Kendinizle baş başa kalmaktan korktuğunuz hiç oldu mu? Bu sorunuzun cevabı
muhtemelen satırlara sığamayacak kadar uzundur. Sizi kendinizle yüzleşmekten
alıkoyan ne olabilir? Bir an için düşünün… İçinizdeki ‘siz’ ile hesaplaşmaya cesareti
var mı ürkek benliğinizin? Yoksa öylece dipsiz bir kuyunun karanlığında hapsolmak
mıdır niyetiniz? Şayet yaşam serüveninizde kendinizle yüzleşmeye cesaretiniz varsa
kabul etmekte güçlük çekeceğiniz birçok özelliğinizi keşfedeceksiniz. Hepimizin içinde
taşıdığı küçük şeytanla tanışma vakti, belki de bu yüzden çoktan gelmiştir. Max
Weber’in deyimiyle içine doğduğumuz “sihirsizleştirilmiş” dünyada bizleri ölü
otomatlara dönüştüren sistemin hüzünlü bireyleriyiz sadece. Hayatımız boyunca
içimizde biriken rutubetli kalıntıların nemiyle hastalanmış ve köhneleşmiş ruhumuzun
umutsuz sahipleriyiz. Her birimizin içindeki ‘sen’ ile mücadele ettiği bu ikiz ruhun,
analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung ile tanışmasının belki de tam zamanıdır.
Benliğimizin derinliklerinde bastırdığımız zayıflıklarımız, kusurlarımız, isteklerimiz ve
çoğu zaman olumsuz özelliklerimizin tıpkı bir gölge gibi peşimizde olması, içimizdeki
şeytanın beliren bir yüzüdür. Zira insanların tamamlanmamış olan yanları, bilinçdışı
bölgeleri ve olumsuz buldukları özellikleri, Jung tarafından “gölge arketipi”olarak
tanımlanır. Kuşkusuz bugün her birimiz kamusal alanlarda rol alırken farkında olarak
ya da olmayarak toplumsal normların kabul gördüğü maskeler ile dolaşırız.
Hüzünlerin gizlendiği maskelerin ardında oluşturulan yapay karakterler, bizleri modern
dünyada “büyüsü bozulmuş”(Max Weber) bir yolculuğa çıkarır. Dolayısıyla
modernitenin oluşturduğu rasyonel bireyler, toplumsal kabulün ön şartı için Jung’un
tabiriyle personya(maske) ihtiyaç duyarlar. Nitekim Jung’a göre persona, bireyin dış
dünyaya karşı genel bir ruhsal davranış biçimidir.” Diğer bir deyişle “persona”
insanların kamusal alanlarda büründükleri karakter formlarıdır. Çoğumuz iş
yerindeyken, toplantıdayken, kürsü önündeyken bir kimlik ediniriz. Bu kimlikler, olmak
istediğimiz hayali karakterlerdir. Ancak toplumlardaki kısıtlayıcı etkenler çoğaldıkça
her birimizin içindeki gölge daha da güçlenecektir. Gölge, içimizdeki karanlık, yırtıcı
ve ilkel yanımızdır. İlkel yanımızla yüzleştiğimizde kendimizde beğenmediğimiz
yönlerimizin farkına varır ve utanırız. Nitekim birçoğumuzun kaba, bencil ve korkak
yanlarımızı görmek istememesi bundandır. Çocukluk anılarımıza döndüğümüzde
ebeveynlerimiz tarafından azarlanmamak için bastırdığımız duygular, bilinçdışımızın
köhne duvarlarında yapışır kalır. İşte bu köhne duvarlar, Jung’un ifadesiyle
gölgelerdir. Bilinçdışımıza attığımız bu atıklar zamanla bizleri kemiren bir fareye
dönüşür. Bireysel potansiyellerimizi yok eder ve bizleri ehlileştirir. “Breaking Bad” adlı
dizideki Walter White karakteri buna örnektir. Walter White kibar ve sakin bir
karakterde olan kimya öğretmenidir. Ancak dizinin sonlarına doğru karakteri değişime
uğrar ve senelerce bastırdığı vahşi yanı ortaya çıkar. Peki hayat yolculuğumuz
boyunca bizlere eşlik edecek olan gölgelerimizle nasıl bir ilişki kurmalıyız? Bu
noktada gölgeleri kurtulmamız gereken bir canavar değil, yaşamamızın gerekli
bileşenleri olarak kabul etmeliyiz. Nitekim Jung bu durumu şu şekilde ifade eder:
“Gölgemizin dostumuz mu düşmanımız mı olacağı büyük ölçüde kendimize bağlıdır.
Aslında Gölge, durum ne olursa olsun bazen teslim olarak, bazen direnerek bazen de
sevgi vererek geçinmek zorunda olduğumuz herhangi biri gibidir. Gölge, yalnızca
görmezden gelindiğinde veya yanlış anlaşıldığında düşman olur.” Son olarak
sözlerimi Hermann Hesse ile bitirmek istiyorum. “Her insanın yaşamı onu kendine
götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır. “
HANDE USTAMAHMUT
Yararlanılan Kaynaklar: 1.Psikolojik Tipler ve Jung Psikolojisi Üzerine Bir Değerlendirme
Cem GÜLCAN. 2. Carl Gustav Jung: Kavramları, Kuramları ve Düşünce Yapısı üzerine Bir İnceleme
Sevgi KAVUT.3. Şalom Dergi Jung’un Gölgesi Can SABANER
Bir cevap yazın