- Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz ve nerelerde çalıştınız?
–1988 yılında İstanbul da dünyaya gelmişim, ücra mahallelerin ilk ve ortaokullarında çocukluğumu geçirdikten hemen sonra çalışmaya başladım. Yarım, dağınık, ekonomik zorluklar içerisinde geçti çocukluk ve ergenlik dönemim. Kendi ayaklarım üzerinde durmak için 19 yaşımda evi terk ettim. Roman olacak bir hayatım var aslında; sokaklarda yattığım dönemler de oldu, protokol masalarında lüks mekânlarda ağırlandığımda… 2011 yılında Adalet Bakanlığı’nda zabıt kâtibi olarak göreve başladım. Açıköğretim lisesi ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Şimdi ise öğrenim hayatıma Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet Bölümü’nden devam ediyorum. Bir sonraki hedefimde hâkim olmak var. Sokaklardan, hâkimlik koltuğuna… Neden olmasın!
- Yazma hikâyenizi anlatır mısınız? Ne zaman yazmaya başladınız ve ilk kitabınızın adı, konusu neydi?
–Okumayı hiç sevmemiş, belki de sevdirilememiş bir çocukken okumak yerine yazma kabiliyetimi fark etmemle başladı yazın hayatım. Yazmaya başlamak için önce yazacak bir konuya ihtiyaç duyuyor insan… Sıkıntılı bir çocukluk ve ergenlik geçirmiş birisi için konu bulmak çok da zor olmuyor. İlk zamanlarda dertlerimi satırlara dökmek için yazıyordum. Ateist zihniyetli bir gençtim. Bilirsiniz; biraz asi, biraz isyankâr… Yazarken, hayatı sorgulamak “Ben bunları hak edecek ne yaptım?” ile başlayan cümleler kurmak beni biraz olsun rahatlatıyordu. Yazarken düşünüyor, sebep-sonuç ilişkisi kuruyordum. Bu düşüncelerle ateist bir zihniyetten kurtulup, İslam dininin güzelliklerini keşfettim ve kendimi muhteşem bir güzelliğin ortasında buluverdim. İlk kitabım Hiç (AŞK’ın Tarifi)’ni 2015 yılında çıkardım. İslamiyetle taze tanışmış bir gençten saf ve temiz bir İslami deneme kitabıydı. İnsan ve İslam ile alakalı birçok konu denemeler halinde kitapta yer alıyordu. “Kul olarak ne yapıyoruz oysa ne yapmalıyız?” diye sorulacak olsa bu kitapta biraz olsun cevap bulabiliriz.
- Yazmaya başlamadan önce ve şu an duygularınız arasında ne gibi farklar var?
–Yazmak kesinlikle insanın kendine olan güvenini arttırıyor, kalitesini ve dünya görüşünü değiştiriyor. Bir defa paylaşmanın mutluluğunu yaşıyor insan… Hislerinizi, anılarınızı, hayallerinizi bir başkasıyla paylaşıyorsunuz. Sizi içselleştirebilenlerle sıkı dostluklar kurabiliyor, sizin gibi hisseden farklı insanların da varlığından mutluluk duyabiliyorsunuz. Okurlarla aranızda muhteşem bir bağ kurulabiliyor.
- Bugüne kadar hangi kitapları yayınladınız ve konusu neydi?
-İlk kitabımın adı: Hiç (AŞK’ın Tarifi)’ydi. Din ve tasavvuf üzerine denemelerden oluşan bu kitapta hayatı sorgularken bulduğum cevapları yazmıştım. Ateist bir zihniyete sahipken, kendisini arayan bir gençken aslında aradığımın kendimde olduğunu fark ettim. Aslında inançsızlığında bir inanç şekli olduğunu keşfettim mesela… Yani inanmamak diye bir şey yok! İnançsızlık; inanmamaya inanmak…
-İkinci kitabım; Kalpdaş ismini verdiğim ve ilkokuldan bu yana yazdığım şiirlerin yer aldığı bir şiir kitabı. Bazen açıp okuyorum, yazdığım ana doğru bir yolculuğa çıkıyorum. Bazen okurken; “Bunu ben mi yazmışım?” diyerek şaşırdığım oluyor. Şiirlerimin hiç birini hatırlamıyorum. O an bana bir duygu yazdırmış işte…
-Üçüncü kitabım Aşk-ı Sani’yi yazmak benim için ilahi bir mesajın gelmesiyle başladı. Bir gün rüyamda kendimi peygamberler arasında gördüm. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Yusuf’u sohbet ederlerken görüyordum. Yanlarında da Abdülkadir Geylani hazretleri vardı. Rüya içerisinde hayretle ben bu makama nasıl geldim, nasıl olurda peygamberlerle aynı makamda olurum diye düşünürken Abdülkadir Geylani’nin de peygamberler arasında ne işi olduğunu düşünüyordum. Nefes nefese uyandığımda rüyanın çokça etkisinde kaldım ve ertesi gün Abdülkadir Geylani’nin hayatını araştırmaya başladım. Eserlerini alıp satır satır, inceleye inceleye okumaya başladım. Sonunda gördüm ki Abdülkadir Geylani o makamın gerçekten sahibiymiş, bu ilahi mesajı kendime vazife bilip bu kitabı kaleme almaya başladım. Sonunda tasavvuf sevenlerin çokça seveceği ve ibretler alacağı bir eser ortaya çıktı.
- Yazarken nelerden ilham alırsınız?
–Hayatın kendisinden… İyiden, kötüden, güzelden, çirkinden… Hayatın içinde olan her şeyden alıyorum ilhamı. Yazacak, yaşanmış ve yaşanabilecek her şeyi satırlara döküyorum. Bazen kötüyle iyiyi övüyorum bazen de iyiyle kötüye sövüyorum. Bazen Yunus Emre gibi “Gönüller yapmaya geldim” diyorum, bazen de kiri dökmek için halıyı dövüyorum. Ama en çok da yazdıklarımı okuyanlardan alıyorum ilhamımı… Herkes farklı anlamlar çıkartıyor. Çünkü kendi yaşantıları onları bu anlamlara götürüyor. Bu sayede onları gözlemleyerek yeni yeni fikirler de türetebiliyorum.
- Yazmak için önce neler yapmak lazım, okumadan yazan ve hemen kitap çıkarmak isteyen o kadar çok ki bu konuda ne diyeceksiniz?
–Okumayı sevmeyen birisi olduğunu söylemiştim. Fakat yazdıkça daha iyi yazabilmek için okumak gerektiğini, yazdıklarımın doğru kaynaklara dayanması gerektiğini, en önemlisi ise kalitenin artmasının bolca okumaktan geçtiğini fark ettiğimden beri okuyorum. Okurken çok fazla seçen birisiyim. Her yazılanı okurum diyenlerden değilim. Bu soruyu bir yazar olarak değil bir okur olarak cevaplıyorum. Okurken nitelikli kitapları okumalıyız. Kitapta yazanlardan çok o kitabı yazan yazarın karakterini, kitabı basan yayınevinin ilkelerini, yayının asıl amacının ne olduğunu bilerek okumalıyız. Bugün her şeyi okuyun diyenler, okurlara zihinlerini rahatça kontrol altına alabilecekleri; içerisinde subliminal mesajlar barındıran kitapları okutuyorlar. Bizi kontrolleri altında tutmak istiyorlar. Mesela kitapçılara bakın; çok satanlar diye bir raf var. Neden var? Bana ne bir kitabın kaç adet satıldığından? Bunların tamamı ekonomik kaygı ve kitleleri yönetme arzusundan ibaret… Edebiyat falan değil dertleri…
- İyi yazmanın bir formülü var mı? Sizce nedir?
–İyi yazmak için iyi okumak gerekir. Burada okumaktan kastım insanları, canlıları, doğayı, toplumu, sosyal ve kültürel yaşamı, bireyleri ve psikoloji iyi okumak… Ondan sonrası kelimeleri dilediğiniz gibi yan yana getirip fikirleri, duyguları karşı tarafa aktarabilmekte…
- Çok satan mı çok okunan mı çok tanınan yazar mı daha verimlidir sizce?
–Bunlardan hiç birisi değil. Günümüzün yazın dünyası edebiyattan koparak ekonomik kaygılar dünyasına dönmüş durumda. Bazı yapılanmaların eline geçen edebiyatımızda birileri ne isterse o okunuyor. Yani bir kitap daha ilk günden çok okunan, çok satılan listelerinde birinci sırayı alabiliyor. Adını birçok kişinin bilmediği yazarlar en tanınan yazar diye piyasada reklamı yapılabiliyor. Bunların yapılma amacını az evvel de söyledim. Biraz ekonomik biraz da siyasi… Siyasisi de şöyle; yazdıklarıyla kitleleri etkisi altına almak isteyen bazı otoriteler; özellikle sosyal medya ajanslarının da desteğiyle milyonlarca insana ulaşarak bu kitapları okutuyorlar. Bu kitaplarla insanların zihinlerine bazı şüpheleri düşürüyorlar. Onlarca yıl sonrası için gerekli psikolojik ortamı oluşturmak için çalışmalar yapıyorlar. Okurlar bu durumun bugün farkında değiller, bunu görmek için ya yazın hayatının içinde fiilen bulunacaksınız, bu dünyayı bileceksiniz ya da geleceği iyi sezen birisi olacaksınız. Yoksa “Yo! Bence o kitap çok güzel siz iftira atıyorsunuz” diyen birisi olur çıkarsınız. Böyle demek bile zihninizin ele geçirildiğinin bir kanıtıdır aslında. Subliminal mesaj size iletilmiş ki siz o kitabın iyi olduğuna inanmış olarak başkalarına da önerecek ve satışının yapılmasını sağlayacaksınız… Bu zincir böyle devam edecek ve milyonlarca satışı yapılan kitap sayesinde milyonlarca lira toplanarak bazı fonlara aktarılacak ve bu kısır döngü hep böyle sürüp gidecek…
- Daha iyi yazmak için neler yapıyorsunuz?
–Daha iyi yazabilmişleri okuyorum. Boynuz kulağı geçer sözünü haklı çıkarmak için de iyi yazmış yazarlardan daha iyisini nasıl yazabilirim diye düşünüyorum, araştırıyorum. Tabi ki yazarken de, popüler kültüre kendimi kaptırıp da ekonomik kaygıya düşenler arasına girmemek için hassasiyet gösteriyorum.
- Çalışmış olduğunuz yayınevleri ve ilgili kişileri hakkında ve halen çalışmakta olduğunuz yayın evi ve ilgili kişileri hakkında görüşlerinizi bildirir misiniz?
–İlk yayın evim; ilk göz ağrım diyebilirim. Güzel insanlarla çalıştım, dilediğim gibi bir kitap ortaya çıktı. Yazın hayatına katılmamda büyük emekleri oldu. Şimdi ise aynı duyguları paylaşabildiğim bir yayın eviyle çalışıyorum. Köklü, kaliteli, popülaritenin kölesi olmamış; idealleri ve hedefleri olan bir yayın evi. Burada olmaktan mutluyum.
- Bugüne kadar hangi kurum veya kişi öncülüğünde katıldığınız kitap ile ilgili ortak projeler nelerdir ve konusu amacı nedir?
–Benim alt yapısını kurmaya başladığım Nitelikli Kitaplar ve Okurlar Platformu isminde bir projede yer alıyorum. Bu projeyle nitelikli kitaplar, yazarlar bazı kriterler çerçevesinde değerlendirilerek okurlara sosyal medya üzerinden ulaştırılmaya çalışılıyor. Bu projede sadece kitaplar değil, yazarlar ve okurlar da değerlendiriliyor. Örneğin; bir kitabın içinde nelere yer verildiği, bu kitabın okuyanına neler katabileceği, yazarın karakteri, hizmet alanları, yazarlık dışındaki mesleği, arkasında farklı fon veya güçlerin olup olmaması, bu kitabı okuyacak olanların gerçekten yapıcı yorumlarda bulunup bulunmayacağı gibi onlarca kriter süzgecinden geçiriliyor kitaplar. Bu sayede bir okur eğer polisiye okumak istiyorsa tam kendisine göre bir polisiye romanı bulurken, eğer tasavvuf okumak istiyorsa da tam kendisine göre tasavvuf kitabı bulabiliyor.
- Rahmetli olmuş ya da yaşayan yazar ve şairlerden benimsediğiniz kimlerdir?
–Düzyazı sevdiğim kadar şiir de seven birisiyim. Şiir dinlemesini seviyorum ama pek okuyabildiğim söylenemez. Şiir denince de aklıma rahmetli Ömer Lütfi METE geliyor. O muhteşem Gülce şiirini İbrahim SADRİ’nin sesinden ardı ardına kaç yüz defa dinledim, bilmiyorum… Tasavvuf seven birisi olarak şark klasiklerinden tasavvuf eserleri yazarlarının tamamını seviyorum diyebilirim; Abdülkadir Geylani, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Alvarlı Muhammed Lütfi Efe, Erzurumlu Emrah ve tabi ki Yunus Emre şiirlerini ve eserlerini okumaya doyamadığım birkaç isim. Hayatta olan isimlerin başında bir kitabını defalarca okuyabildiğim İskender PALA ile Sinan Yağmur, Üstün DÖKMEN, Taha AKYOL ve Siraceddin ÖNLÜER gibi isimler ilk sıralarda gelirler.
- Yazar ve şair arkadaşlara söylemek istediğiniz bir çağrınız var mıdır?
–Yazdıklarını okuyabilmek için harçlıklarını kitaba yatıran gençlere lütfen daha hoşgörülü ve daha samimi olalım. Ben; harçlık bulunca alkole, sigaraya ve daha kötülerine yatıranların arasında büyüdüğüm için parasını kitaba yatıranların ne kadar saf, ne kadar temiz olduklarını görebiliyorum. Lütfen onları kibir ile ego ile ekonomik kaygımız ile bir kazanç kapısıymış gibi görerek kendimizden uzaklaştırıp; kirletmeyelim. Okuyanlar hep temiz kalsınlar. Okuyarak yüce Türk Devleti’ni muasır medeniyetlerin üzerine çıkarsınlar.
- Son olarak iyi yazar-şair olmak isteyenlere ya da bu işe yeni adım atacak olanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
–Kendiniz olun, hemen büyük ve tanınmış bir yazar olayım diye ülkenizin zararına hizmet eden kurum, fon veya yapılanmaların ağına düşmeyin. İyi bir yazar elbet iyi bir okura ulaşacaktır. Ola ki bir gün çok tanınan, kitapları çok satan bir yazar olursanız; sizden imza isteyen, size sarılmak isteyen, yan yana fotoğraf çekilmek isteyen bir okurunuza karşı kibir yaparak gönlünü kırmayın. Yunus Emre’nin dediği gibi “Gönüller yapmaya geldik”.
Bir cevap yazın