Eski polis hiç de lüks olmayan lokantaya girdiğinde vakit gece yarısını geçmişti. Lokanta küçüktü. Altı yedi masalıktı. İçeri girdiğinde hiç müşteri yoktu. İlgilenen birini de göremeyince kapanmakta olabileceğini düşündü ve çıkmak için yeniden kapıya yöneldi. O esnada bir gürültü duydu. Bir masa ya da sandalye yerde sürtülüyormuş gibi, tiz bir ses çıkmıştı. Kulak tırmalayıcı, eski polisin nefret ettiği seslerdendi, dişleri kamaşmıştı.
Mutfak kısmına doğru ilerleyince şişman bir adamla karşılaştı. Pala bıyıklıydı adam, saçları uzundu, alnında biriken damla damla terler çirkinliğini pekiştiriyordu, sağ omzunda kartal dövmesi vardı. Bakışlarından sanki müşteri gelmesinden memnun olmamış, aksine sinirlenmiş gibi bir his doğuyordu insanın içine.
“Açıksınız sanırım.”
Şişman lokanta sahibi, ses çıkarmadan eliyle masaların birini işaret etti. Eski polis de gösterilen masaya geçti. Mönü beklemeye başladı. Şişman lokanta sahibinin kımıldamadığını görünce seslenmek zorunda hissetti kendini.
“Mönü var mı?”
Şişman lokanta sahibi olduğu yerden, zor duyulacak bir sesle yanıt verdi.
“Gerek yok. Elimde tek çeşit yemek kaldı. Diğerleri bitti. Yiyeceksen getireyim, yemeyeceksen de sen bilirsin.”
Eski polis adamın tavrına, söylem tarzına her ne kadar bozulsa da belli etmemeye çalıştı. Alt tarafı bir şeyler yiyecek, karnını doyuracak ve çıkıp gidecekti. Bir daha da gelmezdi buraya, şişman adamı da görmezdi böylece.
“Yiyeceğim.”
Şişman adam mutfağa gitti. Eski polisin içinden adama saldırmak geliyordu. Kendisini aşağılanmış gibi hissetmişti. Ve en çok rahatsız olduğu durumdu adam yerine konmamak. Ne yani, eğer hala şu an polislik yapıyor olsaydı rütbesi anında değişecek miydi? İnsanı değerli kılan taşıdığı rütbe miydi? Elinde bulundurduğu güç müydü? Hapse atılma korkusundan mı yoksa meslek sahibi olduğu için boş biri olmadığı izlenimine kapılacağı için mi değer verecekti eski polise? Bazıları için çok gereksiz olabilir ama eski polis için hayat memat meselesiydi bu soruların cevapları.
Dışarısı zifiri karanlıktı. Tesadüf ya insan da yoktu hiç. Yoldan neredeyse hiç araba geçmiyordu. Yemek yapmaya bir alışamamıştı, gece yarısı nelerle uğraşıyordu.
Şişman adam elinde siyah, kocaman bir kap ile geldi ve kabı masaya bıraktı. Eski polis ona kap demişti, adını bilmiyordu çünkü. Tabak değildi, kazan hiç değildi. Adam sende dedi içinden, adam çok normaldi de sanki getireceği şey mi normal olacaktı. Yemek bari güzel olsaydı. Hiç sanmıyordu ama deneyecekti.
İçinde et parçaları, biraz bulgur ya da bulgura benzer bir şey, biber, domates, başka da o an bir şeye benzetemediği küçük küçük malzemeler vardı. Hayatında ilk kez yiyecekti ve muhtemelen bir daha da aramayacaktı bu yemeği. Şimdilik karnı doysun yeterdi.
Kaşığını korkarak daldırdı kabın içine. Suyunun rengi karaydı ama içinde bulunduğu kaptan ötürü öyle gözüktüğünü tahmin etti. Bu Allah’ın belası kaba bir avuç kar koysan o bile kömür karasına dönerdi kesin. İçinden küfürler yağdırarak ilk lokmasını aldı ağzına. İğrençti!
Kusmak istedi bir an ama kendini tuttu. Lokantanın ortasına kusarsa şişman adamın nasıl tepki vereceğini az buçuk kestirebiliyordu. Binbir güçlükle, gözlerini kapatarak çabucak yuttu ağzındakileri. Geri dönmemeleri için dualar etti. Gülümsemeye çalıştı.
“Hiç yememiştim daha önce. Adı ne?”
Şişman adam ilk bulunduğu yerde duruyordu.
“Adı Şişman Adamın Özel Yemeği. Çok konuşanları sevmem ben. Tadı tuhaf gelebilir, yemek zorunda değilsin. Birkaç lokmadan sonra alışırsın, hoşuna da gider ama dediğim gibi istemiyorsan yemeyebilirsin. Gücenmem. Para da almam senden. Ancak eğer lokantama kusarsan o yemeği kabıyla birlikte yediririm sana.”
“Bana baksana sen…”
“Ne? Bakıyorum.”
Ayağa kalkmak ve ne cesaretle böyle konuştuğunu sormak istedi ama adamın tavırlarındaki rahatlık ve bakışlarında yabanilik çok da cesur olmasına gerek olmadığını, cesaretin zarar getirebileceğini ima etti.
“Hiç. Yiyeceğim. Alışırsın diyorsan alışırım herhalde.”
Yemeyip de ne yapacaktı? Kurt gibi açtı. Gecenin bu saatinde açık yer de yoktu. Birkaç çorbacı vardı ama onlar da uzaktı. Bir an önce karnını doyurmak ve gidip uyumak istiyordu. Bir kez daha aldı ağzına yemekten, sanki tadı biraz normalleşmiş gibiydi. Ya da ona öyle geliyordu. Bilirsiniz, insan bir şeyin nasıl olmasını isterse onu öyle görür, o tam zıddı olsa bile.
İçindeki kusma isteği her kaşıkta biraz daha azalmıştı. Yemeğin yarısı yeni bitmişti ki doyduğunu fark etti. Doymasa bile açlığı bastırılmıştı sonuçta, işkenceye daha fazla gerek yoktu.
Hızla kalktı masadan. Şişman adamın yanına gitti. Borcunu soracaktı. Ağzını açmamıştı ki daha, şişman adam faturayı kesti.
“Yirmi lira.”
Eski polis yanlış duyduğunu sandı bir an. Dalga mı geçiyordu bu herif onunla?
“Ne? Sen ne dediğini farkında mısın?”
“Yemeden önce sorsaydın.”
“Bak, çorba dediğin üç lira ya da beş lira olur. Seninki gibi küçük lokantalarda yani. Hoş, buraya lokanta da denmez ya neyse. Senin dediğin fiyat lüks restoranlarda olur. Buraya bir bakıyorum da lüks restoranlara kuma bile olamaz. Bana yedirdiğin o boklu yemeği söylemiyorum bile.”
Şişman adam iki adım yaklaştı eski polise. İlk defa kıpırdamıştı, kapıyı açıp onu gördüğünden beri ilk defa, artık ayaklarının tabana yapışmış olabileceğini bile düşünmüştü.
“Lüks restoranım var demedim. Sana çorba bende ucuz da demedim. Yediğin yemek çok güzel olacak da demedim. Çorba satıyorum ya da sana çorba verdim hiç demedim. Şimdi iki seçeneğin var: Ya paramı ödersin ya da tuvalet ihtiyacımı ağzında gideririm.”
Eski polis ne kadar kavgayı gürültüyü sevse, korkak biri olmasa da şişman adama karşı koyamıyordu. Bir defa çok cüsseliydi, eski polise göre yani. Kollarından tutup havaya kaldırabilir ve başının etrafında yedi tur döndürerek camdan dışarı fırlatabilirdi. Camların şangırtısı çoktan gelmişti kulağına.
“Peki. Kavga gürültüye hiç gerek yok. Neticede yirmi lira değil mi? Para için kalp kırmaya değmez.”
“Kesinlikle.”
Eski polis parayı verir vermez toz olmuştu dükkândan. Eve gidecek, duşa girecek ve yatacaktı. Lokantayı da adamı da yemeği de unutacaktı. Belki de bir kâbustu, neden olmasın? Rüyalarda olur böyle tuhaflıklar değil mi? Değilse de ne fark ederdi? O rüya olarak hatırlamak istiyorsa rüya olarak hatırlardı.
****
Bir hışımla kalktı yatağından. Nefes nefeseydi, ter içinde kalmıştı. Zihnini toparlamaya çalıştı. Zihnin o en çok ihtiyaç duyulan anlarda yaşadığı karmaşadan sıyrılmak, hafızasını kabuğuna saklanıverdiği karartılardan çıkarmak için kendini zorladı. Gözlerini kapattı, iki eliyle hızlı hızlı ovdu. Alnına, başının iki yanına hafifçe vurdu.
Hatırlıyordu. Kâbus görmüştü. Hayatında ilk defa gerçekten yaşadığını zannetmişti gördüğü bir kâbusu. Şişman adam. Rüyasında şişman adamı öldürmüştü. Elinde satırla parçalara ayırmış, o parçaları da masalara servis etmişti. Masalar doluydu ve bütün müşteriler şişman adamın ölüsünden kendilerine düşecek payı sabırsızlıkla bekliyorlardı. Gülerek, överek götürüyordu etleri müşterilere. Yerlere kan damlıyordu ama kimsenin umurunda değildi. Müşteriler tabaklarındaki etleri afiyetle yediğinde eski polis teşekkürleri nazik bir dille savuşturmakla meşguldü.
Şişman adama bir kez daha küfürler savurdu. Pislik herif rüyalarına kadar girmişti.
Koşarak lavaboya girdi, yüzünü soğuk suyun tokatlarına bıraktı. Nefes alışverişi normal seyrine dönmüştü. Yüzünü birkaç kez daha yıkadı. Sonra rüyasında atladığı bir ayrıntı geldi aklına. Lokantanın giriş kapısının üstünde, isminin yazılı olduğu tabelada kırmızı renkte, büyük harflerle İNTİKAM yazıyordu. İntikam? Ne alakaydı? Kafası karışmıştı. Düşünmemeye karar verdi. Zor olacaktı ama düşünmeyecekti, düşünmemeliydi. Şişman adama sinirlenmiş, sinirini içine atmış ve bilinçaltı da öfkesinin hıncını rüya göstererek almıştı. Olan buydu, fazlası değil.
Tuvaletinin olduğunu fark etti. Klozete oturdu. Kalçasında ve penisinde ince bir sızı duydu. Canı acıyordu. Hızla ayağa kalktı. Tuvaleti bitmemişti ve umurunda değildi üstüne ya da lavaboya sıçraması. Klozete baktığında beyninden vurulmuşa döndü. Kıpkırmızıydı klozet. Dışkısı kana karışıktı. Halen sürmekte olan çişine döndü. İdrarı da kırmızıydı. Kan işiyordu. Dışkısına bile kan karışmıştı.
****
Kız gülümseyerek girmişti içeri. Kendini bulduğu ilk koltuğa attığında üstündeki mavi, deri ceketi de çıkarmıştı. Eski polis, kızı görünce önce güzelliğinden ve yaşayacaklarını bilmenin heyecanından titremiş, ardından garip bir şekilde kıza karşı nefret hissi yaşamıştı. Son histen kurtulmaya, düşünmemeye çalıştı. İki günden beri karşı koyamadığı hisler yaşıyordu. Herkese olmuyordu o hisler. Her zaman da olmuyordu. Neye göre olduğunu ise bir türlü anlayamamıştı. Örneğin, neden karşısındaki kıza karşı hissetmişti? Kız çok güzeldi, çekiciydi ve buraya da güzelliğini yaşatmak için gelmişti. Ona karşı besleyeceği en son his nefret olmalıydı.
İnternetten tanışmışlardı. Neredeyse bir aydır konuşuyorlardı. İki kez buluşmuşlardı şimdiye kadar. Aralarındaki ilişki aşk ya da dostluk ilişkisi değildi. Temelinde cinsellik yatıyordu. İkisi de aradığını bulmuştu ve tadını çıkarmanın peşindeydi. Üstünde mavi bir tişört vardı, yakası açıktı, göğüslerinin bir kısmı ortadaydı. Altında da siyah bir tayt vardı, tayta karşı zaafının olduğunu bildiği için buluşmaya taytla geliyordu genelde.
“Ne içersin?”
“Sigara içeceğim. Sen de otur, karşılıklı içelim.”
Bir şey demeden karşısındaki koltuğa geçti. Birden üstüne atlamak ve boynunu sıkmak, yüzü morarana, canı çıkana kadar sıkmak, boğarak öldürmek istedi. Silkindi. Nefessiz kaldı bir an. Kız da anlamıştı tuhaflığını.
“Bir şey mi oldu?”
“Yo, yok bir şey.”
Kız üstelemedi ama bakışlarından ne kadar şaşırdığı ve kafasını kısa süreliğine de olsa durumuna yorduğu anlaşılıyordu. Kızı istiyordu, ona bakarken bile tahrik oluyordu. Öyleyse neden saldırma isteği duyuyordu? Fantezi anlamında duysaydı bu isteği problem olmazdı, daha da hoş olurdu hatta ama tamamen öldürmeye yönelikti. Korkuyordu. Aklını başka şeylere çevirmeye, düşünmemeye çalıştı. Kıza dokunduğu andan itibaren düzeleceğini düşünüyordu zaten.
Geceden sonra tuvalette bir daha kan çıkarmamıştı. Ama ne zaman uyusa şiddet ve kan içerikli rüyalar görmüştü. Uyumadığı anlarda da gözünü her kapatışında kesik kollar, bacaklar geliyordu aklına. Sokaktayken de bir kişiye karşı öldürme isteği duymuştu. Ne yaşadığını anlamaya çalışıyordu ancak aklına hiçbir şey gelmiyordu. En yakın zamanda bir doktora gitmeliydi.
Kız sigarasını bitirdi. Eski polis de bitirmişti ama ne ara içtiğini anlamamıştı bile. Artık yeterdi. Saçma sapan düşüncelerden kurtulmalı, içinde bulunduğu anın tadını çıkarmalıydı. Kız kalkmış, onun oturduğu koltuğa gelmiş, koltuğun kenarına tutunarak eski polisin kucağına oturmuştu. Saniye beklemeden öpüşmeye başlamışlardı. Eski polisin eli kızın bacaklarında dolaşıyordu, biraz sonra tişörtünün içine sokmuştu elini. Aralıksız öpüşüyorlardı. Buluşmaya başlamadan önce sanal ortamda da sohbetleri genelde cinsellik üzerine olmuştu. Kız ona tahrik edici, çoğu çıplak resimler atmış, eliyle ilişkiye girmesine zorlamıştı. Ancak hiçbir resim gerçeği kadar çıldırtıcı olmamıştı.
Ayağa kalktılar. Öpüşmeye devam ediyorlardı, öpüşürken iki defa kızın yüzünü kana bulanmış şekilde gördü, hemen gözlerini kapattı, aklından görüntüyü uzaklaştırdı. Ne zaman aklına kan gelse hemen kızın göğüslerinden birini okşadı. Her kötülüğe karşı en etkili tedavi ilacı yumuşak iki göğüstü ne de olsa. Kız tişörtünü çıkardı ve dünyanın sekizinci harikası ortaya çıktı.
Eski polisin önünde eğildi, pantolonunu indirmeye başladı.
“İşe başlamışken erken boşalmanı istemiyorum. Önce boşalma sorununu halledelim.”
“Aslında erken boşalmayabilirdim.”
“Bunu en son dediğinde iki dakika yirmi saniye tutabildin kendini.”
“Pes ediyorum.”
Kızın dişlerini etinde hissetti. Kendinden geçmek üzereydi. Hazzın büyüleyiciliğinde ve sarhoşluğunda kayboluyordu. Bulunmak da istemiyordu. Artık kanın da cinayetin de hiçbir önemi kalmamıştı. Zaman ve huzur iki dudağın arasına sıkışmış kalmıştı ya da dört!
Hazdan gözlerini kapatmadan önce kızın da gözlerinin kapalı olduğunu görmüştü. Ardından olan olmuştu. İçindeki bütün enerjiyi, birikmişliği, isteği hunharca boşaltıyordu, çıkarmadan hem de. Birden yine aynı sızıyı hissetti. Zevk uçup gitti ve yerini daha da sertinden acı aldı. Ne olduğunu anlamadan kızın çığlık atarak ayağa kalktığını gördü, endişesi daha da artmıştı. Kızın ağzından kan damlıyordu. Dehşetle önüne baktı. Bayılmak üzere olduğunu zannetti. Kız hızla evi terk etmişti ama o ne kızın gitmesini ne de kapının sertçe vurulmasını fark etmişti. Çıldırmak üzereydi. Kan boşalmıştı!
****
Duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Saldırıdan korunmak için bir refleksle yumruk attı duvara. Parmaklarının üstü ve duvar kırmızıya boyandı. Olmuyordu. Aklından şişman adam çıkmıyordu. Öldürmek istiyordu. İçinden öldürmek geliyordu. Şişman adamı da, o kızı da, karşısına kim çıkarsa tereddütsüz öldürmek istiyordu. Parçalamak, etlerini lime lime etmek, neşterle tüm vücutlarını doğramak, kanlarını üstüne sürmek, sonra da üstlerine tükürmek istiyordu! Ama o öyle biri değildi. Neden o halde? Neden? Cevap yoktu. Var olan tek şey istekti. Kanlı sanrılar, üstüne çökecekmiş gibi gelen tavan, ayağının altından kayan zemin, üstüne doğru yürüyen duvarlar, kana bulanmış şekilde önünde uzanmakta olan şişman adam ve birbiri ardına işlenmiş cinayetler!
Odanın içinde koşmaya, dört dönmeye başladı. Kurtulmalıydı. Sakinleşmeli ve içinde bulunduğu iğrenç ruh halinden çıkmalıydı. Koşuyor, duvarlara tosluyor, bazı çarpmalarda yere düşüyor, ayağa kalkar kalkmaz ellerini saçlarına geçirerek, çığlıklar atarak koşmaya devam ediyordu. Lavaboya koştu. Soğuk suyu yüzüne çarptı. Aynaya baktığında şişman adamı gördü. Kahkaha atıyor, küfürler ediyordu ona. Delirmek üzereydi. Öfkeden çıldıracaktı. Bir hışımla aynaya yumruk geçirdi. Ellerine batmıştı camlar. Lavaboya kanlar damlıyordu ama o zerre acı duymuyordu. Kan boşalalı bir gün olmuştu tam ve o andan beri kriz geçmemiş, zaman ilerledikçe artmış, kuvvetlenmişti.
Küvete girdi, suyu son seviyede açtı, üstündeki kıyafetlere aldırmadan sırılsıklam etti kendini. Çırpınıyordu. İmdat çığlıkları atıyor, kimden olduğunu bilmeden yardım istiyordu.
Dayanamayacaktı. Dayanamayacağını hissediyordu. Bu şekilde krizi atlamayacaktı. Hemen pencereye koştu, camı açtı. Dördüncü kattaydı dairesi. Dışarısı aydınlıktı, akşamüstünün verdiği koyu aydınlık. Sokak doluydu. Onun ne halde olduğunu bilmeden, yürüyüp geçiyordu insanlar. Hepsine küfretti. Ne de mutluydular, delirmek üzereydi ve kimsenin umurunda değildi. Hepsini öldürmeyip de ne yapacaktı yani?
İçinden çığlık atmak geliyordu. Olmuyordu. Bir şeyler yapmalıydı. İntihar? Tabi ya, neden olmasındı? Kurtulmayacak mıydı sonuçta? Cama çıktı, pencerenin kenarlarını sıkıca kavradı elleriyle. Yere baktı. Bakmasıyla vazgeçmesi de bir oldu. Yapamayacaktı. Korkuyordu. İntihar olmazdı. Evet birileri ölmeliydi ama o ölen kişi kendisi olmayacaktı.
Pencereden indi. Camda yansımasını görünce kaldı bir an. Görüntü saniyelik de olsa arada değişiyor, ekrana şişman adam geliyordu. “Git” diye bağırdı, gitti. Ama çok geçmeden geri geldi. Pis pis bakıyordu. Alnından kan damlıyordu. Yere baktı, kan yoktu. Cama baktı, şişman adam hala ordaydı. Daha önce hiç duymadığı, o an aklına gelen bir küfür savurdu ve pencereye de yumruk geçirdi. Banyodaki aynanın camının kırıntılarından hala parmağında duranlar varken yeni bir cam saldırısı iyi olmamıştı. Şimdi acı duymuştu işte ve bu acı öfkesini kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramamıştı.
Yere savrulan cam parçalarına baktı. Her parçada şişman adamı gördü. Artmıştı. Birini öldüremeden onlarca şişman adam olmuştu. Yüzünde aynı pis bakış, pis sırıtış; umursamadan gülüyordu. Adi herif! Gösterecekti ona! Onunla dalga geçmek, ona meydan okumak ne demek, gösterecekti! Yaptığı meydan okumak değil de neydi? Düpedüz meydan okumaktı!
Pencereden ayrılınca kendini dışarıda buldu. Ne ara dışarı çıkmıştı fark etmemişti. Koşmaya başladı. Çarptığı insanlara, çarptığı için hakaret, küfür edenlere aldırmadı. Önce şişman adamı öldürecekti, sonra onların da icabına bakardı. Her şey sırasıylaydı.
Lokantanın, lokantadan başka her şeye benzeyen o küçük, boktan binanın olduğu sokağa girince içine bir sevinç dalgası yayıldı. Sonunda kurtulacaktı. Lokantanın olduğu kaldırıma geçti, gözüne polis arabası takıldı. Dükkânın kapısına gitti, içeriye baktı. İçeride polisler vardı. Ne oluyordu böyle? Hiçbir şey anlamamıştı. O şaşkınlığın verdiği alıkla olduğu yerde kaldı. Yüzüne bakan, takındığı ifadeden geri zekâlı olduğu sonucunu çıkarabilirdi.
İki polis şişman adamı tutmuştu. Karşılarında komiserleri olduğu anlaşılan yakışıklı bir adam duruyordu. Hemen sağ taraflarında da iki polis daha vardı. Onlara bakınca ortalarında ağlamakta olan bir kız gördü. Az daha dikkatli bakınca evine gelen kız olduğunu fark etti. Kanı donmuştu. Nasıl olurdu? Kız ağzında bir şeyler geveliyordu. Polisler daha eski polisi fark etmemişti. Kıza dikkat kesildi. Ne dediğini anlayamıyordu, kız ağlamaktan zor konuşuyordu ama bir kelime dikkatini çekişti, kelimeyi üç kez tekrarlamıştı.
“Babam… Babam… Babam…”
İçeriye doğru iki adım attı. Polisler onu fark etmişti. Bakışlar eski polise yönelmişti. Şişman adam ve komiser hariç, onlar birbirlerine bakmakla meşguldüler. Komiser aynı soruyu bu kez bağırarak sormuştu.
“Nerede lan ceset? Ne yaptın?”
Şişman adam, eski polisi görmüştü. Birden gülmeye başlamıştı. Polisler o gülünce şaşırmış, sanki aradıkları ceset eski polismiş gibi merakla ona bakmaya başlamışlardı. Kız da eski polise bakıyordu. Yüzünde sadece şaşkınlık yoktu. Şişman adamın gülüşü dozunu arttırdı, kahkahaya dönüştü. Komiser haykırdı.
“Eğer biraz daha gülersen sıkarım kafana ve olayın üstünü kapatırım!”
Şişman adam gülmesini kesmedi ama konuştu. Eliyle eski polisi gösterdi ve konuştu.
“Ceset yok. Yedim. Ama yalnız değildim. En güzel yerini, kalbini aha bu geri zekâlı yedi!”
Bir cevap yazın