Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum. Gözümden yaşlar süzülürken hissettim
işte o duyguyu. Kocaman bir yıldır, konserime verdiğim isimin onlarca kişi tarafından
duyulmasından dolayı olan mutluluk duygusunu. Şimdi geniş, kocaman bir sahnede onlarca
insan önünde başımı yasladığım kemanım ve o ayağımın hemen yanı başında içi kül dolu
cam kavanoz ile duruyordum. Öylece mutlu ve huzurlu.
Beyaz maske takmış, onlarca insan içinden biri çarpıyor o an gözüme. Sadece biri. Umut.
Evet umut çarpıyor gözüme üzerindeki beyaz renkte giymiş olduğu takım elbisesi ile. Adeta
gökyüzündeki bir yıldız gibi parlıyordu. Fakat Umut benim için beyaz takım elbisesi için
parlamıyordu. Umut atan kalbi için parlıyordu. Umut ile yolumuz 2 yıl önce kesişmişti. O
ilaç kokularıyla kan kokularının birleştiği, ağızlardan dökülen dua kelimeleriyle “neden ben”
gibi sitemli bir şekilde söylenen isyan sözcüklerinin karıştığı hastanede karşılaşmıştık
Umut’la. Küçük bir hastane odasında kendi öz kardeşim özgemin hala kalbi atıyorken beyin
ölümünün -Beyin ölümü, beyinin tüm işlevlerinin sona erdiği ve bir daha da düzelmeyeceği
anlamına gelmektedir-gerçekleşmesiyle doktorların ona umutsuz vaka demeleri bir oldu.
Doktorlar nedense duymamazlıktan geldim o gün. “Hayır kabul etmiyorum. Benim özgem
hala yaşıyor ve yaşayacak “ diye haykırıyordum. Özge benim tek ailemdi. Benim ondan
başka kimsem yoktu. O daha beş yaşında bir çocuktu. Hayaller kurar, her hayalinin gerçek
olacağını zannederdi. Oysaki en son kurduğu hayal altıncı yaş doğum günü partisi için
aklında kurduğu hayallerdi. O partide hiç elinden düşürmediği kemanını çalacaktı onlarca
lösemi hastası olan arkadaşlarına. Özgem bir yıla aşkın süredir de lösemi hastasıydı. işte bu
hastalık ona onlarca arkadaş kazandırmıştı. Onları mutlu etmek istemişti doğum gününde.
Fakat gerçekleştiremedi kuzum. Bir trafik canavarıydı özgeme tüm bunları yaşatan. Onun bu
küçük hayallerini çalan trafik canavarının hayatının özgemin gözlerini kapadığı karanlığa
dönüşmesini beklerken hakimin kararı ile hayatından sadece iki ay çalınıp bırakıldığını
öğrendiğimde diyecek bir şey bulamadım. Sadece, beyin ölümü gerçekleşmiş ama kalbi hala
atan Özge’min başında ondan özür diliyordum. O trafik canavarına gereken cezayı
aldıramadığım için. Her şeyin bir rüya olmasını diliyordum her geçen gün.
Bir sabah odanın kapısını tıklatmıştı biri. Kapıyı açtı. Yüzü gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş,
ağlamaktan gözleri şişmiş ve halsiz oluşu yürüyemeyişinden anlaşılan bir kadın ve bir doktor
girdi içeri. “Siz kimsiniz?” diyemeden kadın elime yapışıp “ Lütfen kardeşinizin kalbini
benim oğluma, Umut’uma bağışlayın. Yalvarıyorum. Şu ciğerim varya o sanki kopacak gibi
hissediyorum. Evet biliyorum çok zor kardeşinizden kopmak fakat kalbi yeni bir çocukta can
bulabilecek. Söz veriyorum, kardeşinizin kalbi ile ne zaman buluşmak isterseniz size Umut’u
getiririm. Lütfen bağışlayın. ”dedi hıçkırarak ağlayan bir ses tonuyla . Ne olduğunu
anlayamamıştım başta. “Neler saçmalıyor bu kadın? ”dedim kendi kendime. Ne bağışlaması?
Ne kalbi? Ben bunları düşünürken bir anda doktor bir şey söylemeye başladı. “Bakın Cansu
Hanım kardeşiniz Özge’nin beyini çalışmadığı için üzgünüm bir daha gözlerini açamayacak.
Beyin fonksiyonlarını yitirmiş bir insana ne yaparsak yapalım işlevli bir beyin neticesi
görünmeyecektir ki en fazla bir hafta içinde de üzgünüm kalbi de durabilir. Anlıyorum sizi
evet büyük bir sorumluluk bu fakat kardeşinizin kalbinin onun bedeninde en fazla bir hafta
attığını hissetmek mi yoksa başka bir çocuğun bedeninde bir ömür boyu hissetmek mi? Karar
sizin bana iki gün içinde lütfen kararınızı söyleyin” dedi ve odadan çıktı. O sırada ağlayan
kadın “Lütfen benimle gelin” dedi ve elimi tutup beni kendi oğlunun kaldığı hastane odasına
getirdi “Bakın ona” dedi ağlama ile karışık bir sesle. Özge’nin kalbi Umut da can bulsun
istiyorum. Göz göre göre elimden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim. O ölürse ben de
ölürüm. Lütfen bağışlayın bize Özge’nin kalbini. Evet, çok zor ama düşünsenize Umut’a her
baktığınızda Özge’yi görecek ve onu hissedeceksiniz” dedi sersemlemiş Tam şu beş dakikada
neler yaşadım ben böyle diye düşünürken sesi çıkmadan o hastane yatağında öylece kanadı
kırılmış hayata gözlerini kapamış saf bir melek gibi yatan Umut’u izliyordum. Umut bir anda
Özge’nin görüntüsünü aldı ve bana “Kalbimi Umut’a ver ablacım. Seninle son bir hafta yerine
ömür boyu yaşayalım. Atan kalbim hem Umut’a can, annesine mutluluk verdin hem de sana,
kardeşinin atan kalbini taşıyan bir beden versin. Eğer ki kalbimi vermezsen bir haftadan daha
önce bitiririm kalbimin enerjisini.” dedi.
Bir anda irkildim. Gözlerimi açıp kapadım. Sonrasına tekrar Umut’a bakınca Özge’yi
göremedim. Çünkü bir anlık halüsinasyon görmüştüm. Hiçbir şey demeden odadan dışarı
çıkıp koşarak Özge mi odasına gittim. Sadece kalp atışı sesleri duyduğum cihazdan başka ses
yok da odada. Özge’nin elini tuttum. O sırada gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Her bir
gözyaşım Özge’min o narin küçük eline süzülüyordu. Elini kalbime koydum ve “Özgem,
benim minik kuzum. O az önce gördüğüm halüsinasyon gerçekten kalbinle hissedip benim de
hissetmemi istediğin bir şey miydi yoksa yine beynim mi bana oyun oynamıştı?” dedim.
Fakat beyin fonksiyonları çalışmayan Özgem bana sorunun yanıtını nasıl verebilir ki, diye
düşündüm. O sırada normal hızlı atan kalp resimleri bir anda hızlandı hemen “Doktor,
doktor!” diye bağırdım. Doktorlar geldiğinde beni hemen odadan dışarı çıkardılar neler
oluyor diye bağırsam da odanın camını ardından doktorlara kimse bir şey söylemiyordu
aradan on dakika geçti ve doktor yanıma gelip “Cansu Hanım kardeşinizin kalbin enerjisi
anlayamadığımız bir nedenden dolayı hızla bitmeye başlıyor.” dedi Ondan sonra da bir şeyler
söyledi fakat ben ilk cümleye takılı kaldığımdan onları dinleyemedim. Hemen aklıma” ..eğer
ki kalbimi vermezsen bir haftadan daha önce bitiririm kalbimin enerjisini. ”sözü geldi. Evet
bu bir işaretti. Özge’me sorduğum soruya Özgem cevabını böyle vermişti. Yani her şeyi
Özge’min kalbi yapmıştı.
Kalbi verip vermeme konusunda o günün gecesinden ertesi günü sabahına kadar düşündüm
ve yorulmuş kalbim ile kararımı verdim. Sabah olduğunda Özge’nin bedenine son kez
sarıldım. Çünkü ameliyat odasını alıyorlardı. Evet doğru kararım kalbi bağışlamak oldu.
Ameliyata Umut ve Özge aynı saatte girdiler ve sonra ikisi de birlikte çıktılar. Her şey
aynıydı. Fakat bir şey hariç. Girerken ikisi de aynı yere girdi. Fakat çıktıklarında birisi
odasına giderken diğeri o soğuk, hastanenin ölü diyarı olan morga gitmişti. Tabi tüm bu
olanlar yaşanırken “Yanlış bir karar aldım mı acaba?” diyerek kendi kendime vicdan azabı
çektiriyordum. Kararımı ilk öğrenen Umut’un annesi Sibel hanımdı. Ona “Kalbi
bağışlıyorum Umut’a” dediğimde ağlamaktan moraran gözleri, güçsüz kalmış bedeni ile bana
sarılıp gözyaşlarıyla sessizce omuzumu ıslatmıştı. Bu kez bana çok bir şey söylememişti.
Sarıldığında ağlayarak “Siz bana bir hayat verdiniz bu hayatı sizinle paylaşacağıma söz
veriyorum.” demişti.
Özgem morga doğru ilerlerken üzerinde beyaz bir çarşaf vardı. O uzun koridorda duran
bedenim giden ayaklı sedyenin arkasından baksa da ruhum Özge’me doğru koşuyordu. Minik
kuzuma kefenin o soğuk, ruhsuz beyaz rengi layık göremedim. O kefen denen şeyi giyip
yerin altında kalmayacaktı. Minik kuzum Özgem küçük bir kavanozda her an yanı başımda
olacaktı. Evet Özge’nin küllerini koyacaktım kavanoza. Bütün bu işlemler olana kadar
gitmedim Umut’un yanına. Özge’min külünü içeren kavanoza sahip olduğumda Umut’un
yanına gidecektim. İşlemler bitmişti ve elime Özge’mden geriye kalan bir kavanoz kül ile
yine ondan geriye kalan kalbin yanına gidiyordum. İşte gelmiştim Umut’un yanına. Umut’un
gözlerinin içine baktığımda Umut’u değil Özge’mi görüyordum. Öylece kalakaldım bu olay
olunca. O sırada” Cansu abla kardeşinin kalbine sarılmak ister misin?” sorusunu işittim
kulaklarımda. Mutlu bir tebessüm ile Umut’a doğru ilerledim. Özgem ile kalplerimizin
tekrardan kavuşacağı için çok heyecanlıydım. Umut’a sarıldım. O anı galiba
anlatamayacağım. Çünkü tarif edilemez bir mutluluktu benim için. Tabii bir yandan da çok
garipti. Elimde Özge’min külü bulunurken kalbini sarılmak çok garipti ama Umut’a
sarıldığım an “İyi ki kalbi bağışlamışım” dedim. Neyse işte böyle tanışmıştık Özge’nin
kalbini taşıyan Umut ile. Bugün koca bir yıldır hazırlandığım keman konserimin ve
Özge’min yedinci yaş doğum günü. Birlikte altıncı yaş gününü kutlayamadığımız Özge’min
o gün için düşündüğü hayallerini yedinci yaş gününde ben onun adına gerçekleştirecektim.
Bu yüzden tam ayağımın yanındaydı Özgem küçük bir kavanozda. Kalbi de tam karşımda
Umut’un o naif bedenindeydi. Konser bitince gözüme çarpan Umut bir anda ceketini iki yana
açtı ve içine giydiği tişörtü gösterdi bana. Tişörtte “ÖzUm olarak hep yanındayız “yazıyordu.
Bir anda çok duygulandım. Ama beni en çok Sibel Hanım’ın elindeki pankart
duygulandırmıştı. Pankartta “Bugün oğluma beyaz kefen yerine beyaz takım elbise
giydirebildiğim için iyi ki varsın ÖZGE!” yazıyordu. Neden keman konserindeki pankartlar
Özge’yi içeren mesajlar yazılıydı diye mi sordunuz? Çünkü konserime verdiğim isim “İYİ Kİ
VARSIN ÖZGE” idi. Ha bir de unutmadan söyleyeyim. Beyaz maskeli insanların konser
bitiminde hep bir ağızdan söylediği bir şey vardı. ” İyi ki varsın LÖSEV, iyi ki varsın
ÖZGE!”
Bir cevap yazın