yirmidokuzlular” seyre daldı.
Bir cevap yazın