uyandım,
katmerli acıların demlendiği güzel ülkemin sıcak bir sabahında.
geceden kalma sigara izmaritlerinin sindiği
ve ter kokulu bir odada,
mavi bir intihar düşüyle, uyandım.
genzimde öküzgözü şarap kokusu
ağzımın içi kurumuş,
nicedir hayalini kurmaktayım mavi bir buluta tutunmanın
yerçekimine inat ağırlığımca.
bir yudum suyun, bir yeşil yaprağın değeri,
çam kokulu dağ havasının, insanların ve hayvanların özgürlüğü çok mu ütopik?
götürün beni bulutlar götürün,
götürün ve koyverin o cennete,
beklentisiz, kaygısız, etiketsiz varlığımla,
çok bilinmeyenli inanç ve tapınmasız denklemde
insan kere insan olmak sadece,
can kere can.
erkek ve dişi
sadece insan.
gecelerde ön yargısızca uyuyup,
uyanabilmek her sabaha ön yargısızca.
geçmiş zaman şairlerinin özleminde kalmamalı barış,
dizeler gömüt olup içinde gömülü kalmamalı barış,
imkansız değil hiçbir şey
mümkün,
inanın ki mümkün,
elimizde her şey.
insanız
insanlığımızı kabullendikçe varız.
kuşların kanadıyız
örümceğin ağı,
nefesimizin ağırlığıncayız.
üflesek boran olur
dokunsak deprem,
vazgeçin kendinizi küçümsemekten,
heybet ve azamet yüklü beynimiz,
yapabiliriz, yapabiliriz, yapabiliriz.
kirpiklerimize kurulmuş darağaçlarında
istemsiz asılıyor her gün nice umutlar,
bir çiçekle filizlenir yeni gün
kırpmayın gözlerinizi.
asmayın doğmamış bebelerin
emzirmemiş anaların ve döl yorgunu babaların hayallerini.
uyandırın güzel ülkemin uyuyan ahalisini,
yapabiliriz, yapabiliriz, yapabiliriz.
mor salkımlı bir yaz akşamına serdim sesimi,
çırptım kanatlarımı bir deli öfkeye
çınlıyor mu kulaklarınız?
temmuzun direncini döküyorum toprağıma.
hoyrat postallarınızı ve parkalarınızı bıçaklayıp
lime lime asıyorum paletlere.
açın kafatasınızı bayım
tuz ruhu serpeceğim.
cankurtaran sirenlerini silemedim kulaklarımdan,
ne zaman duysam zamansız ve mekansız,
deprem sonraları gelir aklıma.
“kimse yok mu?”
“kimse var mı?”
sıcakta keskin ceset kokuları,
ters dönmüş hayaller kırık fay hatlarında.
ah benim acıların beşiği memleketim,
nehirleri kan köpüğü,
damarlarında dinmeyen sancısı,
ve hala doğurgan, hala dimdik
hala ben burdayım
burdayım
buradayım diyen.
hilal bakışından
gonca kızılı dudaklarından öpeyim.
gün ellerimizde,
tüketiyoruz.
sonrası hep kısır döngü,
evden işe, işten eve,
neden, nasıl, niye olmuş
kalan kalmış, ölen ölmüş,
ekmek parası, sıla hasreti, evlat kokusu,
küskünlükler, kavgalar, inatlaşmalar,
sloganlar, pankartlar, kortejler,
mahkemeler, kumpaslar, dalavereler,
iki kadın memesine vatan satan gazeteciler,
yağcılar, yandaşlar, yandan çarklılar,
ecdadına yandığım tarih yoksunları,
cübbeliler, sarıklılar, değnekliler,
çarşaflılar, sıkma başlar, açık başlar, mini etekliler,
üç kuruşa minnet edenler
paraya, pula tapanlar, taptıranlar,
ve dahi himmet verip ruhunu satanlar, putperestler,
ocular, bucular, şucular,
düşünün hele
okuyun hele,
hele bir sorgulayın.
sahi, neydi derdimiz?
kefenimize dolduramadığımız neydi?
neydi kaygılarımız, kavgalarımız, dünyalıklarımız?
tabutlarımıza sığmayacak neydi bedenlerimizden başka?
ah benim nehirleri kan köpüğü,
acıların beşiği,
sancıları eksilmeyen memleketim, ah!
sığdıramadık günü saatlere
devrilir gider yirmi dört, döngü bir ile başlar tekrar.
zamanın akış hızı sürüklenmemizle doğru orantılıysa
kurşunlanan, bombalanan, yakılan bebelerin suçu ne?
yarınsız çocuklar bugünden mi yatar ölüme?
yoksa cenin kavanozlarına sıkıştırmak mıdır bugünden?
süt hakkına anaların
babaların soyu için,
döllenmemiş umutlara
yazılmamış şiirlere ilham olsun diye
rahmin kuytularına oldu bitti kör gecelerde bırakılıveren çocuklar.
çocuklarımız…
en büyük savunmasızlıklarımız.
içten fethedenlerimiz,
riyasız yüzlerimiz,
nasırlı ellerimizin merhemi,
susuzluklarımız, susamışlıklarımız.
ölüm en çok size yakışmaz.
gün kısa,
hayat ondan da kısa aslında.
yaşamak isterken doyasıya, ölümden bahsetmek ne garip.
rahat, huzurlu, dingin bir ölümü düşlemek,
sonsuz ve dipsiz bir mavilikte kaybolmak.
tasasız bir ölüme varabilmenin amacıyla yaşıyoruz
farkında mısınız?
tanrı sıralı ölüm versin diye dua ederdi anam,
azrailin kılıcı matematik bilmez oysa.
el kadar bebeler gaza, bombaya direnemez ki.
namlunun ucunda kimin adı yazar?
mermi kimi arar, sorar?
çorak topraklarda mayınlar kimi bekler?
adressiz sorgularda fidanlar kırılır,
cellatların gülüşlerinde darağaçları kurulur.
Kızılırmak gibi akar anaların ağıtları,
ölüm sıcacık kan gibi sızar, süzülür.
mermer mezar taşları yontulur, yontulur.
ölüm zamansız gerçeklik,
aynadan yapsınlar mezar taşlarını.
devşirme umutların yarınları olmuyor,
kara önlüklü günlerimizi özlüyorum.
çıkarsız, sevdalar siyah beyaz çocukluğumuzda kaldı.
ne kadar varsa, o kadar mutluyduk,
an yine aynı kısalıktaydı, ama
ekmeğe sürülen margarine serptiğimiz toz şeker tadındaydı.
şimdi çikolata çağı çocukları, teknolojik hayal katilleri,
yapay duygularla, kablosuz bağlanıyorlar yarına.
beş duyumuz yitik!
umutların peşindeyken ölüme varması insanın
ne yaman çelişkidir,
hele ki nefes almak adına, özgürlük adına, barış adına giderken umuda,
sahilde yüzükoyun yatan cesedi Aylan’ın, günaydın der bir sabah size.
günaydın.
duyargaları kapalı Avrupai aydın,
sana da günaydın.
dayatılmış hayatlar yaşıyoruz sırça kum saatlerinde,
sormalar yasak kuşların uçuşunu,
nedensiz sonlanıyor nefesler adressiz biyerlerde
kelepçe kalemin ucunda
dudak arasında yarına işsiz başlamak,
kimselerin hiç kimsesi olmak,
tüm sıfatlarından soyundurulmuş kalmak bir anda
tutunacak bir el bulamamak, çok sıradan.
düzensiz, beter, bir o kadar renksiz artık günler,
gökyüzü ve deniz hayallerimizde,
umutlarımızda asılı kaldı mavilikler.
………………..
Kadri DURGUT
Bir cevap yazın