Göz oyuğunda yeşeren ter damlacığında, haylaz delirme…
Demin, mayışan mukavva merdivenlerde kırık, uygunsuz çığlıklar dağıldı.
Çıkık dudaklarda bitik, pir anılar dövülüyor!
Gövdem buğusuna kapılırdı, ardı ardına yaşanan asık suratlı hengame fücuralarına.
Sen, sırtına asılmış menfur kıyam kıymıklarından düşürülmüştün…
Tepetakla dağdan yuvarlanmış kaftan, çocuk tizleri!
Umarsız sabah sekiyordu, dünden kalma seme spesiyal durumlara.
Yakıldığı şiirin ucunu emiyor, bugün başını okşadığın kofti uysallık.
Aralanan kapımdan içeri girmeye çalışıyor, kaypaklık.
Dar koridorlarda, yerde sürüklediğim ışığın altında pataklanan sancılar.
İşte orada duruyor, birbirini tetikleyen ağzı yanan iki damar.
Haşlanan pudra…
Küçülmüş yağ dilinde öfke tanımaz, tir tir titreyen kalpak.
Piyano tuşları… ah, melodi çılgınlığında flu tirendaz…
Sedyede ifrit kalabalığında, nasıl bir şırınga ile parçalamıştı o bulduğumuz yaşamı.
İşte, yüzümü yüzüne dayadım tutunmuştum.
Tutunmuştum, dağıtmadan yüzümü.
Uykuya yapışmıştı kirli vitray!
Vahşetin gerisinde kalınan, son kabilelerin ateş etrafında raksa tutulması kadar; acıklı ve umursamaz, çaresiz vukuat.
Cerahattan toplanan mısmıl, gözüme kaçan çöp sümbül.
Kopuk küçüklüğüm, çiçek dallarında koşuşturuyor.
Günlerin içine sıçrarken kavrulu bıkkınlıklar.
Göz oyuğunda yeşeriyor kuru durgunluklar!
Bir cevap yazın