Hoşça kal …
Hoşça kal sevdiğim adam…
Sana öpücüklerimle veda ediyorum…
Bana kızmalarına dayanamıyorum artık, beni sessizce terketmelerine katlanamıyorum.
İçimin kıyıları; tsunamiden arta kalmış , yıkılmış ağaç dallarıyla kaplı, yıkanmış şehirler gibi..
Evler paramparça…
Oysa her şey o kadar güzel başlamış ki…
Bir masal gibi…
Zaten bir öykü ile başlamamış mıydı aşkımız?
Ben hiç öykü yazmamıştım.
Bazıları buna tanrısal ilham , bazıları rastlantısallık, bazıları da en uygun zaman diyebilir…
İçimde bir öykü yazmanın baskısını yaşıyordum.
Ama başlamak için bir şey bekliyordum.
Sonra seni gördüm.
Kara gözlü, kara bakışlı, kara duruşlu bir adam.
”Neden onu anlatmayayım” dedim.
Önce senden izin aldım. ‘Bir öykü yazmak istiyorum ama kahramanım yok , sizi kahramanım yapabilir miyim?” dedim.
”Tabi ki ” demiştin sevinçle.
Ben acemi ve şaşkındım.
Acemiliğim hayat ile ilgili değildi yanlış anlaşılmasın.
Bu öykü yazma işini becerebilecek miydim , kaygılıydım.
Dedim ki ” Size göndereyim , onay verirseniz yayınlarım.”
”Tamam” demiştin .
Sonra ben; kahramanları, sen ve ben olan bir hikaye yazdım.
Tarih ile ilgili bir toplantıda tanışıyor, sen ikram edilen şarabı üzerime döküyordun yanlışlıkla, panik, özürler ve o heyecanın içinde birbirimize aşık oluyorduk hikayede.
Sonra ben yanına , şehrine geliyordum.
Bir yemek zamanı bile bırakmadan, dağda biraz yürüyor, seni öpüp şehrime geri dönüyordum.
İlk okuduğunda kanatlanan bir Pegasus’un üstündeymişsin gibi hissetmiştin.
Güzel bir şey yazacağımı tahmin etmemiştim; hele senin beğeneceğini hiç düşünmemiştim.
O gün yeniden doğmuş gibiydin veya bana öyle gelmişti.
Karşılıklı bir sevin içinde ilk öykümü yazıp yayınlamıştım.
Mahcuptuk, mutluyduk ve birbirimize doğu çekiliyorduk…
Karar vermiştim; artık tüm yazdıklarımda seni anlatacaktım…
Birbirimizi görmeden; bir sürü şiir ve öyküde beraber gezdik sonra…
İspanya, Küba da dışında değildi gezdiğimiz yerlerin.
Sonra sen bana geldin, şehrime geldin; nefes aldığım coğrafyaları öğrendin, insanlarımla tanıştın.
Sonra bir gün gezmek için buluştuk, bir deniz kenarına gittik.
Dingin bir mavilik içinde; bir kayanın üzerine oturdum.
Nasıl da huzurluydum.
Sen bana ağaçların arasından topladığın çalı çırpıyla yaktığın ateşin üstünde kara demliğinle çay pişirip içirdin.
Bir bardak sana, bir bardak bana; sıcak çay…
İkisi de; tek şekerli.
Güldük.
Denizi izledik.
El ele dokunmaya korkuyorduk oysa kalplerimiz birbirine sarılmak için çıldırıyordu.
O gün bir koy, iki antik kent gördük ve uzun bir orman yolunda gezindik.
İkimiz de çekingen, ikimiz de heyecanlı ve mutluyduk.
Dönüş saati gelmiş ve ben seni öpememiştim; tabi ki sen de beni.
Bir daha görüşecek miydik, ne zaman görüşecektik vb. kafamızda dünya kadar soruyla benim şehrime doğru, dönüşe geçtik.
Şehrin sınırları içinden girip merkeze gelirken ” Öpüşmeyecek miyiz?” diye sordum.
Hikayede öpüşmüştük; ya gerçekte…
Beş dakika sürmeyen bir aradan sonra ilk sağa çektin ve ”Gel” dedin bana. Ben yaklaşıyordum ama dudaklarım dudaklarına yaklaşmaya çekiniyordu. Tam yanağını öpecekken sen ” dudaktan” diyerek bana cesaret verdin ve ben tüm merakım ve özlemimle seni öpmeye başladım.
Öpüştük…
Dünya durmuştu, mevsimler yoktu, tüm savaşlar durmuş ve kimse nefes almıyordu o anlarda sanki….
Ve birbirimizden uzaklaştık…
İkimizin yüzü kıpkırmızıydı ve durduğumuz yer bir mezarlığın dış duvarıydı.
Sonraları o anı hatırlayıp ne kadar sıra dışı insanlar olduğumuzu konuşacaktık sık sık.
Sonraları yine gezdik.
Bir gün bir yaylanın tepesinde, bir gün bir deniz mağarasının içinde , bir gün ormanlık , kırlık bir alanda, dev bir çam ağacının altında piknik yaptık.
Orada bir boynuz bulmuştum. ”Yanımda götüreyim mi? ” diye sordum. ”Bu güzel değil, istersen daha güzelini getiririm sana” demiştin.
Orada bir şey anlamamıştım ama yavaş yavaş birbirimizden o gün uzaklaşmaya başladık.
Gündelik hayat telaşları aramızdaki heyecanı kemirmeye başlamıştı…
Şimdi ayrılıp eski bildiğimiz hayatlarımıza dönüyoruz…
Bundan sonra beraber bir yere gitmeyeceğiz, yeni öykülerimiz veya şiirlerimiz olmayacak.
Artık aramızda yaklaşık 230 kilometre yok sadece; kırgınlıklar, acılar, küslükler var, kalp kırıklıkları var.
Kötü olma, iyi ol…
Senden bana öyküler ve şiirler kaldı.
Benden sana ne kaldı bilmiyorum…
Hoşça kal…
Bilhan Akkaya
Bir cevap yazın