Önce rüzgârı doldurdu odayı. Sonra saçları. Upuzun, topuklarına kadar dalga dalga, bal rengi saçları, tutkulu bir şarkı gibi bütün odayı kuşattı. Beyaz tül giysisiyle çıplaklığını sıkıca örtüp pencerenin kıyısında asılı duran fanusu aldı, soluğuyla yaktı. Sonra delişmen uğultularla dans eden denize doğru eğilip fırtınanın kanatlarına dokunuverdi. Fırtına, geceyle el ele, suyun üzerinde uçuşuyor, su da esrik bir sevinç nöbetiyle fenerin duvarlarına çarparak hem fırtınaya hem geceye tapınıyordu. İçini çekerek kaygıyla uzaklara baktı. Neredeydi acaba? Bu ürkünç ayinin neresine gizlenmişti? Yoksa… yoksa başına kötü bir şey mi gelmişti? Birden içi daraldı. Sıkıntıyla kıpırdandı. Belki de hiç gelmeyecek… Daha önceki denizci gibi karanlıkta yok olacak ansızın. Fanusu dalgalara doğru hafifçe salladı. Bütün yitik denizciler için. Dönmeyenler için. Acıyla, usul usul, defalarca salladı fanusu. Titrek ışık, bir dalgalara çarptı, bir fırtınaya. Bir de yüreğine. Ya bir daha geri gelmez, daha önceki denizci gibi kaybolup giderse… Birden gözleri dolu dolu oldu. Pencereden çekildi. Evecenlikle saçlarından bir tutam yakalayıp örmeye başladı. Bir yandan da utançla, Allah cezasını versin, diye söylenmeye koyuldu. Allah cezasını versin! Ben hayaletlerin yüz karasıyım, yüz karası! Kendimden utanıyorum!
İhsan bir iki yalpaladı. Elindeki boş şişe kayıp parçalanırken o da düşecek gibi oldu. Demek rüzgâr puştu eğleniyor benimle. Dur sen, dur… Göğsünü şişirip rüzgâra karşı yumruğunu sıktı. Ulan, ulan ben sana… Fakat koca bir dalga muzip kahkahalarla üzerine yürüyünce ürktü birden. Siniverdi.
Amaan, şimdi sizinle uğraşacak vaktim yok, dedi. Hadi işinize kışt kışt! Yallah! İşte yılışık dalga geri çekilmişti. Gene yalpalaya direne fenere doğru yürüdü. Titrek bir ışık seçer gibi oldu bir an. Ah güzel hayaletim, demek oradasın! Enikonu heyecanlandı. Ter bastı her yanını. Bir daha baktı fenerin küçük penceresine. Yoktu ışık, kaybolmuştu. Yanıldım mı acaba? Yüreği korkuyla sıkıştı. Ya gelmemişse… Ya bir daha hiç gelmezse… Derin bir of çekti. Ölürüm o zaman. Ölürüm vallahi. Onu orada bulamazsam buna asla dayanamam! Evet, çılgıncasına tutkundu balıkçı İhsan. Terk edilmiş deniz fenerinin hayaletine çılgıncasına sevdalıydı. Durup soluklandı. Gözlerini yumdu sıkıca. Gece, su damlacıklarıyla yüzünü yuğdu İhsan’ın. Bir yıldır bu korkuyla öyle içlidışlı olmuştu ki, sanki artık onun bir parçasıydı bu korku. Bir yıl önce, gene böyle çok kederli olduğu bir akşam durma içmişti İhsan. Kumkapı’da bir yerde durma tüketmişti kendisini. Karısı çekip gideli hep böyle değil miydi zaten? Sonra kalkmış gecenin içinde yürümeye başlamıştı. Belki Cemile’ye rastlayacak (Cemile sararmış solmuştur. Dudaklarında kan izleri, gözlerinde kederli ışıklar oynaşmakta, belalısı peşinde soluk aldırmamaktadır.) Cemile ayaklarına kapanıp yalvar yakar olacak, “Kurtar beni İhsan, kurtar, evimize götür!” diyecek, İhsan da dayanamayıp Cemile’yi kucaklayacak, eve götürecek, yeniden mutlu olacaklar. Ne hıyarmışım be! Cemile’ye rastlamak şöyle dursun, üstelik bir de yolunu yitirmişti. İyi ki de yitirmişim ama. Karanlık onu bu metruk fenere sürüklemiş, bir köşede tam sızmak üzereyken içeri bal rengi saçlı hayalet girmiş, İhsan görür görmez vurulmuştu hayalete.
Paslı demir kapıya dayanıp kaldı bir süre. Akşamüstü, Ahırkapı Feneri’nin orada Keralos Ahmet’e rastlamıştı. Ahmet de orayı mekân tutmuştu besbelli. Kucaklaşmışlardı. Sonra içine bir tutam ağı serpmişti Keralos Ahmet. Yenikapı’da bir herifin kollarında görmüş Cemile’yi. Yüzü gözü apukurya maskarası gibi boyalıymış. Kahkahanın bini bir para. Ansızın o içindeki eski yara kanamaya başlamıştı. “Yürü” demişti Keralos’a. “Yürü, bir iki kadeh bir şeyler atalım. Nicedir halleşmiyoruz da…” Sonra bir iki kadeh derken geceyarısını geride bırakmışlardı. Doğrulup bütün gücüyle iteledi kapıyı. Bir gün onu burada bulamazsam… eğer bulamazsam… Metruk fenerin hayaletinden başka kimsesi yoktu çünkü. Hiç kimse. Kıkırdadı usulca. Aslında bir hayalet de hiç kimse değil midir? Birkaç basamak çıkıp duraksadı. Yo, bir hayalet bazen her şeydir. Bir insanın her şeyi.
Hayalet, balıkçı İhsan’ın geldiğini görmüş, fanusu soluğuyla söndürüp, sessizce beklemeye başlamıştı. Sessizce ve yüreği kıpır kıpır. Mutluluğa bata çıka. İçinin coşkusundan biraz da ürkerek. Yaşarken hiç tatmadığı bir duyguydu bu. İlk defa bir erkeği böylesine heyecanla bekliyordu. Kocası Gülhan Bey’le sırf varlıklı bir adam olduğu için evlendirilmiş, fakat asla sevmemişti onu. Onca rahat yaşamasına rağmen asla mutlu olmamıştı. Kocası tarafından evin düzenini sağlamaya ve çocukların bakımını üstlenmeye mahkûm edilmiş ve hiç ummadığı bir biçimde hayata kırılmıştı. Ardından da resim yapma tutkusunu boğup öldürmüş, yaşamına bir de cinayet karıştırmıştı. Sonrası malum: korkunç bir acı, iç sıkıntılarıyla boğuşulan günler ve boşluk. Bütün özlemlerini, beklentilerini, sevgilerini yok edip, küçük, beyaz haplara sığınmıştı. Tam bir yenilgi, diye iç geçirdi. Tam bir yenilgi!
İşte oradaydı! Güzelim bal rengi saçlarıyla, solgun ama sevecen yüzüyle orada ellerini birbirine kavuşturmuş bir azize gibi oturuyordu. Bütün yüreğiyle gülümsedi İhsan’a. İhsan daha fazla dayanamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Yoo, dedi hayalet. Yoo, yapma bunu.
Ama, dedi İhsan, koşup sarılmak istiyorum sana. Dokunmak istiyorum. Sonra kederle burnunu çekti. İstiyorum fakat hiçbirini yapamıyorum. İşte bu yüzden de çok acı çekiyorum.
Böylesi daha güzel, dedi hayalet.
Neresi güzel bunun? Yanımdasın ama yoksun. Sana ihtiyacım var. Sıcaklığını hissetmek istiyorum fakat nafile. Küskün küskün homurdandı. Keşke bir hayalet değil de capcanlı bir kadın olsaydın.
Hayalet hüzünle dışarı baktı. Büyü bozuluyordu. Böyledir insanoğlu. Hep daha fazlasını ister. Hep daha fazlasını.
İhsan birden pişmanlıkla olduğu yere çöktü. Bağışla, diye mırıldandı. Bağışla. Seni kırmak için söylemedim, inan.
Biliyorum, dedi hayalet.
Seni çok seviyorum.
Hayalet gülümsedi. Onu da biliyorum.
Ödüm patlıyor. Korkudan gebereceğim yahu.
Ne korkusu bu? dedi hayalet. Hani sen hiçbir şeyden korkmazdın?
Yok öyle değil. Tuhaf bir şey bu. Bambaşka bir korku. Anla işte… Gene ağlayacaktı neredeyse. Seni kaybetmekten korkuyorum.
Ya, öyle mi? Ne güzel! dedi hayalet. Keşke bütün âşıklar duysalar bu korkuyu. Duyup da yüreklerinin ta içinde taşısalar. Hem biliyor musun, bizi hâlâ bir arada tutan da bu duygu.
Dertli balıkçı, çocuklar gibi tepinmeye başladı. Olmaz olsundu. Ne gecesi kalmıştı, ne gündüzü. Dayanılacak gibi değildi. Cahil bir adamım ben, dedi hayalete. Duygularla nasıl baş edilir, nasıl çıkılır bu sevda göçüğünden bilmem…
Hayalet sevecenlikle baktı ona. Koca adam, bebek gibisin.
Seviyorum seni, diye direndi balıkçı. Çok, pek çok seviyorum!..
Hayalet coşkuyla kıpırdandı. Rüzgârıyla fanusun cılız ışığını bütün odaya saçtı. Oda bir ışıyıp bir karardı çabucak. Balıkçı İhsan sevdalı bir öfkeyle yeniden isyan etti. Biliyorum hiçbir zaman benim olmayacaksın, hiçbir zaman büsbütün benim olmayacaksın!
Büsbütün senin olmak mı? Tanrı korusun?
Neden ama? Niçin?.. Neresi fena bunun?
Hayalet alaycı güldü. Büsbütün birbirinin olanların hali ne acıdır bilmez misin?
Öyle miydi sahi? Bir an düşündü. Cemile’yi anımsadı, Cemile’nin kızgın yüzünü. Durma birbirlerini yiyişlerini, durma dövüştüklerini. İlk günlerdeki sıcaklığın yavaş yavaş eriyip yok olduğunu, aralarına örülen buzdan duvarı, soğuyan yüreklerini. Son günlerde hiç sevişmemişlerdi. Oysa sonuna dek bir ömrü paylaşmaya yemin etmiştik. İçini çekti uzun uzun. Kaçtığı gece duvardan duvara çarpmış, yüzünü gözünü kan içinde bırakmıştı Cemile’nin. Bir aydır doğru dürüst erzak bile götüremiyordu eve. Sandalı lodosta parçalanmış, Mümin Bey de borcu için bastırır olmuştu. Her gece kapıda bitiveriyordu herifçioğlu. Bir geldi mi zati üst üste gelir bela. O gece de önce Mümin Bey’i haklamıştı kapı önünde, sonra zır zır söylenen Cemile’yi. İbnelik ettim ya… Düpedüz ibnelik! Sabah uyandığında Cemile yanında yoktu. Çekip gitmişti. Belki de… dedi ikircimle. Sustu sonra.
Belkisi yok, dedi hayalet. Bu işler böyle. Eğer seninle büsbütün birlikte olsak, mesela karın olsam senin, bir an önce benden kurtulmak istersin. Her hareketim sinirlendirir seni. Ya da… ya da. Hiçbir şeyimi beğenmez, her yaptığıma bir kusur bulursun. Tabiî ben de müthiş öfkelenir, düşman olurum sana. İçten içe, bazen de apaçık kinler büyütürüm. Sonra dersen… Sonrası belli. Ya böyle sürdürür, birbirimizi yok eder ya da koparız kısa bir zaman sonra.
Deme böyle, diye hırsla soludu İhsan. İçinde aniden bir sızı yekinmişti. Sarsıldı, sendeledi. Deme böyle…
Hayalet sinirli bir gülüşle saçlarını geriye attı. Ah İhsan ah! Gerçekten çocuk gibisin, Gülhan Bey’in tam zıddı. Galiba bunun için çok seviyorum seni. Beni durmadan inciten, kendi özgürlüğüne ne denli düşkünse benimkine o denli düşman olan kocamdan ne kadar nefret ettiysem, seni de o kadar çok seviyorum.
Gerçekten sonunda Gülhan Bey’den nefret etmeye başlamıştı. Oysa en yakın arkadaşı Müzeyyen, Gülhan Bey’e tapıyordu. Hayalet, kocasıyla Müzeyyen’i birlikte yakaladıktan sonra, Müzeyyen büyük bir açık yüreklilikle her şeyi, bütün ilişkilerini en ince noktasına kadar anlatmıştı. Gülhan Bey’in ne kadar nazik, müşfik, cömert bir erkek olduğunu, üzerine titrediğini, onu bir kere bile olsa kırmadığını, hepsini, her şeyi, müthiş bir kıvançla anlatmıştı. Hayalet yorgunlukla duvara yaslandı. O günden sonra beyaz haplardan daha çok içer olmuştu. Daha çok, çılgıncasına! Haplar avutmaz, yatıştırmaz oldukça daha çok! Ölene kadar durmamacasına. Keşke âşık olsaydım diye çok hayıflanmıştı. Keşke sevdalanabilseydim. Bu kadar çabuk ölmezdim o zaman. Ya da bir delilerevinde son bulmazdı hayatım. Bir delilerevinde tek başına ve sevgisiz. Yaşamak harika bir şeydi çünkü. Sevgi ve yitirme korkusu da insanı diri kılıyordu. Fakat bunları çözdüğündeyse iş işten çoktan geçmişti.
Birden İhsan’a döndü. Yumuşacık sesiyle okşar gibi sordu: Hangisi güzel, balıkçı? İçindeki korku mu, yoksa bir aşkı birlikte tüketmek mi?
Sustu İhsan. Hangisi güzel? Elbette ilkini yeğ tutardı. İkincisi pek beter. Ama niye böyledir? Birlikte var etmek, büyütmek, çoğaltmak yerine, sıfıra indiririz hep. Neden? Bir bilebilse, bir çözebilseydi. Umutla sevdiği kadına baktı. Niye be? dedi sesi titreyerek. Neden?
Neden mi? Derin bir soluk aldı hayalet. Öldükten sonra bunu çok düşündüm, yıllarca bunu çözmeye çalıştım.
Peki çözebildin mi? diyerek yerinden fırladı İhsan. Gözlerinde sonsuz bir merak ışıl ışıl parlıyordu.
Hayalet, çözdüm, fakat bunu sana daha sonra söyleyeceğim, dedi. Sonra şakacı güldü, okuyucuya gelince, bırakalım da yanıtı kendisi bulsun. Uzun bir sessizlikten sonra, fırtına muzip muzip gülerek pencereden içeri uzandı. “Buna ben de katılıyorum” dedi. “Bu sorunun yanıtını okuyucu kendisi bulmalı.”
İhsan çaresiz hem fırtınaya hem hayalete boyun eğdi. Eh madem öyle istiyorsunuz, öyle olsun. Fakat fırtınadan sonra yağmur da içeri girip etraflarını sarınca birden çok öfkelendi. Avazı çıktığı kadar “Yeter artık, çekilin hadi, kışt kışt, yallah, baş başa bırakın bizi” diye bağırmaya başladı. Hayalet bal rengi uzun saçlarıyla her yanını okşayarak güçlükle susturdu İhsan’ı.
jale sancak
Bir cevap yazın