Kötü giden yaşamda biraz olsun iyi olmak, kafamızdaki kalabalıklardan sıyrılabilmek için
yollara düşeriz bazen. Çıktığın yolun her iki tarafı türlü ağaçlarla sıralı, her bir ağaç seni seyreder sen
de onları. O ağaçların en yaşlısından en gencine sana bir şeyler söylemesini istersin; aklının, yüreğinin
sana söyleyip de senin kendine sağır olduğun her şeyi. Benim yaptığım tüm yolcukların ardında hep
bir aşk acısı, ailede yerini görememe, yaptığım işte yeterli miyim ya da daha da yorucusu: “Ben kimim,
ne yapıyorum” gibi varoluş sancılarım olurdu. Bu karmaşaya her düştüğümde kendimi yaşadığım
yerden çok uzaklara götürürdüm. Gittiğim yerin toprağı, dağı, tanımadığım insanları sorularıma cevap
verir diye.
Bu kez yolumu 60 milyon yıl önce üç dağın püskürttüğü lav, küllerin oluşturduğu yumuşak
tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşınarak ortaya çıkan ve ilk doğal
oluşumlardan biri olan şehre; yani Kapadokya’ ya gittim. Sert bazalt kayasından şapkaları bulunan
koniler oluşmuş. Bu konilerin her biri insan silüetlerine ve bacaya benziyordu. Orada yaşayan insanlar
gördükleri her toplu bacalara isimler vermiş onlar için bir de hikayeler uydurmuşlar. Ben hikayelerin
çoğuna inandım bilmem siz gördüğünüzde ne hissedeceksiniz?
Kapadokya’nın Çavuşin köyünde beş kardeşin olduğu söylenen bacalar bulunur. Onlara
bakarken her birini başka silüetlere benzetiyor ve uzaklara gidiyordu ruhum. Ruhumu, zihnimi
ötelerden getiren yaşlı bir ses oldu. Hemen yakınım da tek başına yaşayan teyze evine davet etti,
tanımadığı halde. Siz de bilirsiniz yalnız insanların kapıları aralık, perdeleri açık olur. İnsan görmek, iki
sohbet etmek, gençliğinde yaktığı canları muzipçe anlatmak isterler. Hele de bu biraz yaşlıysa…
Başladı anlatmaya: “Altmış yıldır bu şehirde, bu evde yaşarım. Bir sürü insan gelir gider ama ben
hiçbir yere gitmem. Şu ara sokağa görüyor musun kızım? Ha orda beni everdiler daha çocuktum. Ama
nasıl güzelim bir gör.” deyip bir iç çekişi vardı, koca şehir nefesini dolduramadı. Şenay’mış teyzemin
adı. Tüm yaşadığı zorluklara rağmen ismi gibi şen, neşe doluydu. Çocuk gelin geldiği evde gördüğü
tüm eziyetleri, yaraları; neşesi ve iyi olacak umuduyla iyileştirebilmiş. Bir de evinin karşısına her gün
görebileceği yeni bir peri bacası inşa etmiş zihninde; içi çocukluğuyla dolu, dışı ise çizgileri artmış bir
yüz olarak.
O anlattı ben dinledim, dinledikçe yüreğimde cam kırıkları oluştu. Sanki ben yaşamışçasına
kabuk bağlamış olan tüm yaralar bir bir ayaklandı. Atmış yıl önce Şenay teyzenin yaşadığını ben
yaşıyormuşum şu an bilmiyordum. İkimizin de çocukluğu elinden alınmış, ikimiz de yalnızdık. İkimiz de
yetişkin görünümlü kırgın çocuklardık. Bana ayna olan yaşlı kadın Goethe’nin sözünü anımsatmıştı;
“İnsan kendini insanda tanır.” Doğruydu. Zaman değişiyordu evet ama acılar hep aynıydı. Goethe’ nin
yıllar önce söylediği sözde, yaşlı kadının yaşadığı acıda bugündendi. Teyze bana kendi yalnızlığımı
gösterirken, doğal oluşum sonucu ortaya çıkan şehir ise bunu nasıl değiştireceğimi gösterdi. Nasıl mı?
Yaşlı kadın her kelimesini gözlerimin içine bakarak, derinlere ayna tutarak kendime insanlığımı,
kadınlığımı ve çocukluğumu göstererek yaptı. Yaşadığı tüm acı tatlı anılarını buruk bir tebessümle
anlatıyorken ben olmuştu Şenay teyze. Şehir ise tarihi oluşumu gibi içimdeki korku volkanını
püskürterek lavlarımdan, yağmur yerine döktüğüm göz yaşımdan ve geçmişe olan öfkemin rüzgarıyla
yeni bir peri bacası oluşturarak yolcu etti beni. Artık benim de bu şehirde bir peri bacam vardı. Bence
birçok insanın hikâye dolu bacası duruyor orada.
Tüm yolculuklar ruhumu bedenime yakınlaştırdı. Sorularımı ruhuma, içime sormaya başladım.
Evet kolay olmuyor kendini duymak, görmek, ben varım demek. Bence cesaret isteyen bir durum.
Çünkü; kendinle, yüreğinle, zihninde gizlediğin, bastırdığın, korktuğun ne varsa yavaş yavaş
yüzleşeceksin. O kapkaranlık bodrum katta kendi ruhuna korku prangaları vurmuş, saklanmak ya da
kaçmaktan yorulmuş olan seninle. Korkuların sana “Dur!” der ama sen artık korkmak da istemezsin,
yürürsün ayağını kanatan dikenlere rağmen.
Kendini bilme yolculuğu, oluşturacağın peri bacalarının hiç bitmeyeceğini düşünüyorum. Ne
Zerdüştler ne Ermişler ne de filozoflar bitirebildi bu yolu. Ama onlarla ve kendimle bu yolu yürümek,
tökezlemek bazen “Aferin!” dedirtiyor.
Yaşamanın sadece nefes almak ya da haz, arzu olmadığını yürüdüğün yoldaki sen
söyleyeceksin. Ya da Şenay teyze çıkacak karşına, atacak üzerindeki yaşlılık paltosunu. Sen yaşına
dönüp ayna olacak sana. Sen peki aynaya baktığında kendini görebiliyor musun? Kendinle en son ne
zaman bir yola çıktın korkmadan? Peri bacanı yapmak için sadece yola çıkman gerekiyormuş,
yürüdüğüm yollar söyledi bunu bana.
Bir cevap yazın