Geçmişten bugüne toplumsal hayatın bir parçası olan hayvanlar, insanlık tarihinde
önemli bir konum teşkil etmiştir. Kültürlerin ayrılmaz bir parçasını oluşturan bu
canlılar, bireylerin temel gereksinmelerini sağlamakla kalmamış insanlara yaşam
serüvenlerinde eşlik ederek gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olmuşlardır. Nitekim
hayvanların asırlar boyunca düşünürlerce tartışılması meseleye farklı
perspektiflerden bakılmasına da olanak tanımıştır. Zira ünlü düşünürlerden biri olan
Veblen’in hayvanlar üzerinde elde ettiği tespitler, toplum algısının yansımalarını
bizlere sunmaktadır. Veblen’e göre ” Aylak seçkinci sınıf için kümes hayvanı, domuz,
sığır, koyun, keçi gibi üretken ve yararlı ve genellikle de karlı bir amaca hizmet eden
hayvanlar, diğer kafes kuşları, kediler, köpekler ve yarış atları gibi hiçbir endüstriyel
amaca hizmet etmeyen evcil hayvanlar kadar güzel bulunmazlar. Bu hayvanlar
ekseriyetle gösterişçi tüketim öğeleridir. Bu sınıfa dahil olan hayvanlar konvansiyonel
olarak üst sınıflarca beğenilirler, oysa maddi yönden daha alt sınıflar güzel ve çirkin
arasında katı ve kesin bir maddi ayrım çizgisi çekmeden, bu hayvan sınıflarının her
ikisini de güzel bulurlar.”[1] Görüldüğü üzere sınıfsal farklılıklar, bireylerin hayvanlar
konusundaki algılarını belirlemektedir. Dolayısıyla insanlık tarihi boyunca hayvanlar
ve insanlar arasındaki farklılıklar, düşünürlerce tartışılırken temel olarak insanlardaki
rasyonel düşünce önemi üzerinde durulmuştur. Her ne kadar insan hayvan ilişkisi
üzerinde birçok fikir ortaya atılmışsa da bu canlıların zamanın her döneminde modern
dünyadaki konumlarının değiştiği gerçeğini kabul etmek gerekmektedir. Zira
insanlığın avcı-toplayıcı dönemlerinde henüz tarım endüstrisinin yeşermediği
zamanlarda hayvanlar neredeyse yararlanılacak tek kaynak olarak görülmüştür.
Sözgelimi ihtiyaçlar doğrultusunda faydalanılacak bu hayvanlar, aynı zamanda
insanların dini inançlarında da yer almışlardır. Animizm dini buna örnek verilebilir. Bu
inanca sahip olan bireyler insanların ve insanların dışındaki varlıkların ruha sahip
olduklarını düşünmektedirler. Dolayısıyla bu varlıkların içinde hayvanlar, dağlar ve
akarsular gibi varlıklar da vardır. Animizm inancında söz konusu varlıkların, doğaüstü
bir noktada yaşadıklarına inanılmaktadır. Bu sebepten ötürü bireyler, doğaüstündeki
bu ruhlara birtakım dini ritüeller vasıtasıyla ulaşacaklarını düşünmektedir. Diğer
yandan tarihi kayıtlardan da anlaşıldığı üzere bazı dinlerde tanrılar hayvan
sembolleriyle birlikte tasavvur edilmiştir. Örneğin koç, boğa, aslan ve akrep gibi
canlılar, bunlardan bazılarıdır. Yine Yunan mitolojisinde de Tanrı Zeus kuğu, boğa ve
kartal kılığına bürünebilmektedir. Ancak günümüze gelindiğinde insan olmayan
hayvanlara atfedilen rolün değiştiğini görmek mümkündür. Çünkü insanlık
hayvanlardan sanattan modaya birçok alanda yararlanmaktadır. Ancak modern
dünyada bu canlıların kademeli bir şekilde gözden kaldırıldığı görülmektedir. Söz
konusu canlıların ortadan kaldırılmasıyla hayvanat bahçelerinin açılması aynı
döneme denk gelmektedir.[1] Dolayısıyla bugün hayvanlar için büyük bir ticari ağ
oluşmuş ve modern dünyadaki konumları farklı bir boyuta evrilmiştir. Pet hayvanı
sahiplenen bireylerin, bu canlıların günlük bakımından kuaförüne kadar pek çok
alternatife erişebileceği kaynaklar mevcuttur. Hayvan otellerinden, kıyafet sektörüne
kadar gelişen bir düzen oluşmuştur. Ancak bu romantik düzenin yanında insan
olmayan hayvanların meta ürünü olarak kullanılmaları da devam etmektedir. Son
olarak “hayvanlar zamanın neresinde” diye soracak olursanız bunun cevabını tarih
çoktan vermiştir.
Kaynak;Mehmet Birekul. Güç, İktidar Ve Gösteriş: Geçmişten Günümüze Hayvan
Sembolizmi Üzerine Bir Tartışma
Bir cevap yazın