Baştan aşağı siyahlar giyinmiş genç bir adam, iş yerinden çaldığı vakti, parkta
oyalanarak geçiriyordu. Hava pusluydu. Gürültüyle oynayan erkek çocuklarını izliyordu. Cep
telefonunu çıkardı. Yakın zamanda ayrıldığı sevdiğinin resimlerine uzun uzun baktı,
gönderdiği son mesajları bir kez daha okudu. “Bağırarak konuştuğun için telefonlarını
açmayacağım. Sakinleş öyle ara.” “ Osman, bu kadar sinirli bir insanla yapamayacağım ben,
üzgünüm.” İçini çekerken göğsü titredi. Yanına oturan yaşlı kadını, ancak o selam verince
fark etti. Kadının üzerinde, nefti yeşili döpiyes takım ve kırışık boynuna doladığı açık sarı
ipek fular vardı. Gözlerinin rengi ihtiyarlıktan belli olmuyordu. Alacalıydı. Kar beyazı cılız
saçlarını ensesinin biraz yukarısında toplamıştı. Saten gömleğine, fularına çeki düzen verdi ve
çantasını kucağına yerleştirip, dudaklarını büze büze konuşmaya başladı.
-Günaydın evladım.
Adam kara, uzun kirpikli gözlerini kadından yana çevirdi.
-Günaydın.
Birbirlerini süzdüler. Kadının yaşlı sesi tekrar duyuldu.
-Hava kapalı, insanın ruhu sıkılıyor böyle günlerde.
Genç adam ince kravatını düzeltirken, duyduklarını başıyla onayladı. Kadın devam etti.
-Burası eskiden boş bir arsaydı. İyi oldu şimdi. Hiç olmazsa nefes alacak bir yerimiz var artık.
Adam, ihtiyarlara özgü melodik bir tonla konuşan kadından rahatsız oldu. Ellerini
dizlerine koyup tam kalkacakken, kadın birden soruverdi.
-Kimi özledin Osman?
Osman şaşırdı. Kafasını çevirmeden çok kısa bir süre düşündü. Sonra kalın dudaklarını
gererek gülümsedi.
-Eksik bir yanın var senin, belli.
Adam ayağa kalktığında yavaş yavaş gençleşmeye başlayan kadını gördü. Olduğu yerden
bir adım geriledi. Çevresine baktı, kimseler yoktu. Ne yapacağını bilemedi. Kadının ağır ağır
düşen omuzları, kamburlaşmış sırtı dikleşiyor, derin kırışıklıkları açılıyor, yüzü ve bedeni
geriliyordu. Göz rengi yeşile döndü. Belirginleşti. Bu sefer genç bir bayan sesi duyuldu artık
yaşlı olmayan kadından.
-Kocaman insanın narin yüreği…
Önce uzaklaşmak istedi Osman, sonra merakına yenik düştü, gidemedi. Kalın sesi titredi.
-Kimsin sen? Adımı nerden biliyorsun?
Kadının cildi gençleşmişti, fakat bakışları hala derin ve yaşlıydı.
-Adım Hülya.
Osman’ın siyah takım elbisesini, siyah gömleğini, kösele ayakkabılarını incelerken onun
içini de görebiliyordu Hülya. Kalbinin sıkışıklığı, beyninin bulanıklığı, çaresizliği ve hasreti
yaşlı kadının göğsünü daralttı. Adam gençleşen Hülya’nın yanına tekrar iliştiğinde, gün
sabahtan geceye döndü. Etraf karardı. Osman gür sesini kontrol edemedi, bağırınca
boynundaki damarlar şişip, morardı.
-Ne diyorsun sen, hiçbir şey anlamıyorum. Kimsin, nesin?
Yüksek sesle ve kollarını sağa sola savurarak öfkeyle konuşan adam büyüyü bozmuştu.
Kadın bu sefer hızla yaşlandı. Uçları bozulmuş, sedefli pembe ojelerine baktı. Kelimeleri
uzata uzata devam etti.
-Kalp dediğin arada sıkışır evlat, tabiatıdır. Sen istersen açılır. Ses dediğin alçaktan
çıkmalıdır, ürkütmemelidir. Sen istersen kısılır.
-Ne demek oluyor şimdi bu? Aklımı kaçıyorum galiba.
Adam geniş avuçlarıyla, dolan gözlerini sakladı.
Hülya adamın esmer iri ellerini, kırışık saydam ellerinin arasına aldı. İnce dudaklarını
uzatıp, soğuk nefesiyle üfledi.
-Yakan kanın soğudu. Gönlünü sen yumuşat.
Osman içi ürperip başını kaldırdığında kadın ağır, temkinli adımlarla çantasını sallaya
sallaya yürüyordu. Ardından seslendi.
-Hayalet misin nesin sen, kimsin?
Hülya, küçük ayaklarıyla bedenini tarta tarta, ufak adımlar atarak geri döndü.
-Önce hayal et. Orada her şey yolundadır. Korkma. Sonra da gayret et.
Genç adam boyun ağrısıyla gözlerini araladı ve alnında biriken terleri sildi. Güneş açmış,
hava ısınmıştı. Önce saatine, sonra etrafına baktı. Oturalı daha yarım saat olmuştu. Geceleri
uyuyamazken, gündüz vakti bunca sıkıntı arasında, bankta içinin geçtiğine, kısa bir şekerleme
yaptığına şaşırıp kaldı. Kalkıp, uzun kollarını açtı, gerindi. Rüzgârın bankın boş aralığından,
ayaklarının önüne savurduğu açık sarı renkli ipek fuları alıp, biraz inceledi. Buz kesmiş
ayalarıyla burnuna dayayıp, soğuk kokan fuları soludu. Vücudu ürperdi, iri bedeni sarsıldı.
Başını sağa sola çevirip kadını aradı. Yoktu. Sonra üzerinde daha fazla düşünmedi. Kendini
hafiflemiş, sakinleşmiş ve ferah hissediyordu. Kadının söylediklerini unutmamak için içinden
defalarca tekrarlayarak en yakın çiçekçiye oradan da, sevdiğinin yanına gitmek üzere, cebinde
fularla arabasına bindi. “Önce hayal et, sonra gayret et.”
Bir cevap yazın