‘Güvencesizlik’ kavramı bu coğrafyada doğmuş herkesin bir nevi göbek adıdır… Okul, iş, özel yaşam gibi hayatımızın her alanına damgasını vuran bu kavramla örülüdür geleceğimiz. Özellikle de iş yaşamında durum vahimdir ve her ne kadar devlet sektöründe de aksaklıklar olsa da, en fazla sorun yaşanan alan özel sektördür.
İşsizlik alıp başını gitmişken, insanlar en kötü koşullarda bile çalışmaya razıyken biz çalışanların güvence kavramından bahsetmesi gitgide zorlaşıyor. Böyle bir ortamda işten çıkarılmanın her daim an meselesi olduğunu bildiğiniz için hiçbir haksızlığa sesinizi çıkaramaz, işi kaybetmemek korkusuyla sürekli üç maymunu oynarsınız. Çalışma süresinin günde on bir saati, haftada kırk beş saati aşmasına rağmen hiçbir ek mesai ücretinin ödenmemesi; ne kadar uzun süredir çalışıyor olursanız olun yılda on günlük izni bile zar zor koparmak; resmi tatillerde bile tam gün çalıştırılmak; hasta ve raporlu olduğu halde işe gitmek gibi durumlar pek çok özel sektör çalışanının aşina olduğu ve ses çıkaramadığı sorunlardır. Hatta, maaş bordronuzun asgari ücretten gösterilmesi ve böylece zaten düşük olacak emekli maaşınızın iyice kuşa döneceğini bilmeniz ya da sigorta primlerinizin düzenli yatırılmamasını bile sorun etmek abesle iştigaldir. Ve tabii, maaşı düzenli alamamak ya da ekonomik kriz bahane edilerek eksik almak için de aynı durum söz konusudur. Sonuçta, gelirinizin tamamen kesilmesindense, eksik veya düzensiz de olsa elinize para geçmesi daha iyidir değil mi? İşin hayati önem taşıyan bu maddi kısmı dururken, yetersiz ve problemli yöneticilerin kaprislerinin ve egolarını sürekli sizin üzerinizde tatmin etmesinin yarattığı stres gibi manevi sorunları dert etmek zaten büyük lükstür…
Hele bir de kadınsanız vay halinize… Kadın olarak dünyaya gelmek hayata zaten 1-0 mağlup başlamak gibidir… Güvencesizliğin diğer adıdır adeta. İşin içine bir de ülkenin koşullarını ekleyince bu mağlubiyet anında 2-0 olur. Öncelikle aldığınız eğitim ne olursa olsun, pek çok firma erkek elemanları tercih eder. Toplumsal yapının getirdiği koşullar nedeniyle erkek elemanların esnek çalışma saatlerine daha rahat uyum sağlayacağı düşünülür. Ne de olsa kadınlar gibi ev işi ve çocuk bakımı ile ilgili sorumlulukları, en önemlisi de doğum izni, süt izni gibi sorunları yoktur. Hasbelkader işe alınırsanız da, daha düşük bir ücretle yetinmek zorunda bırakılabilirsiniz. Bakmayın İş Kanunu’nda büyük puntolarla iş ilişkisinde cinsiyet ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamayacağının, eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük bir ücretin kararlaştırılamayacağının yazdığına, pek çok kadın aynı pozisyondaki erkeklere göre daha düşük bir ücret alır. Her ne kadar şehir efsanesi denilse de, bazı firmaların işe alırken kadınlardan en az iki yıl evlenmeme, çocuk yapmama gibi taahhütler de aldığı da bilinen bir gerçektir. Böylece en özel alanınız bile iş verenin hükmüne göre belirlenir. Hamilelik dönemi ve doğum takvimini iş yoğunluğunun durumuna göre ayarlamak durumunda kalırsınız. Ancak, ne kadar ayarlasanız da, bir kadının en doğal hakkı olan; iki ay doğum öncesi, iki ay doğum sonrası olmak üzere toplam dört aylık doğum iznini layığıyla kullanmanın bile pek mümkün olamadığı aşikardır. Zira çevremiz son ana kadar çalıştırılıp doğuma iş yerinden zar zor yetiştirilmiş ve daha bebeğinin kırkı çıkmadan iş başı yapmak zorunda bırakılmış çalışan anneler ile doludur. Günde toplam 1,5 saat olan süt izni de ya hiç verilmez ya da öğle tatili saatlerine sıkıştırılır ki çalışma saatlerinden taviz verilmemiş olsun…
Tüm bunlara itiraz etmeniz ve hakkınızı aramanız elbette mümkündür; tabii işinizi kaybetmeyi göze almak şartıyla. Dışarıda bekleyen işsizler ordusunu düşününce, iş veren için çalışanına “beğenmiyorsan kapı orada” demek çok kolaydır. Bunu yaparken de, belli bir süre önce bildirmek ve günde iki saate kadar yeni iş arama izni vermek gibi kanuni haklarınızı göz ardı etmeleri işten bile değildir. Hakkınızı mahkemede aramak gibi bir seçeneğiniz de vardır tabii ki, sonuçta bütün bu aksaklıklar iş kanununa aykırıdır ve iş mahkemelerinin de genellikle çalışanın lehine karar verdiği bilinir. Ancak, eski bir deyişte de çok güzel ifade edildiği gibi; “Mahkeme ağır, hakim sağır, işin yoksa bağır Allah bağır” şeklinde işleyen hukuk sistemimizde o davanın bir-iki sene süreceğini ve bu süre zarfında mahkemelik olduğunuz bir şirkette çalışamayacağınız için illa ki işsiz kalacağınızı da göze almanız gerekir.
Görüldüğü gibi, ‘güvencesizlik’ sadece sigortasız çalışmak, özlük haklarını alamamak gibi konularla sınırlandırılamayacak kadar geniştir; sigortalı ve düzenli maaş aldığınız bir işiniz olsa bile, kaderinizin patronun iki dudağı arasında olduğunu bilmek ve işsiz kalmak korkusu ile en kötü koşullara bile razı olmak zorunluluğu da tam bir güvencesizlik değil midir?
Deniz Çantay/Şubat 2014
Bir cevap yazın