Ey okuyucu, şimdi sana anlatacağım hikâye tıp dünyasını alt üst edecek cinsten bir hikâye. Doktorlar ile hükümetin ne alakası var diye yüzüme öyle tuhaf tuhaf bakmayın, az sabırlı olun, ne demek istediğimi hikâyenin sonunda anlayacaksınız.
Vakitlerden uzun bir yaz akşamı. Sıcaktan tenimin kavrulmaya başladığı bir temmuz akşamının ortalarına doğru bir zaman dilimindeyim. Doğduğum diyemem ama annemin, babamın, atalarımın doğduğu, bize miras kalan bu topraklara, yaz tatilimi geçirme düşüncesi ile gelmiştim.
Büyük şehirlerde yaşayanlar çok iyi bilir. İnsan bir yudum temiz hava için, kentlerin o yeşili kalmayan, o kirli sokakları yerine, bir parça memleket hasretini dindirebilmek için, memlekette yürüyüş yapmayı, o temiz havayı koklamayı nasıl özler insan! O akşam bu duygular eşliğinde kasabamızın içine doğru yürümeye böylelikle karar vermiştim.
Kasabamızın hemen orta yerinde, meydandaki saat kulesinin az ilerisinde yan yana dizili mavi ve beyaz evlerin tam köşesinde, beş- altı yaşlı kadın oturmuş, kendi hallerinde sohbet ediyordu. Ben de yanlarından geçerken fark edildim. İçlerinden birkaçı beni tanıyordu. Ve içlerinde diğerlerine oranla daha toplu ve kısa olan kadın, diğer kadınlara beni onlardan önce tanımış olmanın telaşıyla bana sesleniverdi:
“ Hey! Hacı Mustafa’nın torunu, ne yana gidiyon böyle? “ dedi.
-“Hiç, öyle dolaşmaya çıktım. “
Tek tek ellerini öptüğüm bu teyzelerden biri çekiştiriverdi yakamı:
-“Gel otur yanımıza biraz” dedi.
Kıramadım bu ihtiyar heyetini. Biliyordum her akşamüstü bu ihtiyarlar buraya oturur; kendi deyimleriyle: “ Hükümet burada oturuyor “derdi kendilerine. Oturdukları yer aslında her yerde kolayca bulabileceğiniz bir kaldırım taşının köşesidir. Çoğu zaman da evlerinden getirdikleri minderleri serer öylece otururlardı. Yan yana geldiklerinde bu komşu kadınlar ki hepsi birbirinden güzel olan bu kadınlar, köydeki tüm dedikoduları birbirleriyle paylaşırdı. Bazen kocalarından, bazen de hayırsız oğullarından, vefasız torunlarından, suratsız gelinlerinden dert yanardı. Bazen de kimin evlenecek torunu ya da oğlu kızı varsa onları baş göz etme derdine düşerlerdi.
Merak etme ey okuyucu onları hemen her ortamda çok rahatlıkla tanıyabilirsin.
Bu hükümet kadınların hemen hepsi genellikle aynı tarzda giyinirdi. İlk anda baktığınızda tipik bir Anadolu kadınıdır aslında bu komşu kadınlar. Üzerlerine geçirdikleri uzun kollu bir giysi, genelde koyu renkleri tercih ederler, siyah ya da lacivert gibi, hemen üstüne geçirilmiş, genellikle kırmızı yelekleri ile hemen göze çarparlar. Ve hemen hepsi üşüdüklerini, o yüzden kat kat giyindiklerini söyler. Altlarında da son modaya uygun, burada dikkatinizi çekeyim sevgili okuyucum, yurt dışından gelen kadınlar pantolon, yurt dışına hiç gitmeyen kadınlar ise şalvar ya da benzeri uzun bir etek giyerdi. Onların deyimiyle “allı güllü şalvarlar.” Eminim birçoğu bir gün bir öyküye konu olabileceklerini düşünse ya da buna inansalardı o gün daha çıt kırıldım kadınlar gibi davranırdı.
Neyse efenim, ben oturdum yanlarına. Beni kucaklayıp öptüler. Sonra benim okulumun bitip bitmediğini, evlenmek için bir arkadaşımın olup olmadığını sordular bana.
Ben hala o dönemlerde üniversite öğrencisi olduğum için, hala okuduğumu söyleyince de daha çok sevindiler.
“Aman ha, bizim köylü bir oğlan bul, ona var, uzayan kol bizden olsun kızım, it ile bir çuvala girilmez.” diye tembihlemeyi de unutmadılar.
Sonra içlerinden birisi başının ağrıdığını, eve gidip uzanmak istediğini söyledi. Ve işte o an gördüklerimi belki de hiçbir tarih kitabı ya da tıp kitabı yazmayacaktı.
Bizim bu köyün yaşlı kadınları, yani “hükümet kadınlar, “ birdenbire hepsi yeleklerinin cebine elini attı. Kendilerinin her akşam yaptıkları gibi, onlara sıradan gelen ama benim için oldukça sıra dışı bir olayı gerçekleştirmek için harekete geçti.
Meğer bu bizim hükümet kadınlar, ceplerinde taşıdıkları çeşitli ilaçları, oturdukları yerdeki taşın üzerine döküp, kafalarına göre özellikle de renklerine göre içiyorlarmış.
-“Sen bana sarı hapından ver, ben sana mavi hapımdan vereyim ” diyerek değiş tokuş yapıyorlardı.
Ve bunu yaparken öyle mutlulardı ki, içtikleri ilaçların kendilerine zarar vereceklerini hiç düşünmüyor, vücutlarında ki çeşitli ağrılara iyi geleceğine inanıyor ve belki de öyle inanmalarından hemen sonra da ağrı kesiliyordu, muhtemelen psikolojik bir davranıştı bu yaşadıkları.
-“ O an siz ne yapıyorsunuz böyle ” diye müdahale etmek istediğimde bana hepsi birden kahkahalarla güldü. Onlar için bu gelenekselleşmiş bir ayindi. Asıl aykırı olan bendim. Hatta bana bunu sürekli yaptıklarını söylediler. Hala yaşadıklarına göre de, herhangi bir şey olmuyor demekti ve tabii ki hepsi olayı benim abartmamdan ibaretti.
Sonra benimle bir güzel alay ettiler. Hatta içlerinden bir kadın: “ Benim acilen evlenmemi onları; ancak o zaman anlayabileceğimi” söylüyordu. Diğer kadınlar da buna kahkahalarla gülüyordu.
Onlara engel olmak istememe rağmen o ilaçları kafalarına göre, özelikle renklerine göre içmemelerini gerektiğini ben söyleyip durayım ya, hepsi birden içmişti.
Ve bugün aradan yıllar geçmesine rağmen unutamadığım bir hikâyeyi yazmama neden olmuştu bu hükümet gibi köşe başında oturan bu sevimli kadınlar.
Ve şimdi yine kasabamdayım. Yine bir yaz gecesi. Yine tek başıma çıkıp dolaştım. Aynı yerlerde, onların oturdukları yerleri görünce içim bir tuhaf oldu. Orada yıllar önce olan olayı birdenbire anımsadım.
Yanımdaki dostuma olan olayları anlattım. O da bana bunu muhakkak yazmam gerektiğini söyledi.
Az ilerledik. Bir teyze dışında hepsi ölmüştü. “Hükümet Kadınların” oturduğu yer içimizi sızlattı.
Sonra o tek kalan teyzenin yanına gittim.
– “Beni hatırladın mı?”
Dedim. O günkü konuşmayı anlattım. Sarıldı boynuma ağladı.
“Onların hepsi öldü, bak yerleri bomboş kaldı. ” Dedi. Gözlerindeki acıyı gördüm. Ve belki de tek başına kalmasının dışında, bir zamanlar gülüp eğlendiği o arkadaşlarını, yani hükümet kadınların ölmesine hala üzülüyordu.
- “Peki, sen hala içiyor musun renklerine göre o ilaçları?” Dediğimde hüzünle karışık bir korku belirmişti gözlerinde.
- -“Yok, gurban olduğum onlar ölünce ben de içmiyorum artık. Zaten ziyan olmasın diye içtiydim ben o ilaçları. ” dedi.
Sahi hangi tıp kitabında yazıyordu tüm bu olanlar?
16 Ağustos 2017
Bahadın Kasabası
Cennet GÜVENÇ
Bir cevap yazın