En sevdiğin renk?
MAVİ.
En sevdiğin insan?
MAVİ.
Nasıl yani? En sevdiğin arkadaşın?
MAVİ.
İlginç.. En sevdiğin şarkı?
MAVİ.
Anlayamadım.
Anlamazlardı. Ben de anlatmak için hiç çaba sarf etmezdim hani. Sırtımı döner kendi maviliğime çekilirdim. Orada, artık beni kimse rahatsız edemez,sorgulayamaz ve yargılayamazdı. Günlerce sadece maviyle konuşurdum. Yıllarca konuşan dilim lâl olmuştu sanki, zihnimin içinde, harfleri birleştirip kelimeler yaratabiliyor, o kelimelerden cümleler inşa edebiliyor ancak bir türlü ağzımdan bir ses olarak çıkaramıyordum. Konuşmayı unutmuştum. Sadece görüyordum: Maviyi.
İşte ben böyle hayatı boyunca asla sosyalleşmemiş,dil bilmez,insan bilmez,medeniyet bilmez hatta kibarlık olsun diye soru soranlara bir karşılık vermeyi dahi akıl edemeyen bir vahşi gibi yaşadım durdum.
6 gün. 6 kocaman gündü. Karşılığında, bir ân düşünmeksizin, 24 yıllık hayatımı verebileceğim 6 gün.
Kendime maviden bir çember çizmiş,içine de kendimi hapsetmiştim. Dokundukça ellerim maviye boyanıyor,öptükçe dudaklarım kırmızıdan keskin bir maviyee bürünüyordu. Etime bulaşan maviyi, yıllarca aç bırakılmış cılız bir insan müsveddesinin tıpkı görkemli yemeği seyretmesi gibi heyecanla,zevkle, tarifi mümkün olmayan bir coşkuyla seyrediyordum.
Anlamıştım. Bu tutkun renk yalnızca etime değil, ruhuma işlemişti. Hiçbir bezin silemeyeceği,hiçbir suyun geçiremeyeceği, inatçı, yıkıcı ve yıkıntılarından inşa edilmiş bir maviydi bu. Bir efsaneye göre defalarca yanan ve küllerinden yeniden doğan zümrüdüanka kuşundan farksızdı. Kendisini en güzel kendisi yok ediyor ve göz alıcı güzelliğiyle, dilediği zaman yeniden var ediyordu kendini. Önce zihnime,sonra bedenimde ardından ruhuma ve nihayetinde tüm varlığıma işlemişti kendini. Ne olduğunu anlayamadan içine düşüyor,tam ortasında şaşkınlıkla kaldığımda saatlerin durması için yakarıyordum.
Allah’a inanmayan ben,bir kez dahi dua etmemiş olan ben, Mavi’ye tapınıyordum. İbadetlerin en büyüleyicisi en vurucusuydu. Karanlıktan nefret ediyor,siyahın bürüneceği ve artık onu görmemi engelleyecek her şeyden tiksiniyordum. Zaman bir kez daha ihanet ediyordu. Eninde sonunda akacaktı,bu zamana kadar hep öyle olmuştu ve sırf ben maviye vurulduğum için elbette durmayacaktı.
Zaman,Ah o zalim yok mu!? Hem beni hem de maviyi süpürecekti ve ikimizi de farklı yerlere fırlatıp ardına bile bakmayacaktı. Geride kalmış,bundan sonraki geleceğimin arkasından mavi göz yaşları dökecektim. Ancak Mavinin çare olacağı dermansız bir tutkuydu bu. İçimi yakıyordu. Retinama asılı kalmış varlığı olmadan ne yapacağımı nasıl nefes alacağımı bile keşfedememiştim henüz. Yarı baygın bir halde, sallanan büyükçe bir nesnenin içinde yol alıyordum. Geçtiğim yolları tanımıyor, orada ne yaptığımı ve oraya nasıl gittiğime anlam veremiyordum. Yeni doğan bir çocuğun dünyayı anlamlandırmasından bile çok daha yavaştı her şey.
Anlayamıyordum. Kalbim acıyordu. Zihnim acıyordu. Canım yanıyordu. Olmazdı. Yolu yoktu bu dönüşün,biliyordum. Ânılarla yaşamayı öğrenmeliydim, onlarca kez tekrar ettim Maviyi. Defalarca yaşadım yeniden. Maviye nasıl dokunduğumu,maviye nasıl baktığımı,maviyle nasıl uyuduğumu ve maviye nasıl uyandığımı. Belki bin defa yeniden yaşadım Maviyi. Benim umutsuz ve yitik hayal gücümde.
İnsan; hayatında bazen öyle şeyler yaşardı ki. Sürekliliğinin olmamasını hiç dert etmez, o kısa süreyi yaşadığı için minnet duyardı. Eli titrerdi heyecandan,dizleri titrerdi,kalbi titrerdi. Hayır! Kalbi titremez, kalbi, ayaklarının altında atardı. Kafese sıkıştırılmış vahşi bir hayvan nasıl zorlarsa demir parmaklıkları, işte öyle zorlardı kalbi,göğüs kafesini. Gerçekti. Yaşanmıştı. Ama bitmişti işte.
Unutulmayacaktı. İnsan bazen öyle şeyler yaşardı ki, bir dakikasını bile hatırlamamak için kafasının içini parçalayacak duruma gelirdi. İçine düştüğü yakıcı tutkuyu unutmak için, kafasını kırık bir şarap şişesiyle parçalamış bir keşişin hikayesini okumuştum bir vakitler.
Hayır, okumamıştım.
Bunu bizzat ben hayal etmiştim. Unutmak için değil, unutacağı korkusundan bir anda sonsuzluğa karışma isteğimden canlandırmıştım bunu kafamda. Maviyi en canlı,en gerçekçi, en güzel hayal edebildiğim bir vakit.. İşte tam da böylesi bir ânda, maviyle dolup taşarken karışacaktım sonsuzluğa.
Yapamadım. Mavi hâlâ benimdi. Benimleydi. Dudaklarımda teni,kulaklarımda melodisi,gözlerimde rengi öylece duruyordu.
Onu ne kaybedecek ne de unutacaktım. Benim içimde bir kez var olmuştu ve onu nerede saklayacağımı çok iyi biliyordum. Yıpratmadan,üzmeden,kaybetmeden, her gün yeniden yaratacaktım onu.
Öylesine güzel saklayacaktım ki Mavi dahi varlığından vazgeçecek sonsuza dek benimle olduğunu bilmeyecekti.
Adı Maviydi. Gözleri Maviydi. Bakışları,dokunuşları,sesi,nefesi Maviydi.
O mavi en çok ve sadece benimdi.
14.5.2017
PINAR.
Bir cevap yazın