Beni kimse dinlemiyor. Ağzımın olmadığını biliyorum. Hiçbir şeyim yok. Kıvrımlarla bezeli iki lobtan ibaretim. İnan nasıl konuşuyorum bende bilmiyorum. Bilmiyorum. Çünkü konuşmuyorum. Sadece düşünüyorum. En tepedeyim. Zirve. İşte zirve, bu beni tanımlıyor. Her şey benden geçer. Vıcık vıcık ve damarlarla kaplı bir yapım var, ah ne kadar ahmak şu insanlar. Ceviz içi ile beni aynı kefeye koyuyorlar. Havuca da gözlere iyi geliyor diyorlar mesela dimi? Evet, tabi tabi, öyledir. İstemesem, gözler hiçbir haltı göremez. Ben yoksam, bitkisel hayat var, delilik var. Ben varsam da bunlar var ama ben varsam farkındalık da var. Resmen insan denilen bu bokun ince ayar noktasıyım. Yürekten geçen her şeyi sorgulamaya mahkumum. Mantık bende başlar ve biter, sayılar, kelimeler, kulakla işbirliği yaparsam notalar bile benim sayemde giz olmaktan çıkar. İnsan dediğin, kasap dükkanlarında çengele takılmış et parçaları kadar ruhsuz bir şey değil midir? Aşağılanması için dübürüne karanfil sokulmuş olmasa da et parçası işte. Kabul ediyorum, ben de o et parçalarının bir kısmıyım. Ama beni ben yapan şeyler ise delicesine fikirler. Ussal ve akıldışı düşler. Gerçekleşmesi işten bile olmayan hayaller. Brain! Bu kadar umutsuz olma! Ruha en yakın olan kim? Adaletsizliği açığa kavuşturan, çevredeki her bir şeyi anlamlandıran ve nesnenin nesne olduğunu, icatları icat yapan fikirlerin, saykıl saykıl kıvrımlarından fışkırtan, ben, hepsi benim. Aman Allah’ım ne kadar da egoistim. Kollar ve bacaklar, dediklerimi yapacaksınız ulan! Kalbe biraz kırığım aslında. O atmasa bende çalışmam, nakavt yani, paydos. Bağırsaklar, böbrekler, dünyanın çevresini üç kez turlayan damarlar, sigaradan alçılaşmış ve eprimiş ciğerler, makat, göz, kulak, ağız, cinsel uzuv… Hepsi, hepsi. Emrim altındalar. Bazen diktatoryal bir uzuv olduğumu düşünüyorum, ama yürek hep anarşist. Bana karşı gelmesi hoşuma gidiyor hırtın. Ne desem tersini yapıyor. Normal işleyişinden bahsetmiyorum. Onu yapmak zorunda zaten. İnsan nasıl ayaklanır yoksa, yürek kan pompalamasa. Atıyor zaten hep, atarlı, tabiatı öyle. Ben devamlı çalışıyorum. Hele içinde bulduğum şu kafatası beni baskılıyor. Neden bu kadar dar bir şeyin içindeyim bende bilmiyorum. Siyasi suçlu gibi yatıyorum içeride, mahpusum. Çıkıp gidemiyorum. Kuş olup uçacak halim yok ya. Bende bütün organlarla iyi geçinmeye çalışıyorum. Zaten iyi çocuklar. Dediklerimi yapıyorlar. Bir sıkıntım yok onlarla ilgili. Benim sıkıntım kendimle. İstenmeyen bütün psikotik nevrozları bilinçaltıma ittire ittire kalabalıklaşıyorum. Bir gün kulakların içinden akarsam ya da kafatasını delip parçalarsam patlayarak, özgür kalmak istediğim içindir. Acaba ayağın hareketlerini aksatıp, bir yerlere takılmasını sağlayıp, kafatasını sert bir yerlere çarptırtıp, travmamı yaptırtsam. Yok, bu kadar kolay yitip gitmek aptalca. En fenası da delirerek yok olmak. Çok korkuyorum delilikten, delirmekten. Bütün her şeyin anlamının yitip gittiğini yaşayan us, rastgele evin bir köşesine konuşlandırılmış bir buzdolabından hallice olamaz. Anlamaya çalışmak anlamamaya çalışmaktan daha fazla efor sarfettirir.Her şeyi eteklerimin altında toplamak istiyorum. Nasıl olsa sınırsız değil miyim? En iyi bilgisayara nal toplatırım, yanlış mıyım? Tüm bilgiler, gelin ve içime gizlenin, ben sizi korurum. Gerektiği yerde kullanılmak üzere olduğunuz için, zamanınızı ben veririm size. Güvencem altındasınız. En şaşalı sigortadan daha sigorta. Yeter bu kadar tatava, gerçeklerden bahsedelim biraz. Ben de her organ gibi küflenip, çürüyüp, gömüleceğim. Tüm mikrokozmoza yem olacağım. Başka bir kafada yaşamak istiyorum. O yüzden organ bağışına evet diyorum. Ah sayılar geçiyor içimden, üç, bin dokuz yüz seksen dört, ve yirmi beş, milyonlarca sayı ve düşünce huzmeleri, zaman algısı yok, sadece fazlaca duman var. Belki bir gırtlak değilim ama öksürüyorum. Ve buradan tüm örümcek ağı bağlamış zihinlere sesleniyorum!
“Together we stand, divided we fall!”
“Birlikte ayaktayız, düşeriz bölününce!”
Bir cevap yazın