O sabah uyandığımda gitmişti ikiz kardeşim olacak zilli, çok uzaklara gitmişti. Onun ardından gelen yalnızlığın, sessizliğin hâkim olduğu belki de o an huzur olacak sandığım bir huzursuzluğun resmiydi yaşadığım hüznün adı. Biliyordum, gideceğini hissediyordum. İnsan bilmez mi? Aynı karında dokuz ay boyunca yaşadığım ve ilk kokusunu duyduğum anamdan sonra dokunduğum, bana müthiş derecede benzeyen, aynaya baktığında insan kendisini görür ya benim de sadece onu gördüğüm kardeşinin gideceğini hissetmez mi? Henüz kendimi yeni yeni fark etmeye, tanımaya çalıştığım çocukluğum da bana benzeyen benden bir tane daha olan kardeşim vardı. Ve asla yalnız değildim. Kimsenin bilmediği, kimsenin olamadığı değişik bir duyguydu bu ve bu benzerlik başka türlü bir şeydi. Bunun yanı sıra köyde ki çocuklar az mı dalga geçerdi bizimle, hanginiz Sehersiniz, hanginiz Nazlısınız bir türlü bilemezlerdi. Sadece çocuklar mı anamız babamız dışında da kimse bizi pek seçemezdi. Seher dediklerinde Nazlı bozulurdu; ben Nazlıyım diye kızgın bir ifadeyle o iri kapkara gözlerini kısarak herkese bağırırdı. Nazlı dediklerinde ise bana, ben gülümserdim ben Seherim diye. Okula başladığımızda da öğretmenimiz de yakamıza ismimizi yazdırmıştı o da herkes gibi bizi karıştırıyordu. Ve kendince bulduğu bu yöntemle karışıklığın önüne geçiyordu öğretmenimiz.
Zaten ne olduysa o zamanlar olmuştu. Okuma yazmayı öğrendikten sonra öğretmenimiz bize kitaplar veriyordu. Ben okumayı sevmezdim zor geliyordu harfleri birbirine vurarak mana çıkarmak. Oysa Nazlı öyle miydi? Öğretmenin verdiği birçok kitabı büyük bir hızla okuyor, kelimelerin manasını anlıyordu. Sonra da öğretmenimizle hatta bütün bir sınıfla tartışıyordu. Bir süre sonra okulun kütüphanesinden onu alamaz olduk. Okuyacak bir şey bulamadığında kaç defa gördüm, ansiklopedileri okuyordu. Bense o okuyor anam kızacak diye bir an önce eve gider, anama yardım etmeye koyulurdum. Anam da yaşlı sayılmasa da hasta bir kadındı. Hem Nazlı okuldayken de onu da eve benimle dönmesi için çekiştirirdim, ama gelmezdi o okuyacak kitapların olduğunu söylerdi bu durumda da ben ondan birkaç dakika önce doğmuş olmanın büyüklüğü ile ondan önce eve gider anama durumu fark ettirmemeye çabalardım. Ve o geldiğinde durumu fark etmesinler ya da kızmasınlar diye evin bütün sorumluluğunu üstlenmiştim. Daha büyümeden büyük çocuk ağırlığı gibi kendimce küçük kardeşimi koruyor, anama yardımcı oluyordum. Kız çocuğunun okumasının suç sayıldığı bu köyde Nazlıyı koruyordum. Ve hep dua ediyordum.” Allah’ım ne olur Nazlı akıllansın gönlümüzün düştüğü biri olsun bu kız yoldan çıkmadan evlensin bende evleneyim hatta abi kardeş olan aynı aileye gelin gidelim “ diye dua ederdim hep. Çünkü o kitaplar onu her gün bambaşka birine dönüştürüyordu. Artık kurduğu cümleler bile değişiyordu. Bu değişimi görüyordum.
Yoksulduk biz. Babamın dededen kalma küçük bir tarlası vardı. Karnımızı doyuruyordu, çok paramız olmasa da en azından aksamları bir kap sıcak yemeğimiz oluyordu. Bunun için de şükrediyordum. Devlet yasak koymasa belki okula bile göndermezlerdi bizi. Ama devlet baba çok büyüktü ve o buralarda ki ayrımı yapmıyordu. Erkek çocuğu neyse kız çocuğu da odur diyordu ve ben ve benim gibi kız çocuklarına sahip çıkıyordu. Bir tek askere gidemiyorduk erkekler gibi. Olsun onlar daha hızlı koşardı bizden askere de onlar gitsin. Devlet yanlış yapmaz bilirdi işin doğrusunu ve en iyisini yapardı, diye düşünürdüm ben hep.
Sonra ki zamanlarda Nazlı yoksulluğun kader olmadığına inandırmıştı kendini. Biliyordum hep o okuduğu kitaplardan dolayı böyle düşünüyordu. Büyük şehre gidip kaymakama, valiye gerekirse başbakana kadar gideceğini söylüyordu ve okumak istediğini ama okul bitince kendisini liseye göndermeyeceklerini ailesinin hatta uygun birini bulunca da onu evlendireceğini düşünüyordu. Ve o buna teslim olmamalıydı. Yoksulluk bir suç değildi ve asla kader de olmamalıydı. Dolayısıyla buralardan kaçıp gidecek, okuyup geri dönecekti. Büyük adam olamazdı, ama büyük kadın olacaktı! Devlet baba ona illaki sahip çıkardı. Sehere bunlardan üstü kapalı olsa da bahsediyordu. Ama Seher burada anasıyla babasıyla kalacaktı, belki de birinden birini kurban edeceklerdi. Nazlı onun da gelmesini söylemişti. Ama Seher buna cesaret edememişti. Gideceğini biliyordu Nazlının, ama ne zaman gideceğini kestiremiyordu ve en kötüsü bundan vazgeçeceğine dair müthiş bir ümidi vardı içinde. Nasıl olsa gidemez o kadar kolay değildi, hem büyük şehirde tek başına ne yapacaktı? Tamam, iyiydi hoştu ama Nazlı isyankârdı, okurdu, ama o kadar da değil yani sonuçta o da bir gün evlenecekti ve kocasına daha mı az yemek yapacaktı? Kocası ona sen okudun, bugünde evi ben mi göreyim diyecekti sanki! Hayır, ne anlamı vardı o zaman okumanın? Kaderi değişmeyecekse kadının bir toplumda neden okusun diye diretiyorlar ki hiç anlamıyorum. Zaten direten de devlet! Bizim buradakilere sorsan kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin lafını söyleyip dururlar sonra da bundan gurur duyarak, arsızca kahkahayı basarlardı. Belki de bu yüzden buralarda doğum oranları çok yüksekti. Ya devlet babada olmasa şart koşmasa çocuklar burada ilkokula bile hiç gidemeyecekler. Hiç işte koskoca devlet yanlış mı yapacaktı! Ama Nazlı yapıyordu işte. Kaymakamın, Valinin yanına yaklaştırmazlardı bile Nazlıyı. Ve pişman olup buraya da dönmezdi biliyordu bunu Seher. Anam babam affetse bile köylü etmezdi, konuşur durur belki de “Orospu“ damgasını hemen yapıştırırdı benim biricik kardeşime!
Ama ne yaparsam yapayım engel olamadım Nazlıya ve gitti işte. Şimdi kendimi kaybetmiş gibi, yenilmiş ordular kadar çaresiz hissediyorum. Kendi cenazemi kaldırmış gibi yanıyor benim içim. Akşama doğru fark edeceklerdi Nazlının gidişini. Ve bütün köy konuşmaya başlayacaktı. Az ötemde kadınlar toplanmaya başlamıştı bile. Gidişini seyretmek ve ona engel olamamak ve geri dönüp dönmeyeceğini bilememek ne kötü bir hüzündü böyle. Kaderini değiştirip değiştiremeyeceğini bilememek, ağlamak isteyip ağlayamamak ve herkese karşı onu savunmak durumunda kaldığım bir andı bu. Seherin kendisiyle Nazlıya dönüştüğü, savaştığı bir andı bu. Onun yapamadıklarını Nazlı yapacaktı, dönüştürürdü Seheri de kendi yapmak istedikleriyle. Kelimelerin manasını o çıkarırdı ve çok büyük bir kadın olurdu! Biliyordu Seher bunu, Nazlı çok büyük bir kadın olarak geri dönecekti bir gün bu köye.
2015 Şubat,
Bir cevap yazın