Saklarız hüzünlerimizi; belki gözlerimizi kaçırarak,belki sahte
gülümsemelerimizle süsleyerek. Ne demiş Cemal Süreya: ‘Sen bakma bu kadar
hüzünlü şeyler yazdığıma, ben çok gülerim. Ve gülerken hiç kimse yalan
olduğunu anlayamaz.’
Peki neden saklarız hüzünlerimizi,neden söylemekten çekiniriz? Bu hüzünler
bizi güçsüz mü yapar ya da ‘boşver, geçer’ gibi geciştirici sözcüklerden mi
korkarız? Oysa hani anlattıkça azalırdı hüzünler? Eğer böyleyse biz neden
içimizde biriktirerek hüzünden koca bir dağ oluştururuz?
Hüzün ansızın içimizi acıtan, bizi ürküten bir gök gürültüsüdür. Susmaktır
aslında hüzün, bağırsan da hiç kimsenin anlamayacağını bildiğin için susmak…
Yaşam kargaşasında kaybolmamak için; yalnızlık korkusuna, kalbimizi
yakan sevdalara,küsmelere,hayal kırıklıklarına,sonlara aldırmaz görünürüz de
içimizde biriktiririz çoğu zaman. Bundan dolayı yorgun düşer yüreğimiz,iç
çekişlerimiz artar,üşür ruhumuz…
Hüzün en derinden hissetmektir aslında. Hissetmek güzel şey,sana
yaşadığını hatırlatır. Tabi ki hüznü hissedeceğiz ama biraz da mutluluk
duygusunu tadalım
‘arkadaş dünya için boş yere üzülme
şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme
var olan zaten geçti yok da ortada yok
şen ol da var için yok için üzülme’ demiş Ömer Hayyam.
FATMA ECE ÇAKIR
Bir cevap yazın