Eski dilde, eski zaman diliminde inkisar-ı hayal olarak ta bilinen hayal kırıklığı, aslında pişmanlık duygusuna fazlasıyla benzeyen ancak kendi kontrolümüz dışında gelişen ve hayatımızda bazen çok derin anılar bırakarak bizi terk eden; ama sıklıkla hayatımızın içine dahil olmaya çalışan meraklı bir çocuk gibidir pek çok zaman.
Kimi zaman kızmak isteyip son anda vazgeçtiğimiz bir çocuk, kimi zaman yarı yoldan döndüğümüz dolambaçlı bir yol, bazen sevip de ayrılmak zorunda kaldığımız bir sevgili, bulamadığımız bir cevap, açamadığımız bir telefon, duymak isteyip duyamadıgımız küçücük sade bir kelime dilden dökülen, kimi zaman ise kısacık bir zaman diliminin tekrarı, çekilen tozlu birkaç resim, söylenen birkaç eksik gedik cümle, kimine göre de hayatın tamamıdır hayal kırıklığı ..
Heyecanın hüzne, tebessümün neyse’ye büründüğü, ışıltının karanlığa düştüğü anlardan oluşan bu duygu durumu; yazarların ve sanatçılarında çoğunun, bilerek veya bilmeyerek burnunu soktuğu bir alan. Umudu umutsuzca vurgulamak, umudu umarsızca ve şiirsel bir ısrarla vurgulamak, resim etmek bu kişilerin en önemli özellikleri çünkü her birimiz içinde yaşadığımız zamanı ve hayatı daha derinden kavrayabilmek, daha “yeni” kavrayabilmek için hayal kırıklıklarına tekrar tekrar boyun eğmek zorundayız.
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle, bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken 1771-1772 yılları arasında yazdığı mektup tarzı kitabı olan “Genç Wertherin Acıları “nda; genç bir hukuk stajerinin genç bir nişanlı kadım olan Lotte ile olan aşkını anlatıp; aslında gerçekte Charlotte Buff ile ilişkisini yansıtmış, kendini Werther ile özdeşleştirmiş, hatta kendini öldürmemek için de gençWerther’e kıymaya mecbur kalmıştır. Yaşamış olduğu derin acı, ızdırap ve hayalkırıklığı, kendisini ölümden kurtarmış ancak bir nesli bu salgından alıkoyamamıştır. Birçok genç sarı- mavi kıyafetler içinde intihar ederken, kahve ve çay ibrikleri, bisküvi ambalajları “ Werth’ın Acıları”ndan sahnelerle süslenmiştir.
123 yıl sonra Halit Ziya Uşaklıgil ilk modern Türk romanı olsn “Mai ve Siyah” adlı eserinde yine aynı, hayalkırıklığı ve hüznü yansıtmış, bu defa ise “Ahmet Cemil” karakteri Halit Ziya’nın kendisi olup karşımıza çıkmış ve Ahmet Cemil’ in yaşadığı hayal kırıklığı; mai bir gecede kurmuş olduğu hayal ve ümitlerinin siyah bir gecede sona ermesi ile son bularak bizi bu eşiz eserle tanıştırmamışmıdır ?. Siyah rengi ölümü ve matemi simgelerken; mavi bizi özgürlük, sonsuzluk ve gökyüzü ile buluşturmuş; ikisi bir arada ise kaosu ve hayal kırıklığını beraberinde getirmiştir.
İngiliz edebiyatının gerçekçi yazarlarından olan Charles Dickens ise ; insan karakterlerini en ince ayrıntısı ile çizmede çok ama çok başarılıdır. Çocukluk yıllarından beri yakından görüp deneyimlediği, yoksul insanların yaşamını, duygularını ve tavırlarını betimlerken eşine nadir rastlanacak türde bir duygulandırma gücüne ulaşıp, olayların içine okuru çekmekte, o eski zamanları, aile hayatlarını okurlara tek tek yaşatmaktadır
Romanlarında ağırlıklı olarak sefalet, yoksulluk ve hayalkırıklığı içinde yaşayan ve var olma çabası içinde olan çocukları anlatmış ve her zaman çocukları romanlarında merkeze koymasını bilmesine rağmen sadece çocuk edebiyatı yapmamış; yetişkin okurlara çocukların karmaşık kaotik dünyasını tasvir etmiş, o dünyada çektikleri sıkıntı, olumsuzluk ve neşeyi resmederek çeşitli mesajlar vermeye çalışmıştır. Taşrada yoksulluk sefalet ve sıkıntı ve hayalkırıklıkları çekmekte olan masum çocuk figürünü Londra’nın lüks ve şatafatlı sokaklarına sokmuş, onu pek çok kötülük ve güzellikleriyle de tanıştırmış ama her zaman taşra samimiyet, masumiyet ve yakın ilişkilerini ön plana çıkarmıştır.
Dickens’ın çocukları böylesine yoğun bir şekilde anlatması kendi sefalet içinde geçirmiş olduğu çocukluğuna baglanmış ve 11 yaşında boya fabrikasında işe başlayarak hayatına işçi-çocuk kavramının girdiği düşünülürse bu yargıların yerinde olduğu söylenebilir. Oliver Twist, David Copperfield ve Büyük Umutlar adlı romanları da zaten yaşamının bu dönemlerinden derin izler taşımaktadır.
Hayalkırıklıgından nasini bolca alanlardan bir digeride , Macar Yahudisi Wilhem Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon’un üçüncü çocuğu olarak 6 Temmuz 1907’ de Meksika’ da dünyaya gelen Frida Kahlo olmuştur. Bir yirminci yüzyıl popüler kültür ikonu haline gelen resimlerinin yanı sıra; inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanınmış; sanatı, her ne kadar sürrealist olarak tanımlanmışsa da ressamın kendisi bu tanımı şiddetle reddetmiştir.
Sıcak ve güven veren bir aile ortamının yoksunluğuyla ruhsal anlamda derin bir boşluk içinde büyüyen Frida’nın bedensel sıkıntıları da henüz altı yaşındayken geçirdiği çocuk felciyle filizlenmeye başlar ve her ne kadar egzersizlerle güçlendirmeye çalışsa da felçten sonra sağ bacak ve ayak kasları güçsüz kalır. Frida okul hayatı boyunca sağ ayağına çift kat çorap giyerek, pantolon ve uzun etekleri tercih ederek bu deformasyonunu saklamaya çalışır ancak çocukların dünyası saf olduğu kadar acımasızdır da… Arkadaşları tarafından “Tahta Bacak Frida” olarak lakap takılmasına engel olamaz.
17 Eylül 1925 tarihinde Frida ve erkek arkadaşı Alejandro birlikte otobüse binerek yolculuk ederken ve yan yana oturmuş şakalaşırken, bir tren süratlice otobüsün aşmak üzere olduğu raylara yaklaşıp fren yapamayarak tam ortasından çarpar. Otobüs sürüklenmeye başlar ve yolcular dışarı fırlar. Trenin demir çubuklarından birisi ise Frida ’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmış ve artık omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşamak zorunda bırakmıştır. Sağ bacağı on bir yerden kırılmış ve sol omzu çıkmış, leğen kemiği de üç yerden kırılmış ve en kötüsü ise çelik çubuk karnının sol tarafından girip cinsel organından çıkmış olan Frida ‘nın doktorlar, tekrar yürüyebileceğinden, hatta yaşayabileceğinden bile şüpheliydiler. Onu parça parça bir araya getirmeleri gerekmekte idir. Kaza sonra artık aşk ve resim kırılan omuriliğinin yerini alacaktı. Tüm hayatı boyunca 34 kez ameliyat olacak olan Frida için içki, uyuşturucu ağrıları dindirmek için çare aradığı birer araç haline gelecektir.
Hayal kırıklıklarının ilk büyügü ilk aşkının kendini terk etmesi ve en büyük aşkı ve daha sonra eşi olacak “Meksikalı Michalangelo” olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera ‘nın onu defalarca aldatması ve kız kardeşi Christina ile gizli bir ilişkiye girmesi olacaktır.
Daha sonra yaptığı resimlerin pek çoğunda ise asla sahip olamadığı, ancak ölesiye arzuladığı bebeğini resim etti ve resimlerinde kanlı dogum ve ölümler, fetüsler, cesetler, vücutlardan ayrı organlar bulunmaktaydı. Üç hamilelik girişimi de başarısızlıkla sonuçlandığından, hayal kırıklıkları ile dolan hayatında, evcil hayvanlar baş dostları olmuştur. Söyleşilerinde Frida; Dego ile ilgili olarak hep şöyle der; Hayatta başıma iki korkunç kaza geldi, ilkinde bana bir otobüs çarptı, diğerinde Diego”….
Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te, 47 inci dogum gününü kutladıktan sonra akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; son tablosu; “Yaşasın Yaşam“ insanın iştahını kabartan kıpkırmızı karpuzları resmettiği i bir natürmorttu . Ölümünden kısa bir süre önce yazdığı günlüğüne “Çıkış yolunun çok güzel olacagını ive asla geri dönmeyecegimi umarım “ diye yazmıştır.
Hayal kırıklıkları, acı, ihanet ve hastalıklarla dolu bu kısacak hayat;yazarı devamlı beslemiş ve resimlerinde hayatında derinden yaralandığı, hep umud ettiği anları, hikayeleri ve olayları biz hayranlarına sunmasına engel olamamıştır.
Kendi kendimize yenilmişlik ya da çöküntü hislerine kapılmayacağınıza söz verme zorundayız hepimiz. Bu karşılaştığımız tüm güçlükler karşısında, gerçekçi olmamak zorunda olduğunuz anlamına da gelmez. Yaşamımızı değiştirecek eylemleri yapmaktan bizi alıkoyan yenilgi ve hayalkırıklık duygularını şimdi anladığımız anlamına gelir. Bazı şeyler şu anda bize çok imkansız görünse bile, onları bir gün gerçekleştirebileceğimize inanmalıyız çünkü hepimiz sorunlara, hayal kırıklıklarına ve hüsranlarasahibiz; fakat başarısızlıklarımızla nasıl ilgilendiğimiz kadar, yaşamımızı değiştiren başka bir şey yoktur. Hayat daima yaşamaya değer ve saygı duyulacak bir şeyler daima bulunur
123 yıl sonra Halit Ziya Uşaklıgil ilk modern Türk romanı olsn “Mai ve Siyah” adlı eserinde yine aynı, hayalkırıklığı ve hüznü yansıtmış, bu defa ise “Ahmet Cemil” karakteri Halit Ziya’nın kendisi olup karşımıza çıkmış ve Ahmet Cemil’ in yaşadığı hayal kırıklığı; mai bir gecede kurmuş olduğu hayal ve ümitlerinin siyah bir gecede sona ermesi ile son bularak bizi bu eşiz eserle tanıştırmamışmıdır ?. Siyah rengi ölümü ve matemi simgelerken; mavi bizi özgürlük, sonsuzluk ve gökyüzü ile buluşturmuş; ikisi bir arada ise kaosu ve hayal kırıklığını beraberinde getirmiştir.
İngiliz edebiyatının gerçekçi yazarlarından olan Charles Dickens ise ; insan karakterlerini en ince ayrıntısı ile çizmede çok ama çok başarılıdır. Çocukluk yıllarından beri yakından görüp deneyimlediği, yoksul insanların yaşamını, duygularını ve tavırlarını betimlerken eşine nadir rastlanacak türde bir duygulandırma gücüne ulaşıp, olayların içine okuru çekmekte, o eski zamanları, aile hayatlarını okurlara tek tek yaşatmaktadır.
Romanlarında ağırlıklı olarak sefalet, yoksulluk ve hayalkırıklığı içinde yaşayan ve var olma çabası içinde olan çocukları anlatmış ve her zaman çocukları romanlarında merkeze koymasını bilmesine rağmen sadece çocuk edebiyatı yapmamış; yetişkin okurlara çocukların karmaşık kaotik dünyasını tasvir etmiş, o dünyada çektikleri sıkıntı, olumsuzluk ve neşeyi resmederek çeşitli mesajlar vermeye çalışmıştır. Taşrada yoksulluk sefalet ve sıkıntı ve hayalkırıklıkları çekmekte olan masum çocuk figürünü Londra’nın lüks ve şatafatlı sokaklarına sokmuş, onu pek çok kötülük ve güzellikleriyle de tanıştırmış ama her zaman taşra samimiyet, masumiyet ve yakın ilişkilerini ön plana çıkarmıştır.
Dickens’ın çocukları böylesine yoğun bir şekilde anlatması kendi sefalet içinde geçirmiş olduğu çocukluğuna baglanmış ve 11 yaşında boya fabrikasında işe başlayarak hayatına işçi-çocuk kavramının girdiği düşünülürse bu yargıların yerinde olduğu söylenebilir. Oliver Twist, David Copperfield ve Büyük Umutlar adlı romanları da zaten yaşamının bu dönemlerinden derin izler taşımaktadır.
Hayalkırıklıgından nasini bolca alanlardan bir digeride , Macar Yahudisi Wilhem Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon’un üçüncü çocuğu olarak 6 Temmuz 1907’ de Meksika’ da dünyaya gelen Frida Kahlo olmuştur. Bir yirminci yüzyıl popüler kültür ikonu haline gelen resimlerinin yanı sıra; inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanınmış; sanatı, her ne kadar sürrealist olarak tanımlanmışsa da ressamın kendisi bu tanımı şiddetle reddetmiştir.
Sıcak ve güven veren bir aile ortamının yoksunluğuyla ruhsal anlamda derin bir boşluk içinde büyüyen Frida’nın bedensel sıkıntıları da henüz altı yaşındayken geçirdiği çocuk felciyle filizlenmeye başlar ve her ne kadar egzersizlerle güçlendirmeye çalışsa da felçten sonra sağ bacak ve ayak kasları güçsüz kalır. Frida okul hayatı boyunca sağ ayağına çift kat çorap giyerek, pantolon ve uzun etekleri tercih ederek bu deformasyonunu saklamaya çalışır ancak çocukların dünyası saf olduğu kadar acımasızdır da… Arkadaşları tarafından “Tahta Bacak Frida” olarak lakap takılmasına engel olamaz.
17 Eylül 1925 tarihinde Frida ve erkek arkadaşı Alejandro birlikte otobüse binerek yolculuk ederken ve yan yana oturmuş şakalaşırken, bir tren süratlice otobüsün aşmak üzere olduğu raylara yaklaşıp fren yapamayarak tam ortasından çarpar. Otobüs sürüklenmeye başlar ve yolcular dışarı fırlar. Trenin demir çubuklarından birisi ise Frida ’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmış ve artık omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşamak zorunda bırakmıştır. Sağ bacağı on bir yerden kırılmış ve sol omzu çıkmış, leğen kemiği de üç yerden kırılmış ve en kötüsü ise çelik çubuk karnının sol tarafından girip cinsel organından çıkmış olan Frida ‘nın doktorlar, tekrar yürüyebileceğinden, hatta yaşayabileceğinden bile şüpheliydiler. Onu parça parça bir araya getirmeleri gerekmekte idir. Kaza sonra artık aşk ve resim kırılan omuriliğinin yerini alacaktı. Tüm hayatı boyunca 34 kez ameliyat olacak olan Frida için içki, uyuşturucu ağrıları dindirmek için çare aradığı birer araç haline gelecektir.
.Hayal kırıklıklarının ilk büyügü ilk aşkının kendini terk etmesi ve en büyük aşkı ve daha sonra eşi olacak “Meksikalı Michalangelo” olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera ‘nın onu defalarca aldatması ve kız kardeşi Christina ile gizli bir ilişkiye girmesi olacaktır.
Daha sonra yaptığı resimlerin pek çoğunda ise asla sahip olamadığı, ancak ölesiye arzuladığı bebeğini resim etti veresimlerinde kanlı dogum ve ölümler, fetüsler, cesetler, vücutlardan ayrı organlar bulunmaktaydı. Üçhamilelik girişimi de başarısızlıkla sonuçlandığından, hayal kırıklıkları ile dolan hayatında, evcil hayvanlar baş dostları olmuştur. Söyleşilerinde Frida; Dego ile ilgili olarak hep şöyle der; Hayatta başıma iki korkunç kaza geldi, ilkinde bana bir otobüs çarptı, diğerinde Diego”….
Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te, 47 inci dogum gününü kutladıktan sonra akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; son tablosu; “Yaşasın Yaşam“ insanın iştahını kabartan kıpkırmızı karpuzları resmettiği i bir natürmorttu . Ölümünden kısa bir süre önce yazdığı günlüğüne “Çıkış yolunun çok güzel olacagını ive asla geri dönmeyecegimi umarım “ diye yazmıştır. Ama hayal kırıklıkları, acı, ihanet ve hastalıklarla dolu bu kısacak hayat; yazarı devamlı beslemiş ve resimlerinde hayatında derinden yaralandığı, hep umud ettiği anları, hikayeleri ve olayları biz hayranlarına sunmasına engel olamamıştır.
Kendi kendimize yenilmişlik ya da çöküntü hislerine kapılmayacağınıza söz verme zorundayız hepimiz. Bu karşılaştığımız tüm güçlükler karşısında, gerçekçi olmamak zorunda olduğunuz anlamına da gelmez. Yaşamımızı değiştirecek eylemleri yapmaktan bizi alıkoyan yenilgi ve hayal kırıklık duygularını şimdi anladığımız anlamına gelir.
Bazı şeyler şu anda bize çok imkansız görünse bile, onları bir gün gerçekleştirebileceğimize inanmalıyız çünkü hepimiz sorunlara, hayal kırıklıklarına ve hüsranlara sahibiz; fakat başarısızlıklarımızla nasıl ilgilendiğimiz kadar, yaşamımızı değiştiren başka bir şey yoktur. Hayat daima yaşamaya değer ve saygı duyulacak bir şeyler daima bulunur.
Bir cevap yazın