doldurup avuçlarıma bedeninden kopardığım çakılları
duvarları hüma sıvalı kerpiç bir gece kondurdum
çatlattı ağzını kırlangıçlar gagalayarak
göğüne uçtular ardın sıra
sen bir yermişsin gibi
bir zaman geldi daha kendinde değilken mavilik
bir parça senden verdim bir parça kendimden taş adayanlara
raylar bir gökkuşağından geçiyordu bir yutkunuşumla
yüzünün sarısından kalkan telaşlı duvak ardından bakan bir parmak bile değildi
bir barikat yerin altından geliyordu devletin oralarda
Allah Allah ünlemiyle oynayanlar kukla değildi
gözlerini kırpmıyordu sadece köy mezarlığı cümle kapısı olmayan
karşı dağ bu köyden değildi
sorusu yok ziyanı yok çocuklar hep sesleri çamurlu kalabalık değil miydi onlar bir kumadan sağılan
kimse ne görmüş ne duymuştu devlet kuştu hüma dedikleri
.
yaşardığında tek öküzünün sağ gözü kör gözünün yerindeki
Memo’ydu belki yeni çıkan bir ağıt gibi dinleyen ekinleri
eşleştiğimde bir mayınla Çatak yolunda
besmele çekip korkunun üstünden geçen sanki o değildi
kim Memo değildi ki
eskisi gibi korkularından tanıyan böcekleri gülü kanamasından
karıncalar yurt edinsin diye ayaklarını göçen toprakların ardından koşan
.
üşüme içeri gir dilimin çırağı
ardındaki yolların tenhalığı sen de
onun ardındaki Allah’ın geçiştirdiği birinci soru
yaşlandıkça düzelmeyen ağrı
hiç yarış kazanamayan rüzgar atlardan gayrısıyla konuşmayan
baş yastığım evden kaçtığına inanılan ilk sevgili
Bir cevap yazın